Nasıl bir ülkede yaşıyoruz ki “sınıf mücadelesi ve sosyalizm” deyince sağcılardan ziyade “solcuları” kızdırıyoruz? Nasıl bir gündeyiz ki ne bugünün karanlığını kabul ediyoruz ne de bu karanlıkları ışıtabiliyoruz? Sosyalist bir gelecek hayaline sahip olmak, bu karanlıkları ışıtabilmek demek.

“Ne Yapmalı?” bize sesleniyor: “Hayal etmeliyiz!”

Yaşadığımız günlerde, kapitalizmin yeniden ürettiği toplumsal değerlerin nasıl yıkıcı hale geldiğini deneyimlerken, başka olasılıklar üzerine düşünmek gerekmiyor mu? Burjuva siyasetinin içi boş kavramlarına, imkansız vaatlerine hapsolmayan ve ona tutsak olmayan bir siyasete ihtiyacımız yok mu? Ekonomisiyle, kurumlarıyla, toplumsal ilişkileriyle, kültürüyle ve değerleriyle başka bir toplumu var etmemiz gerekmiyor mu? Diğer bir deyişle, ihtiyacımız olan günümüzün acılarını yok edecek bir gelecek hayali değil mi?

“Hayal etmeliyiz!”, Lenin’in “Ne Yapmalı?”sının eşsiz bölümlerden biridir bana göre. Bu cümlenin ardından Lenin sorar, “Marx’a göre insanlığın önüne her zaman yalnızca çözebileceği sorunlar koyduğunu bile bile, bir Marksistin hayal etmeye hakkı var mıdır?” Ve edebiyat eleştirmeni, yazar Pisarev’e atıfla cevaplar: “Hayallerle hayat arasında bir bağ varsa, her şey yolunda demektir.”

Dünyayı değiştirmek üzere yola çıkan Marksizmin bir gelecek hayali ve bir ütopyası vardır. Bir ütopyası vardır ama ütopyacı değildir. Marx ya da genel olarak Marksizm, ütopyacı sosyalistleri gerçekçi olmadıkları, sınıf mücadelesi karşısında saflıklarını korudukları, sisteme karşı olmadıkları ve ahlaki değerlerle hareket ettikleri için eleştirir. Diğer yandan, Marksizmin sömürünün, yabancılaşmanın ve eşitsizliğin olmadığı bir toplum ütopyası vardır. Ve bu ütopyaya ulaşmak için gerçek hayatı, tarihsel ve bilimsel olarak ele alır, açıklar. Ütopya ve tarih, ütopya ve bilim iç içe geçmiştir. Bugünün salgın ortamında en çok ihtiyacımız olan hayatla güçlü bağları olan bir gelecek hayalidir. Önce, gelecek hayalinin nasıl yok olduğuna bakalım, ardından ise nasıl yeniden varedebileceğimize.

Kapitalizmin doğayı, insanı ve toplumu felakete sürüklediği salgın günlerinde tüm ütopyalar yok edilmiş ve emekçilerin çoğu gelecekten ve kendinden umudu kesmiştir. Toplumun geniş kesimlerinin beklentileri kapitalizmin ufku içine sıkışmıştır. Emekçilerin talepleri sermaye sınıfı ve onun organik aydınları tarafından yazıldığı sürece onların hayallerini kağıda dökmek imkansızlaşır. Bugüne nasıl gelindi?

Kapitalizmin ideologları Sovyetler Birliği’nin ve sosyalist bloğun dağılmasının ardından “Başka alternatif yok” dediler ve eklediler, “İllaki geleceğe bakacaksanız, orada ancak distopyalar görürsünüz.” Bu, kapitalizmin ideologlarından beklenebilir bir kültürel hegemonyaydı. Diğer yanda ise burjuva ideolojisi emekçilerin örgüt ve değerlerine sızdı. Geçmişte Marksist olanlar, post-modernizm, post-yapısacılık ve post-Marksizm adları altında burjuva demokrasisinde gizli kalmış “iyilikleri” gün ışığına çıkarıverdi.

“Post” ön eki olan yaklaşımlar, genelden özele, bütünden tekile, tarihsellikten konjonktüre, tutarlılıktan eklektizme, sınıftan kimliklere yöneldikçe, gelecek hayali de tanınmaz hale geldi. Geleceğin toplumunu hedeflemek, onu inşa edecek iradeyi oluşturmak, onun için sorumluluk almak ve o topluma doğru yürümek totaliter ve baskıcı bir genelleme olarak tanımlandı. Zira, birinin ütopyası diğerinin distopyası olabilirdi.

