Türkiye’nin iç politikasını esir eden, dış politikasını yerli ve yabancı küresel sermaye çevrelerinin çıkarlarına göre belirleyen NATO üyeliği derhal sonlandırılmalıdır.

NATO’nun Türkiye’ye girişi

Emperyalist işgale karşı mücadele için kurtuluşu, Cumhuriyetin kuruluşunu, devrimleri ve “korumacı-devletçi” atılımı kapsayan süreç seçkin ve ayrıcalıklı bir yere sahip olarak değerini koruyor. Ancak bu değerin emperyalist örgütlerin Türkiye’ye girişini uygun bulan Meclislere geçiş sürecinin saklanmasına açık ya da örtülü yardımcı olduğunu da görüyoruz. Yüzyıl sonra Türkiye’de geniş bir kesim kapitalizmin ekonomi politiği içinde iyi uygulamalarla işlerin yolunda gideceği, yağma, talan ve soygun içinde hukukun üstünlüğüyle adalet geleceği umuduyla avunuyorsa sömürü gerçeğini saklayanlara destek olmaktan öte bir şey yapılmıyor demektir. 

Geçen haftaki yazımda kısmen girdim. Hemen İkinci Dünya Savaşının ardından, 1946-1953 döneminde, Korkut Boratav Hocamızın tanımlamasıyla, “dünya ekonomisiyle farklı bir eklemleme denemesi” yaşanıyor. Emperyalizmin finansal örgütleri IMF ve DB CHP iktidarı döneminde, militarist örgütü NATO DP iktidarı döneminde Türkiye’ye giriyor. NATO’nun Türkiye’ye girişinin Meclis ayağında CHP ve DP işbirliği içinde. 

1924 Anayasası, hem 1923’den sonra “yeniden inşa” ve “korumacı-devletçi sanayileşme” dönemlerinde hem “İkinci Dünya Savaşı” döneminde hem de “dünya ekonomisi ile farklı bir eklemleme” döneminde işlev gördü. 

1949’da kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’nın (NATO) Türkiye’ye giriş tarihi 1952 (1924 Anayasasının 26. maddesine dayanarak çıkarılan Antlaşmanın kabulüne ilişkin Kanun: 18.2.1952/5886). 1952’ye kadar geçen dönemde, 1950’de Türkiye’nin Kore'ye asker göndermesinin DP Hükümetinin SSCB tehdidi bahanesiyle NATO'ya üye olabilmek için bir fırsat olarak görmesini eklemek gerekir. Konu birçok yönüyle ve Türk Barışseverler Cemiyeti kurucu üye ve başkanı Behice Boran’ın savaşımlarıyla da ayrıca anılmaya değer. 

NATO’yla ilişkiler 5886 sayılı Kanun, eki Antlaşma ve protokolleri aşan geniş bir alana dağılarak bugünlere gelindi. NATO, 27 Mayıs 1960’daki Türk Silahlı Kuvvetleri Bildirisinde “NATO’ya inanıyoruz ve bağlıyız” desteğinde olduğu gibi ara dönemlerde de destek görmeye devam etti. Destek 12 Eylül’de de kayıtsız koşulsuz sürdürüldü. Olmazsa olmaz bir örgüt olarak kanıksatıldı.    

1963 yılında 244 sayılı Milletlerarası Anlaşmaların Yapılması İçin Bakanlar Kurulu’na (başkanlı rejimle birlikte cumhurbaşkanına) Yetki Verilmesi Hakkında Kanunla sağlanan geniş, belirsiz bir esneklik tanındı. Birçok konu, yasama süreci ve Meclis izin süreci devre dışı bırakılarak, dolanma yoluyla “uygulama anlaşması” kapsamına sokuldu. 2012’deki Patriot füzeleri ve NATO askerlerinin Türkiye’de konuşlandırılması bu kapsamda değerlendirildi. Anayasa ihlali burada da yapıldı.  

1990’dan sonra kuruluş amacı değişen, özellikle de ABD ile yapılan ikili uygulama anlaşmalarıyla ve 2010 Lizbon Zirvesinden sonra tamamen ABD’nin terörizmi koz olarak kullanarak hegemonyasını sürdürme aracı haline gelen NATO, birçok yönden kuruluş dayanağını yitirdi. Hem hukuksal hem de olgusal yönleriyle yeniden tartışmaya açılmasının ve tasfiye edilmesinin birçok gerekçesi doğdu.  

NATO, ne kadar üyeleri çoğaltılsa da, ulusal ve uluslararası hiyerarşiyle uygun olarak, hep ABD egemenliğiyle yaşadı. Bir yandan da birçok ülkede ve Türkiye’de “düzen içi muhalefeti” dahi olmayan, düzen siyasetinde kabul gören militarist örgüt pozisyonuna yerleşti. 

1990 ve 2010, NATO’nun kuruluş amacının çöktüğü ve terörizme yönelik yeni amaçların esas alındığı tarihler. Bu değişimlere, NATO kapsamında imzalanan ikili anlaşmaları, özellikle ABD ile imzalanan anlaşmaları da eklemek gerekir. 1949 NATO kuruluşunun ve 1952 Türkiye’nin NATO’ya girişinin koşulları değişti. Tarihsel süreç NATO Anlaşmasının işlem temelinin çökmesine neden oldu. NATO’nun varlığı, değişen durum ve koşullar nedeniyle halkın aleyhine döndü. Aynı örgütsel ilişkileri, Libya ve Suriye örneklerinde olduğu gibi fiili durumlarla sürdürmeye ve NATO’yu genişletmeye kalkışmak NATO karşıtlığını derinleştiriyor. 

Türkiye’nin coğrafi ve stratejik konumunun ABD için önemi nedeniyle NATO’nun ve Anlaşmanın dayanak gösterilmesi, toplumsal meşruluk dayanağı yapılamaz. Ne NATO ne de Anlaşma, Anayasa’nın, ulusal egemenliğin, toplumsal çıkar ve barışın, bağımsızlığın üstünde değil. Potansiyel tehdit ve ortak savunma gerekçesiyle füzelerin ve çok sayıda askerin ülke topraklarına yerleştirilmesi “caydırıcılık” perdesi arkasında “hedef” haline getirmeyi, korkutarak bağımlı kılmayı ve savaş olasılıklarında Türkiye’yi cepheye sürmeyi hedefliyor. 

NATO, emperyalizm ve kapitalizmin militarist gücü olarak yaygınlaşırken kimi güçler arası rekabeti ve terörü düşmanlık olarak gösteriyor. Asıl düşmanlık olarak gösterdiğiyse tüm dünyaya yayılmış milyarlarca emekçi. NATO, kuruluş yıllarında ve devamında karşısında SSCB ve diğer sosyalist uluslar döneminde olduğu gibi bugün de sermaye sınıfının ve onun siyasal iktidarlarının koruyucusu, emekçilerin düşmanı. Kontrgerilla örgütleri kuracak, insanlık suçu işleyecek derecede ideolojik, saldırgan ve işgalci.  

Siyasal ve ekonomik bağımlılık gibi askeri bağımlılık, NATO bağımlılığı da düzen içi denge ve uyumlarla çözülemez. Önemli göstergeler biri olarak TÜSİAD, emperyalist savaş örgütü NATO’yu sürekli ve yakından izleyen, küresel güvenlik mimarisinde NATO’daki değişim ve stratejiyi önemseyen sermaye örgütü.     

  Sömürücülerin kendiliğinden çıkıp gitmelerini beklemek nasıl gerçekleşmeyecekse, onlarla yaşayarak bireysel ve toplumsal huzuru, esenliği, devrimi bulmak da gerçekleşmeyecek.

Türkiye Halk Temsilciler Meclisinin belirttiği gibi “Türkiye sermayesinin kutsalı ABD ve NATO” emekçiler nezdinde itibar göremez. Türkiye’nin iç politikasını esir eden, dış politikasını yerli ve yabancı küresel sermaye çevrelerinin çıkarlarına göre belirleyen NATO üyeliği derhal sonlandırılmalıdır.