'Neticede AKP’nin yeni ekonomi modeli sermaye birikiminin kısa vadeli gereklerini ifade eden bir programdır; sermaye ve mülk sahipleri için bir tür bonanza birikim rejimidir.'

Nebati Siyasal İktisat - II

Yazayım diyorum, yazamıyorum. Malum hasbelkader iktisatçıyız ya bizden şimdi depremin ekonomik ve sosyal maliyetlerini hesaplamamızı beklerler, ben de yazayım diyorum. Velakin yazamıyorum. Bir kaç nedeni var.

Birincisi, bu düzende her şeyin bedelini, her şeyin maliyetini emekçiler öder. Hesaplayamadım, korktum, ya depremin maliyeti çok yüksek çıkarsa diye. İkincisi de, maliyet ve bedel hesaplama kapitalistin ya da tacirin işiymiş gibi geliyor bana, elim gitmiyor. Üçüncüsü ise insani bir acının maliyetlendirilmesine karşı önlenemez bir tiksinti duyuyorum. “Maliyet” burjuva iktisadının algısına göre kaynakların ve ürünlerin üretilebilmesi için gerekli çabaların parasal karşılığıdır. On binler öldü yahu, geri gelmeyecekler, gittiler, ne maliyeti!

Acı çok büyük; acı büyük ise akıl sahneyi terk eder. Ancak yine de akılcı bir şekilde manzara-i umumiyeyi resmetmek lazım. Resmetmek lazım ki depremin ne türden artçı toplumsal ve ekonomik şoklar yaratacağını daha iyi anlayalım. Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Aslında tekrar edelim demek daha doğru olur. Malum solcu iktisatçılar kriz tellalı gibi algılanırlar. Türkiye kapitalizmi anlık krizlere bir süredir düşmüyor gibi görünüyor. Anlık krizden kasıt teknik iktisat jargonuyla üretimin ve istihdamın ani ve hızlı düşüşü anlamına gelmektedir. Tüm olumsuzluklara rağmen son yılarda, pandemi dönemindeki kısa süreli çöküntü veya çeyreklik bazı küçülmeler hariç, bu anlamda kriz yaşanmadı. İktidara yakın kalemler ve akademisyenler de bunun reklamını bolca yaptılar, yapıyorlar. Ancak bilmiyorlar; Türkiye kapitalizmi anlık krize düşmüyor çünkü varoluşsal olarak kendisi giderilemeyen yapısal bir krize dönüşmüş durumdadır. Kaldı ki bu gidişatın da sonuna gelinmiş gibi görünmektedir. Deprem ağır tabloyu daha da ağırlaştırmıştır. Açıklayacağız.

Şimdi yapı deyince bazıları itiraz ediyorlar. “Yapı berbat anladık, ama ya özne?” diye; diğer bir ifadeyle “AKP iktidarının hiç mi kabahati yok?” diye. Var tabi ki. Öncelikle AKP iktidarı sermayenin sistemik karşı saldırısının hem bir parçasıdır (yani yapının parçasıdır) hem de onun siyasi dışavurumdur (yani öznesidir). İkincisi, 2002 ile başlayan süreçte AKP iktidarları sermayenin ilkel birikim güdüsünün pervasızca işletilmesi için tüm şartları yaratmıştır. Kısacası sadece özne değildir, aynı zamanda faildir. İlkel birikim ise bildiğiniz el koyma rejimidir. Bakın şimdi deprem bölgesindeki mera ve orman alanlarını yapılaşmaya açtılar bir kararnameyle; depremin ilkel birikim eğilimini amplifiye edeceğinin, katmerlendireceğinin göstergesidir. Dolayısı ile sermayenin karşı saldırısının ve birikim güdüsünün en açık, apaçık teşhiri AKP iktidarıdır. Önce bunu belirleyelim.

