Malum, Nakşibendilik şişede durduğu gibi durmaz, dal budak salar, kollara ayrılır. Süleymaniye’de yerleşmiş olan tarikat Nakşiliğin Halidiye koludur.

Nakşi kardeşliği

Kürt siyasal hareketinin “İslam açılımı” 1990’lı yıllarda başladı. PKK, Kürtlüğün merkezde olduğu yeni bir tarih yazmaya çalışıyordu. Ama geçmiş umduklarının tersine pek dinsel görünüyordu. Ulusun değil ümmetin işleriydi kayda geçenler. Şeyh Sait o yazım sırasında keşfedildi. Sait, her ne kadar Nakşi Şeyhi olsa da sonuç itibariyle bir Kürt’tü. Cumhuriyet düşmanı bir yobaz olması ise bu şartlarda rahatlıkla görmezden gelinebilirdi. Şeyh Sait oldu Kürt ulusal önderi Sait. Ümmetten ulus yaratma girişiminin cilveleridir.

Nakşi Şeyhlerini rehabilite etmenin ötesinde, bazı diplomatik adımlar da atıldı. Murat Karayılan, 2011’de, Süleymaniye kentinde yaşayan Nakşibendi şeyhinin kapısını çaldı. Çıkışta açıklama yaptı, “Şeyh Şebendi ile görüştüm. Nakşibendi tarikatının merkezi Süleymaniye’dir. Tarikatın en büyük şeyhi de Şeyh Şebendi’dir” dedi. Bu bir tür Nakşi Tarikatını tanıma adımıydı. Karayılan, Nakşibendilerin Kürtlerin haklarına sahip çıkmaları gerektiğine inanıyordu.

Bu görüşmeden birkaç yıl sonra Diyarbakır’da, Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla, “Demokratik İslam Kongresi” toplandı. Kuran okunarak açılan kongrenin birinci gününde “Medine Sözleşmesi”, “İslam’da zalim, mazlum ve adalet kavramları”, “Ortadoğu’da barış arayışı ve Kürt sorunu çözümü”, “İslam’da savaş, hukuk, barışın inşası” ve “Kadının İslam’daki yeri” başlıklarında oturumlar yapıldı. Oturumda söylenenlere göre Kuran'da ve peygamberin sünnetinde “çok kimliklilik, çok dillilik ve çok renklilik” gibi kavramlar bulunuyordu. Medine Sözleşmesi, “bir arada yaşama ve yönetime kolektif katılmanın” yazılı anayasasıydı. İslam Türkleri ve Kürtleri birleştirebilirdi, ima edilen buydu.

Öcalan da kongreye üç sayfalık mesaj gönderdi. “Mümin kardeşlerim” diye başlayan mesajda “bazılarının”, PKK’nın temsil ettiği Kürt hareketini “Ateist, Komünist, Materyalist olarak” tanımladıklarını ama bu tanımların “Batılı kavramlar” olduğunu söylüyordu. O “bazıları”na “kavram kölesi” demek daha uygun düşerdi. Kaldı ki İslam’ın dindarı ve ateisti olmuyordu. Zaten ümmet birliği de millet birliği demekti. PKK hareketini, “Batı’nın ideolojik hegemonyasının bir sonucu olan dini-laik ikilemine boğmamak” gerekiyordu. İslam’ın kendisini de “dini-laik bağlamına sıkıştırmak” yanlıştı. Bu sıkıştırma İslam’daki yaşam bütünlüğünü bozuyordu. Kavram kölesi olmayınca kavram cambazı olursun. Bunlar pek kıvrak ve oynak tanımlamalardır. Kavramların belini kırmadan, ümmetten ulusa ulaşamazsınız. Kıvraklık şarttır!

