Memleketinde istenmediğini ifade eden yaşıtlarımı görünce ardı ardına sorular canlandı zihnimde. Boğaziçi’nde başladı ve Boğaziçi’nde bitti mi yani her şey?

Ne son ne başlangıç

Hafta içerisinde Boğaziçi öğrencilerinin olduğu ve pek çok Boğaziçi’linin de paylaşarak destek verdiği bir video vardı, “Ülkem adına çok üzgünüm”. O video bana oldukça dokundu, bu hafta konu etmek istedim.

Bu yazıyı yazmaya hazırlandığım esnada başka bir vesileyle Boyun Eğme gazetesinin ilk sayılarından birine denk geldim. Komünist Parti döneminde çıkmaya başlayan bu gazetenin ilk halinde her hafta Nâzım Hikmet Parti Okulu bölümü ile Özgür Şen’in haftalık köşe yazıları yan yana yer alırdı. 

Gazetenin öteki sayılarına da bu sayede dalmış oldum. Partiyle ilk tanıştığım gazeteyi hatırladım, 1 Kasım 2015 sonrası yaşanan hayal kırıklığını parti nasıl göğüslemiş onu hatırladım. 

İşte 1 Kasım seçimlerinin ardından çıkan gazetede Özgür Şen toplumun bir kesiminin hissettiği yenilginin, yenilmişlik duygusunun bir yanılsama olduğunu anlatıyordu. Her şeyin bittiğini düşünen geniş kesimlerin memleketle bağlarının kopma noktasına geldiğinden ve ülkesine yabancılaştığından bahsediyordu. 

O yazı karanlık günlerin ilelebet sürmeyeceğinin, memleketin de AKP’den ibaret olmadığının altını kalın kalın çiziyordu.

Yakın ya da uzak olsa da tarihi bilmek, hatırlamak ve oralardan dersler çıkarmak insana güç veriyor. Yaşanan bazı şeylerin bir tek kendi başına gelmediğini ve her zorluğun çıkış yolunun da bulunduğunu, umudun her zaman var olduğunu ve aslında mücadelenin hiç bitmediğini görüyor insan. 

1 Kasım sonrası tası tarağı toplayıp gitmeye karar veren, kimle konuşsam umutsuzluğa gömülmüş insanların olduğu dönemi hatırlattı işte video. En azından benim çevrem için sanki her şeyin sonu gelmiş gibi bir haleti ruhiye hakimdi. 

Bense tam o dönemler üniversiteyi yeni kazanmış bir genç olarak ya hemen o günlerden gelecek konusunda kolay kolay kaybolmayacak olan umutsuzluğa gömülecektim ya da "Başka bir dünya mümkün" diyenlerin sesine kulak verecektim. 

Videoya döneyim tekrardan… 

İşte o her şeyin yitip bittiği hissiyatı videodan da yoğun biçimde sirayet ediyor izleyene.

Videodaki ilk arkadaş diyor ki “Boğaziçi Psikoloji’ye Türkiye 20.’si olarak girdim. Sinirbilim alanında uzmanlaşarak Alzheimer ve otizm alanında çalışmak istiyorum. 2 Ocak’tan beri yaşananlar beni Türkiye’de akademik kadroların liyakata göre değil sadakata göre doldurulduğu gerçeğiyle yüzleştirdi. Artık ülkemde dinlenmediğimi ve istenmediğimi hissediyorum. 'Ülkem adına çok üzgünüm.'”.

Videoda her biri sıralamasını, bölüme girerken kurduğu hayallerini, memleketi için üretmeyi dilediklerini ve yaşadığı hayal kırıklığını ifade ediyor. İstenmediğini hissettiği ve ifade ettiği ülkenin AKP’den ibaret gibi yansıtılması halbuki en büyük yanılgı. 

Bu ülke AKP’nin yalnızca kendine tâbi kılarak, sadakat usülleriyle, sadakayla, baskıyla kontrol altına almak istese de teslim alamadığı bir ülke.  

Nihayetinde memleketinde istenmediğini ifade eden yaşıtlarımı görünce ardı ardına sorular canlandı zihnimde. 

Boğaziçi’nde başladı ve Boğaziçi’nde bitti mi yani her şey?

Ya da ülkede bugüne kadar pek çok kuruma rektör atanırken, bir sürü akademisyen ihraç edilirken ve pek çok akademik kadro "liyakate göre değil sadakate" göre belirlenirken Boğaziçi’ne hiç dokunmasalar farkına varmayacak mıydınız? 

Kurduğumuz hayallerin yıkılması, yok olması bu kadar kolay mı?

Memleketten, gelecekten umudunu kesmek bu kadar pamuk ipliğine mi bağlı?

Boğaziçi’nde yaşananlar ülkeden umudu kesmek için yeterli mi? 

Sorular uzar gider… 

Bugün Boğaziçi’ndeki mücadele ne orada başladı ne de orada son bulacak. 

Orada ve memleketin dört bir yanında usulsüzlüklere, keyfi atamalara, piyasalaşmaya ve iktidarın baskısına boyun eğmeyen onlarca gencin, işçinin, aydının mücadelesi belirleyecek bu topraklarda kimlerin kazanacağını. 

Tarlada, fabrikada, atölyede, hastanede, okulda, plazada ya da evinden çalışan, üniversiteye giden ya da hiç gidemeyen veya okulu bitirmek için gündelik işlerle idare etmeye çalışan… 

Kim, nerede olursa olsun bir mücadelenin içindeyiz her birimiz. En büyük eksiğimiz umudumuz ve sınıfın kavgasına olan inancımız…