"Bu sistem sizi suçun bir yerinde konumlandırıyordur: Ya katil, ya mağdur ya da izleyicisinizdir. Geçmiş olsun hepimize o vakit. Ama yine de 'bu döngüyü kıramadıkça' diyordur içimizdeki o büyük saat."
Bir karmaşa içinde yuvarlanıp gidiyoruzdur. Bir dehşet sarmalı içinde günleri sıraya diziyoruzdur. Şiddetin boyutu giderek genişliyordur. Şiddetin biçimleri giderek çeşitleniyordur. Adalete, hukuka duyulan güven ve inanç ortadan kalkıyordur. Ortalık giderek kararıyor, tekinsizlik kol geziyor, kara kuyularından çıkan gorgolar bu alacakaranlıkta güvenle ortalarda dolanıyordur. Sorumlular yargılansın, failler hesap versin diyerek yükselen sesler yankı odalarında eriyip yok oluyordur. Karanlık kapkaranlık kâbusların olmazları olur olmuştur, uyanmak istenen bir düşten bir türlü uyanamama hâli, bizi ölümüne korkutup nefessiz bırakıyordur. Evin “güvenli” ve “kutsal” alanına ne kadar sığınsak ya da eve her koşup kapıyı ardımızdan sıkıca ne kadar kapatsak tıknefes insanlığımız giderek daha fazla temiz havaya ihtiyaç duyuyordur. Ev içleri daralıyordur, kararıyordur. İçimiz kararıyordur, daralıyordur.
Bireysel olarak ne yaşıyoruzdur biz?
Toplumsal olarak ne yaşıyoruzdur biz?
Peki, siz?
Kapitalizm bin kere iflas etmiştir. Haberin var mı demir kapı, yastığım, ranzam, zincirim? Ka-pi-ta-lizm iflas etmiştir! Duyduk duymadık demeyin, yaşadığımız gün gibi ortadadır. Ve dünya, bizim mavi kızımız dünyalığından utana utana kendini hızla yok ediş sürecine sokan bu azgın döngünün sömürgen gorgoları karşısında çaresizce beklemektedir. Yüz milyonlarca insanın ölümünden sorumlu bu kapitalist sistem/düzen artık yolun sonuna gelmiş olmalıdır. Yüz yıl öncesine göre artık giderek minikleşen, bilimsel teknolojik gelişmelerle her anlamda yakınlaştığımız “başkaları” artık omuz başımızdadır. Yani dünyanın kaderi ile tek tek ülkelerin kaderi arasında öyle Çin Seddi yoktur. Yoktur.
Var mıdır?
Demek oluyor ki burası için geçerli olan, her yer için geçerlidir. Kapitalizm iflas etmiştir ve her şeyden önce insanın insan tarafından sömürülmesi suçunu en başından işliyordur, işlemeye devam ediyordur. İnsanın başını kimileyin hafif okşayarak kimileyin tepesine meşe sopası indirerek çarkını döndürmek işiyle uğraşıyordur kapitalizm. İnsanın insan tarafından ezilmesi, öldürülmesi suç ise sömürülmesi de suçtur, suçtur, suçtur ve buna bir son vermenin zamanı çoktan gelmiş de geçiyordur. Geçiyordur.
Şimdi, bir kez daha, burada, ülkemizde ne yaşıyoruzdur biz?
Ülkemiz, bizim ülkemiz kapitalist sistemle yönetiliyordur, ok chap? Kapitalist devlet vergilerimizle dönüyordur, bu da tamam. Neden vergi ödüyoruzdur peki? Kabaca eğitim için, sağlık için, güvenlik için… Ancak her kademede ve her başlıkta neredeyse her kalemde piyasalaşma söz konusu ve her şey artık alınıp satılabilen metalar yığını olmuştur. En temel ihtiyaçlarımız dâhil hepsine vergi üstüne vergi bindirildiğinde dahi bizler, yani geniş halk yığınları, bir başka deyişle emeğiyle geçinen milyonlar, yine de, ne nitelikli eğitime, ne nitelikli sağlığa ne de son günlerde gördüğümüz üzere, gerçek anlamda güvenliğe ya da adalete erişebiliyoruzdur.
Narin’den, yenidoğanlara çocukları yiyen bir karanlık gorgolar ordusu ile yurttaşlarını baş başa bırakan bir yönetim anlayışı meşru mudur? Ortalıkta adaletin sağlanamaması ile, kadın cinayetlerinde iyi hâl indirimleri ve cezasızlık ile, kayıp çocuk vakaları ve gencecik kadınların artık giderek bir cins kırımına uzanan katledilmeleri ile ortalığa saran ağır korku ve kaygı havası adalete, hukuka ve güvene duyulan inancı yıktığında kovuklarından tehlikeli caniler çıkarak hınçla bıçaklarını bilemeyecekler midir? Bu yaratılan ortam, “öldürebildiği bir ortam yaratıldığı için öldüren” tiplere davetiye çıkarmayacak mıdır?
