Üç gün sonra herhangi bir mesaj alamadığım için Beyza Gülmen'e mesaj attım ve arkadaşından aldığım habere göre onun da tutuklandığını öğrendim. İşte o an öfke yerini hüzne bıraktı.
Bu sorunun cevabını aramamız gerekiyor. Bir toplum geçmişte gündelik yaşamını etkileyen ve mevcut inşa edilmiş olan çalışma düzeninde çeşitli gedikler açan insanları nasıl unutabilir? Unutturmak sistem için pek çok mücadele aracından daha mı etkili?
Yüksel direnişçileri Nuriye Gülmen, Semih Özakça ve Acun Karadağ; tüm toplumun adeta bir kurban gibi sırasını beklediği bir atmosferde bu toplumda direngen insanlar olduğunu bizlere yeniden hatırlatmışlardı. Haksızlığa uğradıklarında bunu öte dünyadan gelen bir kader olarak değil, tersine bunun bilinçli bir zorbalık olduğunu haykırdılar. Sonra halkın avukatı Selçuk Kozağaçlı, direnişçilere desteğe gitti ve tüm topluma ‘açlık grevinin’ ne olduğunu herkeste hayranlık uyandıran bir retorikle anlattı. Ara ara o günlere dair sokakta yaptığı konuşma, sosyal medyada paylaşılmakta ve büyük etkileşimler almakta. Toplumumuz dev bir etkileşim manyaklığı tarafından esir alındığından kimse bu kadar bilgili ve bu kadar etkili konuşma yapan bu adama ne olduğunu kendisine sormuyor bile. Selçuk Kozağaçlı, şimdi zindanlarda yaptığı o konuşmanın bedelini ödüyor. Bir konuşma bağlamından ne kadar uzaklaştırılır ve kitleler için ne kadar popüler bir ikona dönüşürse sistem için o kadar faydalı olur. Sosyali veya sosyal olmayanı işte medya bunu yapabilmek için var. İletişim araçlarının bir kitle imha silahına dönüşmesinin hikâyesini okuyorsunuz aslında. Bugün Selçuk, yarın Nuriye ve öbür gün sıra size gelebilir. Soma’da ölen yüzlerce insanın avukatsız kaldığından bahsediyorum. Yine milyonlarca insanın gazetecisiz ve savunmasız bırakıldığından.
Unutmak belki bir tekstil işçisi için o kadar imkânsız bir şey değil. Kimse çocukluğundan beri azgın bir biçimde sömürülen bu insanların unutuyor olmasına öfkelenemez. Öfkeyi doğru yöne kanalize etmek gerekiyor. Esas öfkem tüm bu direngen insanları emekçilere unutturmaması gereken yapılardır...
Yüksel direnişinin yiğit eğitim emekçileri, açlık grevine girdiğinde tüm toplum nefesini tutmuş, iyi bir şeyler olmasını ve en azından iktidarın geri adım atmasını beklemişti. Toplum bir yandan grevdeki direnişçilere de baskı yaptı ve Selçuk Kozağaçlı bu yüzden çıkıp açlık grevinin anlamını haykırarak insanlara bu direniş tarzını anlatmaya çalıştı. Gariptir, medya ve iletişim bombardımanı altında ezildiğimiz şu günlerde sanki tüm bu yazdıklarım bana bile 100 yıl önce gerçekleşmiş gibi geliyor. Demek ki medya işini layığıyla yapıyor. Enformasyon bombardımanlarıyla tarumar edilen zihnimiz yorgun ve zamanı artık kavrayabilmekte zorlanıyor.
Şimdi, Selçuk Kozağaçlı tutuklu ve yine Nuriye Gülmen 10 yıl mahkumiyet almış durumda. Zindan politikasının temelleri İngiltere’ye dayanır. İngiliz burjuvazisi, bir kişiyi alıp zindana atmanın o kişiyi toplumdan soyutlamanın en iyi yolu olduğunu keşfetmiştir. Nereden biliyoruz bunu? Büyük şair Oscar Wilde’nin şiirinden. Reading Zindanı Baladı, edebiyat tarihinin en yıkıcı ve en sarsıcı şiirlerinden biridir. İrlandalı şair, okurun yüzünü parmaklarıyla güçlü bir biçimde kavrar ve zindana bakmaya zorlar. Büyük İngiliz zorbalığının zindanlarında kimler yoktur ki. Tekinsiz sokakların serseri çocukları, fuhuşa sürüklenen kadınlar ve neden orada olduğunu bile bilmeyen onlarca insan. Hepsinin yaşadığı adaletsizlikler bu koca yürekli adamın kalbini incitir ama hiçbir şey çocuklarda gördüğü acıyı ona unutturamaz. Zindanı ve oradaki koşulları bir çocuğa asla yakıştıramaz Wilde. Bu yüzden onun için, dev elleriyle kavradığı çocukların bedenlerini koparta koparta yiyen bir titandır kapitalizm. Bu yüzden çocuklarımız mutsuz, yetişkinlerimiz yitik ve umutsuzdur.
