Sakın İsrail’i işlediği suçlardan dolayı protesto edip NATO’yu savunmayın bize. İkisinin birbirinden farkı yok, aynı lanet doku. NATO’ya ve emperyalist savaşa hayır.
İsrail Devletinin Gazze’de işlemeye devam ettiği katliamın sonucunda can kaybı 40 bini aştı.
Rakamlara karşı insan yüreği bir süre sonra nasırlaşıyor. Bize ölenlerin tek tek yüzlerini gösterseler, ölen çocukları bir arada ölmemişler de okula gidiyor gibi hayal ettirseler, öldürülen öğretmenleri, öğretim üyelerini, sanatçıları, sağlıkçıları, gazetecileri anlatsalar nasıl bir cinayet makinesi ile karşılaştığımızı daha iyi anlayacağız. Ayrıca günümüz silahlarının korkunçluğu ile uzuvlarını kaybeden ve yaşamını o koşullarda sürdürmeye çalışan insanlardan bahsetseler…
Sonuçta dünya halklarına karşı işlenen suçlarda NATO ve İsrail birbirine yakışıyor.
Bu köşede NATO’ya ilişkin yaptığımız dizinin üçüncü kısmını NATO-İsrail ilişkisine ayırmak yararlı olacak.
İsrail NATO üyesi mi?
İsrail doğrudan üye olmamakla beraber NATO’nun hep öncelikli ortağı oldu.
İsrail ve NATO arasında 1970’li yılların sonuna doğru istihbarat paylaşımı ve askeri eğitimi içeren bir anlaşma yapıldı.
Ancak İsrail daha fazlasını isteyecektir. NATO’nun Brüksel’deki merkezinde kalıcı ofis açmak ve “İleri İşbirliği “programına dâhil olmak isteyen İsrail 2010’da Türkiye’nin vetosu ile karşılaşır. İsrail’in Gazze’ye yardım için giden Mavi Marmara gemisine yaptığı baskınla veto gerekçelendirilir.
AKP’nin Batı emperyalizmiyle yaptığı pazarlıklarda İsrail vetosu masada olacaktır. 2012’de Türkiye kısmen vetoyu çeker, İsrail’e NATO seminer ve çalışmalarına katılma olanağı doğar. Karşılığında hükümet geçici olarak NATO’dan Patriot Bataryaları alır.
2016’da ise Türkiye vetosunu tamamen çeker, İsrail halen sürecek şekilde NATO merkezinde kalıcı bir ofis elde eder. Böylece İsrail bazı NATO tatbikatlarına da katılabilen adı konmamış bir NATO üyesi haline gelir.
Örneğin, son dönemde İsrail-İran arasındaki düşük yoğunluklu savaşta Türkiye’deki Kürecik başta olmak üzere NATO’nun bölgedeki tüm radarlarından gelen bilginin İsrail’e servis edildiği düşünülmektedir.
Şimdi İsrail karşıtı kesilen AKP’nin bu yalpalamasını halkımızın dikkatine sunuyoruz. İsrail özünde hep aynı İsrail’di, yalpalamayı gerektirecek hiçbir unsur olamazdı.
Şunu hatırlatalım, İsrail’in değişmeden kaldığını söylemek istemiyoruz. Tabi ki İsrail işçi sınıfı iktidardaki sermaye sınıfına karşı direniyor, güç dengeleri bir değişim içinde. Örneğin, geçen gün savaşa karşı gerçekleştirilen genel grevin bir anlamı vardı. Ancak iktidardaki tekelci sermeyenin suça eğilimi ve kirliliği öylece değişmeden duruyor.
Bu yalpalamayı, zaten NATO üyesi olmayı kendine uygun gören Türkiye sermayesinin ilkesiz pazarlıkçılığında aramak gerekiyor.
ABD ve İsrail askeri ilişkileri
Öncelikle NATO’nun ABD tekelci sermayesinin çıkarlarını temsil ettiğini biliyor ve neredeyse ABD ile eş anlamlı olarak kullanılabiliyoruz. NATO; ABD’den sonra İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda vb. ülkelerin sermaye sınıflarının çıkarları için işbirliğini anlatıyor bize. Bu yüzden İsrail ile ABD askeri ilişkilerine bakmak daha bütün bir resim verecektir.
İsrail ve NATO hemen hemen aynı zamanda kuruldular. ABD’nin 1949’dan günümüze İsrail’e yaptığı askeri yardımın 300 milyar dolar civarında olduğu söyleniyor.