Örneğin hakikaten İstanbul Sözleşmesi’nden ne istenmiştir de bir gecede 20 Mart 2022’de feshedilmiştir bu sözleşme? Girişi şöyle mesela taraf olarak imzalanan sözleşmenin 11 Mayıs 2011’de:
Kadınlara yönelik her türlü şiddeti ve ev içi şiddeti kınayarak;
Kadın ve erkek arasında yasal ve fiili eşitliğin gerçekleşmesinin kadınlara yönelik şiddeti önlemede önemli bir unsur olduğunu kabul ederek;
Kadınlara yönelik şiddetin, erkekler ve kadınlar arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinin tarihsel bir tezahürü olduğunu ve bu güç ilişkisinin erkekler tarafından kadınlar üzerinde tahakküm kurulmasına ve kadınlara yönelik ayrımcılık yapılmasına yol açtığını ve kadınların ilerlemelerinin önünde engel olduğunu kabul ederek;
Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet gibi kadınlara yönelik şiddetin yapısal boyutunu ve bu şiddetin erkeklerle kıyaslandığında kadınları zorla ikincil bir konuma sokmanın çok önemli toplumsal mekanizmalarından biri olduğunu kabul ederek;
Kadın ve kız çocuklarının çoğunlukla ev içi şiddet, cinsel istismar, tecavüz, zorla evlendirme, sözde “namus” adına işlenen suçlar ve cinsel organları dağlama gibi insan haklarını ciddi bir şekilde ihlal eden şiddetin pek çok boyutuna maruz kaldıklarını ve bu durumun kadın erkek eşitliğini sağlamanın önündeki en büyük engel olduğunu büyük endişeyle kabul ederek;
Sivil halkı, özellikle de yaygın ve sistematik tecavüz ve cinsel şiddet şeklinde kadınları etkileyen silahlı çatışmalarda süregelen insan hakları ihlallerini ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin çatışma sürecinde ve sonrasında artması olasılığını kabul ederek;
Kadın ve kız çocuklarının toplumsal cinsiyete dayalı şiddete maruz kalma riskinin erkeklerden daha fazla olduğunu kabul ederek;
Ev içi şiddetin orantısız bir şekilde kadınları etkilediğini ve erkeklerin de ev içi şiddet mağduru olabileceğini kabul ederek;
Devam edersek yine sözleşmenin pek çok maddelerinden biri de şöyle:
Madde 42 – Suçların kabul edilemez gerekçeleri; sözde “namus” adına işlenen şuçlar da dâhil;
Taraf Devletler, bu Sözleşme kapsamında yer alan şiddet eylemlerinden herhangi birinin gerçekleşmesini takiben başlatılan cezai işlemlerde kültür, örf ve adet, gelenek veya sözde “namus”un bu eylemlerin gerekçesi olarak kabul edilmemesini sağlamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri alır. Bunlar arasına, özellikle, mağdurun, kültürel, dinî, toplumsal ya da geleneksel olarak kabul gören uygun davranış normlarını ve âdetlerini ihlal ettiği iddiaları da dâhildir.
Yukarıdaki İstanbul Sözleşmesi’ndeki maddelerden bir madde dediğim gibi ve kadınları öldüren erkekler yazık ki “Namusumu kurtardım” ifadesiyle iyi hal indirimi alabiliyordur artık. İşte tahakküm rejimlerinden biri olan ataerkillik ile evlenen kapitalizm ortaya garabetler çıkarmaya devam ederken gayet de rahattır aslında. Şöyle söyleyebiliyoruzdur bugün: “İçinde yaşadığımız düzende bebek öldürerek para kazanılabiliyorsa birileri bunu yapar.” Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten duygu ortadan kalkıyorsa ki buna vicdan diyoruz; vicdanın yerini paranın saltanatı (kapitalizm) aldıysa işte vicdan da alınıp satılabilen bir metaya dönüşmüştür. Vicdanlarımız da kendiliğimiz gibi büyük ölçüde toplumsaldır değil mi? Toplumsal koşulların yapılandırdığı, şekillendirdiği, belirlediği olgular, olaylar, durumlar, duygular… İşte şiddet de önlenemez kendinden menkul bir olgu gibi gösterilerek, “kaynağı ne?” sorusu es geçilerek üzerimize yığılır, yıkılır. Suça bulanmış bir toplum sarmalında kaçış yoktur. Olmuyordur. Sonuç şudur: “Bu sistem sizi suçun bir yerinde konumlandırıyordur: Ya katil, ya mağdur ya da izleyicisinizdir.” Geçmiş olsun hepimize o vakit. Geçmiş olsun. Ama yine de “bu döngüyü kıramadıkça” diyordur içimizdeki o büyük saat. Susturulmayı bekliyordur. Ama susmuyordur.
Tik tak, tik tak…
Failler yargılansın, sorumlular hesap versin demek önceliklidir ancak yetmezdir de aynı zamanda. Bizleri birbirimizden koparan, “dışarı”yı tekinsizleştiren bu korku ikliminde birbirimizden başka kime güvenebileceğizdir. O birbirimiz kimdir peki?
“İtaat et, rahat et” şiarı da tepetaklaktır enikonu… İstediğin kadar itaat et ancak rahat etme noktasını geçmişizdir, özel hastanede yenidoğanın öldürülüyordur sekiz bin için ya da çocuğumuz bir türlü nitelikli eğitim alamıyordur, ne kadar itaat et-rahat et denklemine sıkıca yapışsak da. Evin durmadan yıkılıyordur, ocağına kastediliyordur.
Mahalle yanarken saç taranacak bir yer de kalmamıştır, kalmamıştır, kalmamıştır. Artık kaçış yok. Artık çıkış yok… No way out chap!
Çürüyen canavarın gözlerinin taa içine bakma vaktin gelmedi mi daha?
Esinlendiklerim teşekkürlerim ile: