TKP kongre topladı, bir Narin’i daha elimizden alamasınlar diye, sosyalizmi kurma kararlılığını ilan etti. Umut buradadır.
Oktay Arayıcı’nın 1978’de sahnelenen “Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi” adlı oyununun sunuş kısmında, “olayımız, konumuz geçmişte, ama oyunumuz gelecekte geçiyor; yani bir ayağımızla geçmişte bir ayağımızla gelecekteyiz; her ikisiyle birlikte günümüzdeyiz hem de” denir.
27 Mayıs’ın hemen ertesinde, “muhayyelleştirilmiş bir Diyarbakır ilçesinin, iki büyük aile arasında kan davası süren köyünde” işlenen ve intihar süsü verilen cinayetin anlatımı olan oyun, davar sürerken bir tepeye vurup köyünün ötesinin de olduğunu fark eden, askerde kentler gören, yazıyı söken, eline kitap alan, sinema perdesine bile bakan, büyük kentte işçilik yoluna koyulan ve “ne bana bir, ne komşuma iki” deyip, feodal aşiret düzenini, ağalığı, beyliği sorgulamaya başlayan Haydar’ın “ortadan kaldırılması”nı anlatır. Köydeki kan davasını durdurmanın yolunu karşılıklı kız alıp vermekte bulan ve bunu “aydın sorumluluğunu ifa etmek” gören Kaymakam nezdinde, “Ak Devrim” de mülkiyete, mülkiyet ilişkilerine dokunmamış ve “nifak olan” Haydar’ın öldürülmesini, bütün köyü ve iktidarı olayın intihar olduğuna ikna ederek örtmeyi seçmiştir. İkna olmaya dünden gönüllüdür hepsi.
“Behey zorba beyler zalim ağalar / Ben ölende dünya size mi kalır / Ölümüzün elbet sorusu olur”…
Ölümüzün elbet sorusu olur… Haydar’ın “koçaklama”sını sanki bir kız çocuğunun incecik sesinden duyuyoruz günlerdir. Narin Güran, “kan davası”nın bile mülkiyet ve çıkar ilişkilerine bağlandığı bir dünyanın kurbanı olarak bakıyor bize, ekranlardan, sayfalardan. Sorusu var. Sekiz yıllık masumiyetin sorusu…
Bu sorunun ne olduğu konusu tartışmalıysa da, küçücük bir kızın öldürülmesi, medyasıyla, sosyal medyasıyla kamuoyunun gündemine oturdu. Ne ilkti oysa, ve eğer bu düzeni değiştiremezsek, maalesef ne de sonuncu olacaktı… İlk bakışta belki de vahşetin üzerindeki gizem perdesiydi uzun süreli ilginin ve infiale varan tepkilerin kaynağı. Ama Narin’in o el kadar tabutuna duvak örtülmesine karşı, mezarına oyuncaklar, okul malzemeleri taşınarak dışa vurulan öfke, bu kez sadece merakla sınırlı olmadığı izlenimi veriyordu.
Ancak, soL Portal’ın “Medyanın Narin'le imtihanı: Gazeteciler kendilerini önemsemekten halkı unuttu” başlıklı değerlendirmesinde de gösterildiği gibi, duygu dozlu Müge Anlı dedektifliği, meselenin odağına kilitlenmekten çok daha cazip gelmişti “basına-yayına”. Ve toplumda öfkenin sönümlenmesinde, karartılmasında rol almayı, merak kaşımayı yeğledi birçoğu..