İnsanlar çalışma hakları için direnir ve dev titan onları ezmek için eşikte beklemektedir. Sevdiğiniz işi yapın der kapitalizm ve pek çok insan sevdiği değil, yaşamak zorunda olduğu için bir işe koşmak zorundadır. Maksim Gorki’nin gözleriyle bakacak olursak böyle bir hayata ‘çalışmak zorunluluksa eğer, bunun adı köleliktir’. Sevdiğim demeyeyim ama hayalini kurduğum işi gazeteciliği yapmak istedim. Sistem bu konuda da çok başarılı. Bana hayalini kurduğum işten nefret etme imkânı verdi. Kimse bu düzende yaptığı işi sevmiyor ve bu çürüme koşullarında kimsenin yaptığı işi sevecek mecali yok. Hepimiz işimizin başına binbir lanetler ederek geçiyoruz. Eğer hala üretebiliyor ve eğer hala işimizde inat edebiliyorsak insanlığa olan güvenimizdendir. İşte o güveni Nuriye hocaların direnişinden devraldık.
Bugün ise o direnişin esir alınan yüzünü sonsuz bir unutma sarmalının içinde kaybediyoruz. Unutmayalım ve kaybetmeyelim diye yazıyorum. Kardeşi Beyza Gülmen ile telefonda konuştuğumda ve Nuriye Gülmen’in başına gelenleri dinlediğimde üzülmekten ziyade öfkeleniyorum. Bir gazeteciyim ve elbette duyduklarımı okurlarımla paylaşmak benim temel görevim. Bu görevi yapamadığım gün gazetecilikten emekli olmuşum demektir. Beyza Gülmen’den kendi kişisel görüşlerini bana göndermesini rica etmiştim. Yazının bu şekilde daha çarpıcı olabileceğine kanaat getirmiştim. Binbir zorlukla mücadele eden bu cesur kadının hemen yarın bana yazacağını söylemesi, hayal dünyamı harekete geçirmiş ve kafamda yazıyı çoktan kaleme almıştım. Elbette bu düzen bir hayal kırıcı olarak her zaman pusuda bekler. İşte mutsuzluklarımızın ve hüzünlerimizin kaynağı. Üç gün sonra herhangi bir mesaj alamadığım için Beyza Gülmen'e mesaj attım ve arkadaşından aldığım habere göre onun da tutuklandığını öğrendim. İşte o an öfke yerini hüzne bıraktı. Bugün, okurlarıma bu yüzden eksik ve yarım bir yazı bırakıyorum. Beyza Gülmen’in yaşadıklarını, öfkesini ve heyecanını onun sözlerinden yansıtamadığım yarım bir yazı...
Tüm bu fırtınanın bizleri köreltmesine izin vermemeliyiz. Mahkumiyet kararlarının gerekçesine girmiyorum. Artık tüm toplumun ezberlemiş olduğu bir gerekçenin herhangi bir bilgi değeri taşıdığına inanmıyorum. Selçuk Kozağaçlı’nın tabiriyle hukukun helvadan bir puta dönüştüğü bir ülkede hukuk konuşmanın da anlamsız olduğuna inanıyorum. Tüm toplumun korkutulduğu bir ortamda korkmadan Ankara’nın göbeğinde direnen bu insanları unutma hakkına sahip değiliz. Onlar bizi bu korku atmosferinden çıkaran ve bundan sıyrılmamızı sağlayan direngen insanlar. Şimdi, onları hatırlama ve direnme sırası bizde. Nuriye hoca öğrencilerine, Selçuk Kozağaçlı müvekkillerine tekrar kavuşacaksa eğer bu bizim vereceğimiz mücadele sayesinde olacak. Bu kadim zorbalık geleneğini, insanlarımızı tutsak ederek bizden koparan bu alçak hukuk oyununu bozma zamanı.