Şimdi yapıdan konjonktüre gelelim. Malum 2022 yılı son çeyreği için büyüme rakamları açıklandı; 2022’de % 5,6 büyümüşüz. Büyüdük de ne oldu diyebilirsiniz, haklı olursunuz. Ancak detaylara bakalım. Bu % 5,6’lık büyümenin asıl sürükleyicileri nelermiş bir bakmak gerekiyor. Başkaları teşhis eti, biz de not edelim. Üretken sektörler; sanayi, tarım ve madencilik büyüme oranının altında büyümüşler; hatta tarım nerdeyse hiç büyümemiş. Diğer yandan inşaat küçülmüş (- %8,4). En yüksek oranda büyüyen sektör finans ve sigorta faaliyetleri, bu üretken olmayan, rantiye sektör % 21,8 büyümüş gibi görünüyor. Peki bu değirmenin suyu nerden geldi? İki yerden gelmiş gibi görünüyor; kredi genişlemesinden ve borçlanmadan. Finansallaşma ile borçlanma Janus’un iki yüzü gibidir. Biri artarken diğeri de artıyor. Yüksek kredi genişlemesi ve ona eşlik eden yüksek borçlanma bu sonucu yaratmıştır.

Bir ara verelim; Nebati siyasal iktisadın en önemli momentlerinden biri burası çünkü. Yeni liberal etiketiyle teşhis etiğimiz sermayenin karşı devriminin en önemli ayaklarından birinin yüksek finansallaşma ve yüksek finansal getiri olduğu varsayılırdı. Hata Marksist cenahta bu tanımlamayı doğru kabul eden bir dolu kalem vardı. Buna bakarak AKP rejiminin artık yeni liberal olmadığına dair bir görüş sıklıkla ortaya atılır oldu. AKP’nin Nebati yeni ekonomi modeli düşük nominal faiz – yüksek enflasyon ikilisini işlevsel hale getirdiği için bu görüş başlarda pek makul göründü. Oysa yüksek faiz-sıkı para politikası ve buna bağlı olarak fiyat istikrarı yeni liberal programın amentüsü sayılıyordu. Şimdi aslında derli toplu bir program olmayan, ve kesinlikle bir model bile olmayan yeni ekonomi modeli bu amentüyü yok saymış görünüyor. Dolayısı ile AKP sadece emekçi sınıflar aleyhine vahşi bir bölüşüm programının faili olmanın yanında yeni liberalizme karşı ihanetin de faili gibi de görünmektedir.

Bu iki nedenle yanlış bir düşüncedir. Öncelikle artık yeni liberalizm kavramının (ki bizim sol cenahta pek sevilir) ayrıştırıcı bir yanı kalmadı. Gelecek hafta yazacağım. Bir işaret oku sadece bir yönü göstermelidir; eğer her yönü gösteriyorsa aslında hiçbir yönü göstermiyordur. Yeni liberalizm bu anlamda ayrıksı bir hikayeyi anlatır bir kavram olmaktan çıktı; o kadar çok ve o kadar gereksiz kullanıldı ki etkisiz elemana dönüştü. Başka bir yerde söylemiştim “yeni” dediğimiz dönem yeni değil, “liberal” ise hiç değil. Kapitalizm özüne döndü, özü, altı, üstü, eni ve boyu budur. Reforma tabi tutulamaz, yola getirilemez. En fazla yok edilebilir. Kısacası sorun kapitalizmin “yeni liberal” türünde değil, kapitalizmin kendisindedir.

Ancak hala kullanışlı olduğunu varsaysak, ve 1980’lerin başından bu yana uygulanan ekonomik ve sosyal programı gerçekten anlattığını kabul etsek bile, basitçe sıkı para politikası – yüksek nominal faiz – sıkı maliye politikası – bağımsız merkez bankası bileşenlerinden oluşan basit bir makroekonomik programın çok ötesinde kapsamlı bir sosyoekonomik programa işaret etmektedir. Eğer safiyane bir şekilde bu politikalar bütününü yeni liberal yaftası için yeterli görürsek AKP’nin son dönemde uyguladığı program gerçekten ezber bozan cinstendir. Ama değil, çünkü hem “yeni” hem de “liberal” olduğu düşünülen bu programın özü tüm korunaklarını, örgütünü kaybetmiş, direncini yitirmiş bir işçi sınıfının iktisat politikaları karşısında çaresizliğine, kamusal doğal, mali ve üretken kaynakların yağmalanmasına, tüm iktisat politikalarının sermayenin kısa (bakın uzun demiyorum, burası önemli) vadeli çıkarlarına göre ayarlanmasına dayanıyor. Eğer durum bu ise AKP yeni liberalizme ihanet etmemiştir demeliyiz. Hatta AKP son 3 yıldır “yeni liberalizmin” feriştahını uygulamaktadır diye de tamamlamalıyız.