Narin’i öldüren kimdi? Neden öldürmüştü? Aydınlatılması gerekenlerin önem sıralaması bundan ibaretti. Amca, abi, anne, amcanın yardakçısı, işçisi…. “Yasak aşk”, toplu ensest, gönderildiği istismarcı Kur’an kursu, uyuşturucu ağı… Görmemesi gereken bir şeye tanıklık, borç-alacak, aileden Narin öldü, bari öldüreni kurtaralım, vs… Verilen tembihli ifadelerin bulanıklıkları ve hedef saptırıcılıkları, korkunun-çıkarın sessizlik yeminleri karşısında, elde edilebilecek ipuçlarının tümüyle ve belli ki kasıtlı karartılmasıyla, soruşturmacıların değişmesiyle, siyasi iktidarın dost kucağına sığınmayla, çıkmaza girilmişti. Muhtar ve ruhanî ve Don Vito’msu amca liderliğindeki ailenin malî nüfuz ve bilek gücü, 30 hanelik bir yerleşimdeki akıl almaz çapta rant, dinsel taassupla iç içe feodal yapı, aşiret töreleri, mecburen şöyle bir değinilmek zorunda kalınan, ama üzerinde durulmaması gereken, zülfüyâre dokunacağı sezilmiş mevzulardı. Toplumsal yapı, kültürel deformasyon, dinselleşme, çürümüşlük filan ne ilgilendirirdi ki soruşturmayı. Bunlar düzene, düzen iktidara varabilirdi aman.
Nitekim köyden/mahalleden canlı yayında gözlemler aktaran muhabir “Cumhuriyet Devrimi buralara uğramamış gibi” benzeri bir saptamayla söze başlayınca, stüdyodan anında uyarı geldi. “Olayın kriminal boyutunda kalalım!”
Kriminal boyut. Sekiz yaşında bir kızla aynı cümle içinde ha?
Katil mi arayacaksınız? Tamam. Agatha Christie'nin sevimsiz dedektifi Hercule Poirot, belki de en zor sınavını Doğu Ekspresi'nde işlenen cinayeti çözerken verir. Ortada öyle çok ipucu, öyle çok katil zanlısı vardır ki... Birbirleriyle hiç ilgileri yok gibi görünen ve her biri bir başkasını zanlı durumuna düşüren bu ipuçları, cinayet için yolcular arasında ortak bir neden aramaya iter dedektifi. Yolcular sorgulandıkça, gerek gizledikleri kimlik, gerek ortak paydaları belirmeye başlar. Ve sonuçta, gerçekten de tek bir katilin değil, aynı trende yolculuk yapan insanların topluca işlediği bir “intikam cinayeti” açığa çıkar...
“Doğu Ekspresi'nde Cinayet”in bir özelliği, yapılanın “hayırlı bir iş” olması nedeniyle, “yapanların” mazur görülmesidir. Bir ailenin küçük kızını fidye amaçlı kaçırıp öldüren adamın yıllar sonra cezalandırılmasıdır trende işlenen cinayet.
Pek paralellik yok tabii, romanda, küçük bir kızı öldüren “cezalandırılmıştır”, Narin, öldürülen küçük kızdır. Romanda katili “cezalandıranlar” suskun ortaktır, Narin’de katiller kenetlenmiştir. Soruşturmanın açmazları ise çok benzerdir. Ve orta yerdeki çıkarcı itaatin, kişiliksiz kul köleliğin etrafından dolananlar da bu labirentte debelenmeyi tercih etmektedir.
Güran ailesinin AKP hükümeti bildirisi gibi dış güçlerli, yüce dinimizli, “stratejik” basın açıklamasındaki ifadelerin enteresanlığı bile geçiştirilecektir, yine zülfüyâr korkusundan.
Narin cinayetinin bilinmezleri er geç açığa çıkar, en azından bir “itirafçı” eliyle öyle düşünülmesi sağlanır. Kamuoyunun içinde hep bir şüphe kalacak olsa bile, dosya rafa kalkar. Ne zamana kadar? Yüzbinlerce çocuğumuzun başına gelenler tekrarlanana kadar. Bir Narin’in daha feodal töreler, cemaatler, tarikatlar eliyle güler yüzü soldurulana kadar.
AKP düzeninde dizginlerinden boşanmış, anne dizinden altı yaşındaki çocuğa kadar şehvette ve ahlaksızlıkta sınır tanımayan dinciliği bütün itaatkârlaştırmaya yönelik kulluk vaazlarıyla, tarikatlarıyla, cemaatleriyle, mütecaviz vakıflarıyla, Kur’an kurslarıyla, imam-hatipleriyle birlikte ortak toplumsal yaşam alanlarından silkeleyip atmadan, feodalizmi, aşiret kültürünü tasfiye etmeden, bütün bunlara kol kanat gerip besleyen sermayeyle hesaplaşmadan, ortalıkta cirit atan organ mafyasından uyuşturucu tacirlerine çocuklarımızı tehdit eden cürufun kökünü kazımadan, Narin’e gelecek kuramayız.