Bu yazı dizisinin beşinci ve son kısmında Türkiye’nin ABD’den aldığı askeri yardımın hiçbir işe yaramadığını yazacağız. Ancak Türkiye ve İsrail’in aynı kaynaktan, ABD-NATO’dan aldığı yardım bütün eşitsizliğine rağmen halkımıza utanç veriyor.
İsrail’deki tek yabancı askeri üs(ler) ABD’ye ait bulunuyor. Yine ABD’nin bir Ortadoğu savaşında kullanılmak üzere bu ülkeye çok büyük miktarda askeri malzeme depoladığı biliniyor. ABD ve İsrail düzenli olarak askeri manevraları diğer NATO ülkelerinin de katılımıyla gerçekleştiriyor.
Ayrıca ABD Gazze saldırısında gördüğümüz gibi, İsrail’e BM Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisini kullanarak siyasi destek sağlıyor, daha doğrusu İsrail’in işlediği suçların ortada kalması için elinden geleni yapıyor.
Şunu da eklersek resim bütünleşecek: İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliam esnasında Avrupa devletleri adeta ülkelerinde bir sıkıyönetim ilan etti. İsrail’in eylemlerinden dolayı
eleştirilmesi anti-semitizm ile eş tutuldu. Böylesine bir ideolojik aygıtın işlemesi için dizinin geçen haftaki kısmında bahsettiğimiz gizli NATO’nun görev başında olması gerekir. NATO tarafından satın alınmış sayısız gazetesi, yazar, siyasi ve akademisyen olmadan böyle bir ideolojik baskı ortamını kuramazlardı.
Bir nükleer suç örgütü olarak NATO ve İsrail ilişkileri
ABD Japonya’da sivil halkın üzerinde ilk nükleer silahları deneyerek dünya halklarına karşı halen yargılanmamış olan büyük bir suç işlemişti. NATO 1949’da bu suçun üzerine inşa edildi, bu suça karşı sessizlik ve yeni nükleer suçları ilave etme potansiyeli ile çalıştı.
Eğer NATO’nun kuruluşundan hemen sonra aynı yıl içinde Sovyetler Birliği nükleer silah ürettiğini bildirmeseydi, muhtemelen çok daha kitlesel ve acı olaylar yaşayacaktık. Buna rağmen NATO’nun Sırbistan saldırısında kullanılan zayıflatılmış uranyumun halen kansere ve ölümlere yol açtığını daha önce ele almıştık.
İsrail’in nükleer silahlara sahip olmasının ve tamamen uluslararası denetimden serbest kalışının öyküsü doğal olarak ABD’nin ve sonra NATO’nun sahip çıktığı gelenek içinde okunabilir.
İsrail kuruluşunun başından itibaren nükleer silah sahibi olmak istedi. Fransa ile 1950’lerdeki kirli ilişkisi (Fransız sömürgelerinde istihbarat desteği veya Süveyş Kanalının ele geçirilmesi gibi) sonucu nükleer reaktöre kavuştu. 1960’larda atom, 1980’lerde hidrojen bombasına sahip olmasına ABD ve müttefikleri göz yumdular, hatta el altından destek verdiler.
Sonuçta NATO Sovyetler Birliği’ne ve emekçi sınıfların iktidar kavgasına karşı kurulmuş bir örgüttü. Ortadoğu bu anlamda bir sınıf savaşına sahne oluyordu. Sovyetler Birliği’nin desteği ile burjuva devrimleri olabileceğinden ileri çekiliyor, feodalizme ve emperyalizme karşı yoğun bir mücadele veriliyordu. İsrail’in bölgede tek nükleer silah sahibi ülke olarak kalması bu mücadeleye bütün Soğuk Savaş boyunca büyük zarar verdi.
İsrail; Irak, Suriye ve İran’da nükleer gelişmelere, çok sayıda bilim insanına suikast yaparak veya tesislere saldırarak engel olmaya çalıştı. Halen 100 civarında nükleer silaha sahip olduğu tahmin edilirken ABD’nin koruyucu şemsiyesi altında asla uluslararası olarak denetime tabi tutulamıyor ve hiçbir anlaşmanın parçası değil.
Gazze’de 40 bin kişiyi katleden bir devletin nükleer silahlara davranmayacağının hiçbir garantisi bulunmuyor.
Sakın İsrail’i işlediği suçlardan dolayı protesto edip NATO’yu savunmayın bize.
İkisinin birbirinden farkı yok, aynı lanet doku.
NATO’ya ve emperyalist savaşa hayır.