Üstelik devam etmeden belirtelim; yeni liberalizmi yukarıdaki politika setiyle tanımladığımızda bile bazı sorunlar ortaya çıkmaktadır. Birincisi sıkı para politikası varsayımı paranın neredeyse bütünüyle merkez bankası tarafından yaratıldığını ya da paranın sistem içinde üretilmesi sürecinin bütünüyle merkez bankası tarafından kontrol edildiğini varsayan şu kadim nahif düşünceye dayanmaktadır. Olan ise şudur; sermaye ithal girdi maliyetlerindeki artışın (ki bu artış hem ulusal paranın değer kaybından, hem de ithal emtia fiyatlarının küresel yükselişinden kaynaklanmaktaydı) tetiklediği fiyat artışlarını bir tür bölüşümsel saldırıya dönüştürmüştür; fiyat artışları ithal girdi fiyatlarındaki artışın açıklayabileceği bir seviyenin çok ama çok ötesindedir. Nominal olarak zaten devede kulak kalan ücretler reel olarak iyice düşürülmüştür. Bu da bölüşüm göstergelerinin sermaye lehine dönmesine yol açmıştır.

Dahası bu saldırı düşük faiz oranlarıyla birlikte tasarruflarını sermaye birikimine doğrudan dönüştüremeyecek olan kitlelerin tasarruflarına özel sermaye birikimi tarafından el konulmasına yol açmaktadır. Yükselen tüketim malı ve hizmet fiyatları sayesinde tasarrufunu dayanıklı bir yatırım aracına (örneğin artık bir yaşamsal bir gereklilik olmaktan çıkan ve giderek bir yatırım aracına dönüşen konuta) veya hala getirisi yüksek olan başka bir yatırım aracına dönüştüremeyen, ve yüksek fiyatlar karşısında harcamaları gelirlerinden hızlı artan kesimlerin tasarruflarına sermaye birikimi tarafından el konulmaktadır. Tasarruf bile edemeyen işçi sınıfının geniş katmanlarının, tasarrufa sahip olmadıkları için, bu süreç ile alakaları yoktur. Ancak özellikle nitelikli emekçiler, yüksek gelirli emekçiler bu süreçte kaybedenlerdir. Dolayısıyla enflasyonist bölüşüm atağı hem reel ücretleri düşürerek artı değerin payını arttırmaktadır hem de tasarrufu olan emekçilerin tasarruflarını özel sermayeye peşkeş çekmektedir. Buna ek olarak, yüksek enflasyon, aynı zamanda, gelirleri ile en temel tüketim gerekliliklerini bile karşılayamayan emekçileri de hızla borçlanmaya itmektedir. Böylece niteliksizi, niteliklisi, tüm emekçiler reel ücret kaybıyla, tasarruflarının yok oluşuyla ve hızla yükselen borçlanma gereğiyle karşı karşıya kalmışlardır. Ve artık Türkiye’de dahil kapitalist ülkelerde her 10 hanenin en az altısı emekçi hanedir; varın siz düşünün. Ancak tüm bunlar sermayenin derin sorunlarını çözmüş müdür? Hayır.

Bir tür bölüşümsel haçlı seferine dönüşen enflasyonist sürecin parasal ifadesi olarak yeterli parasal genişlemeyi (krediler, kredili alışverişler kanalıyla) sistem doğal olarak yaratmaktadır. Dolayısıyla sistemde parasal genişlemenin (ve haftaya konuşacağız, düşük faiz oranlarının) asli motoru sermayenin birikim güdüsünün gerekleridir; devlet olsa olsa para politikası aracılığıyla bunlara meşruiyet kazandırmaktadır. Neticede AKP’nin yeni ekonomi modeli sermaye birikiminin kısa vadeli gereklerini ifade eden bir programdır; sermaye ve mülk sahipleri için bir tür bonanza birikim rejimidir.

Haftaya devam edeceğiz…