Şeriatçılığın, dinsel taassubun, “ceberrut cumhuriyet”e karşı “sivil toplum gücü” olduğunu ilan eden, asıl köleciliği “zorla yurttaşlık bilinci aşılama” olarak tanımlayan, tarikatlara, cemaatlere RP’lere vakıflara özgürlük ve örgütlenme hakkı isteyen, başta Birikim tayfası, Belge’ler, Laçiner’ler olmak üzere Altan’larıyla, Hür’leriyle, Uras’larıyla bilumum, “liberal hain”lerin, AKP’yi, Erdoğan’ı “demokrasi kahramanı” yapan Yetmez Ama Evet’çilerin ve peşlerine düşüp zihinsel gıdalarını oradan almayı sürdürenlerin de elindedir Narin’in kanı.
12 Eylül’ü “çıplak zor”dan, “baskı”dan ibaret görüp, işkencehanelerden daha zorlu direnç gerektiren bir ideolojik hegemonyayı, normalde “cirmi kadar” bir alanı olan liberalizmin kimlikçiliğinin, demokrasiciliğinin, “özgür ruh”unun, bireyciliğinin, “yarın soyut, sen somut bugünü kurtar”cılığının etkisi altına girerek “AKP eliyle cuntayla hesaplaşma” hayalleriyle içselleştirenler için de uyarıcı olmalıdır Narin’in cansız bedeni. Dünyayı değiştirme iradesiyle birlikte terk ettikleri Narin’lerdir.
Narin, çok iç yakan, can sıkan bir ölüm kuşkusuz. Kayıp, ölü, yaşamı karartılmış, yüzbinlerce çocuğumuz gibi… Ya umut?
Sentaks var, söz dizimi. Kronoloji var, zaman dizini.
Cümle 1: Türkiye Komünist Partisi 14’üncü kongresini toplamıştı; Narin’in de cansız bedeni bulundu.
Cümle 2: Narin’in cansız bedeni bulundu; Türkiye Komünist Partisi de 14’üncü kongresini toplamıştı.
İki cümle arasındaki ilk bakışta görünmeyen farkı, sentaks yaratıyor. Her iki cümledeki noktalı virgülün yerinde, görünmeyen bir “ama” var bence. Bağlaç da değil, hafifçe edat olarak. Ve bu “ama”, vurguyu, esas olanı, kendisini izleyen cümle parçasına yöneltir.
Narin kızımızı öldürüp taassuba gömdüler. Ama TKP de o saatlerde kongre topladı, bir Narin’i daha elimizden alamasınlar diye, bu çürümüş düzeni yerle bir etme, çocukları kayalarla değil seksek taşlarıyla buluşturacak sosyalizmi kurma kararlılığını ilan etti. Umut buradadır.
Ve şimdi siz, hepiniz, bunu sahiplenmeye, bir emekçi cumhuriyetinin bağımsız, laik, âdil, asalaklardan arınmış, aydınlık ülkesinde, eşitliği paylaşan yurttaşlar olarak yaşayacağımız bir hayatı kurmaya gelin… Umut sizdedir.
“Günümüzde buluşan geçmiş ve gelecek” sözünü aktarmıştık oyundan. Bir ayağımız Diyarbakır Tavşantepe. Narin’i eskiyen, geçmişte kalması gereken ilişki ve inanç ağı öldürdü bugün. Bir ayağımız Cumhuriyet. Bugündeki gelecek sizsiniz. Kalkın ve kara-köhne geçmişi tarihe gömün, yepyeni bambaşka bir âlem kurun. O âlemde çocuklar hep güle oynaya büyüsün…
“Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi” bir ikilikle açılır. Onunla bitirelim.
“Acının vergisini verdik, gülün haracını ödedik / Hüznü demirbaş defterinden düşmeye geldi sıra”…