Gelecek hayalinden yoksun olmayı, salgın sürecinde sol adına geliştirilen politika önerilerinde de görüyoruz. Kapitalist üretim/mülkiyet ilişkilerine hiç dokunmadan, sosyal refah devleti dönemine ait tam istihdam, kamu eliyle sağlık hizmetlerinin verilmesi, işletme yönetimine emekçilerin katılması gibi talepler dile getiriliyor. Ya da ücretlilikten ve üretim noktasından uzaklaşılarak, herkese temel gelir ya da ihtiyacı olanlara asgari gelir desteği dillendiriliyor.

Bu talepler yoksulluğun ve sefaletin arttığı bir süreçte önemlidir, dillendirilebilir ama kapitalizmin somut durumu düşünülmeden, tartışılmadan üretilmişlerdir. Söz konusu talepler, sermaye birikim rejiminin değiştiği, sosyal refah devletinin ortadan kalktığı, solun işçi sınıfı içerisinde gücünü ve örgütlülüğünü kaybettiği bağlamda ne ifade etmektedir? Diğer yandan bu talepler, güçlü bir işçi sınıfı hareketinin olmadığı bağlamda, cılız bir sesle ya devlete “herkese temel gelir” çağrısına ya da şirketlere “Doğaya saygılı olun, çalışanlara fikirlerini sorun” çağrısına sıkışmamış mıdır? Burada kritik olan sosyalistlerin gelecek hayalini kaybederek bağlamından kopuk taleplere “günümüzün gerçeklikleri budur” diyerek sarılmalarıdır. Oysa ki sosyalistler her talebi bağlamı içerisinde değerlendirirler ve her durumda kendi sözlerini söylerler.

Sözün kısası, sağ ve sol demokratların ortak çabasıyla Marksizmin zihin açıcı imkanlarını değerlendirmekten yoksun bir çoğunluğun parçasıyız. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz ki “sınıf mücadelesi ve sosyalizm” deyince sağcılardan ziyade “solcuları” kızdırıyoruz? Nasıl bir gündeyiz ki ne bugünün karanlığını kabul ediyoruz ne de bu karanlıkları ışıtabiliyoruz? Sosyalist bir gelecek hayaline sahip olmak, bu karanlıkları ışıtabilmek demek.

Bugün sosyalist gelecek hayalini var etmenin imkanlarını tartışabilmeliyiz. Toplumun herkesin yeteneğine göre ve herkesin ihtiyacına göre örgütlendiği, maddi bolluğun olduğu, yabancılaşma ve sömürünün ortadan kalktığı, tüm insanların birbirleri ve doğayla, sanatçının eseriyle kurduğu ilişki benzeri bir ilişkiye sahip olduğu bir geleceği talep etmeliyiz. İnsanın yabancılaşmamış durumuna geri döndüğü, doğayla, başka insanlarla ve toplumla bütünlüğe ulaştığı bir toplumu inşa etmeye yönelmeliyiz. Ama bu gelecek hayalinin gerçek hayatla bağını kurarak…

Hayal ile hayatın bağını kurmak, ilk olarak işçi sınıfının değişen haritasının bilgisine sahip olmaktan geçiyor: Evde, fabrikada, plazada, merdiven altında çalışanlar, mevsimlik tarım işçileri, teknolojiyle yeni işlere sahip olanlar, teknolojiyle işlerini kaybedenler, işsizler, iş arayanlar, iş aramaktan vazgeçenler… Hayal ile hayatın bağını kurmak, kimlik, kültür ve etnisite savaşlarının içinde bulanıklaşmak yerine sınıfa, emekçilere ve sınıfsal çıkarlara dayanan sosyalizmin tarihsel birikimini sahiplenmeyi önümüze koyuyor. Ve en önemlisi, geleceği emekçilerle birlikte talep etmeyi şart koşuyor. Biz de Lenin’le birlikteyiz hiç kuşkusuz: “Hayal etmeliyiz!” Ve biliyoruz ki, hayal ile hayat arasında bir bağ varsa, her şey yolunda demektir.