***

Malum, Nakşibendilik şişede durduğu gibi durmaz, dal budak salar, kollara ayrılır. Süleymaniye’de yerleşmiş olan tarikat Nakşiliğin Halidiye koludur. Bu kola adını veren Şeyh veya Molla Halid-i Bağdadi, 1779’da Süleymaniye’de doğdu. Kadiri tarikatından olan Berzenci Ailesi’nin yanında yetişti. 1809’da Süleymaniye’yi ziyaret eden Hindistanlı bir dervişin önerisiyle Hindistan’a gidip Nakşibendî Şeyhi Abdullahi Dehlevi’den el aldı. Artık Kadiri değil, Nakşibendi’ydi. Ancak Kadiriler ve Talabani Aşireti, Molla Halid’i “sahtekâr, sapık, yogi” olmakla suçladı. İşi zordu fakat tanrısı Halid’in yüzüne gülmeye hazırlanıyordu. Süleymaniye’de kurduğu ilk Halidiye tekkesi Kürtlerin geleceğini de şekillendirecekti.

Osmanlı Nakşiliğin Kürtleri bölmesinden memnundu, böylece “Kadiri” Kürt beyliği Berzenciler’e karşı sadık bir müttefik bulmuştu. Molla Halid, bu ittifaka yaslanarak etkisini genişletti. İmparatorluğun merkezinde de talih Nakşilere gülüyordu. Yeniçerileri ve Bektaşileri ezen Osmanlı, Bektaşilerden doğan boşluğu onlarla doldurdu, Nakşibendiliği “resmi tarikat” olarak benimsedi. Nakşiler imparatorluğun her tarafında etkisini arttırıyordu. Bunun en belirgin sonucu Kadiriliğin Kürt bölgesinden silinmesi oldu.

Önü devlet marifetiyle açılan Halidiler, Osmanlının yıkılışına kadar sadece bir tarikat değil bir siyasi parti gibi örgütlendi, bir idare aygıtı gibi davrandı. Osmanlının tasfiye ettiği aşiretlerin yerini artık Halidiye dolduruyordu. Halidiye’nin desteklediği küçük aşiretlere de gün doğmuştu. Barzani aşireti, Halid’in halifesi Şeyh Taceddin sayesinde Halidiye tarikatına katıldı. Barzani ailesi tarih sahnesine böyle çıktı. Özerk Kürt Yönetiminin kökeninde bu tarikat-aşiret ortaklığının büyük payı var.

***

Murat Karayılan, “Nakşiler Kürtlerin haklarına sahip çıksın” derken bu tarihe göndermede bulunuyordu. Nakşibendi tarikatı, Kürtler ve Türkleri birleştiren somut bir bağ haline dönüşmüştü çünkü. Sadece Süleymaniye’de değil, Ankara ve İstanbul’da da Nakşibendiliğin borusu ötüyordu artık.  

Bugün Türkiye’nin içine itildiği karanlığın sorumlusu olan pek çok tarikat, Menzil- İskenderpaşa-Erenköy-İsmailağa-Süleymancılar-Işıkçılar, Süleymaniyeli Kürt Halid’in paltosundan çıktı. Cumhuriyet döneminde isyan eden bütün Nakşi şeyhleri Molla Halid’in tohumlarını ekip yeşerttiği Halidi-Nakşibendi geleneğine yaslanır. Turgut Özal’dan Necmettin Erbakan’a, Bülent Arınç’tan Kemal Unakıtan’a, Abdullah Gül’den Tayyip Erdoğan’a, yakın tarihte dinci-sağcı kim varsa bir eli Molla Halid’dedir.

Saltanatın-hilafetin ilgası ve Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle başlayan yeni dönem Halidiye için karanlık bir dönemdi. Cumhuriyetle birlikte tarikat şeyhleri Osmanlı devlet ricalinden gördükleri destekten mahrum kalmışlardı. Hilafetin kaldırılmasından bir yıl sonra Molla Halid’in halifesi Şeyh Ali Septi’nin soyundan gelen Palulu Şeyh Said, yeni doğan cumhuriyete karşı işte bu saiklerle ayaklandı. Şeyh Said’ten, Menemen’deki ayaklanmayı organize ettiği iddia edilen Şeyh Esad Erbili’ye kadar Cumhuriyet Türkiye’sinde gerici isyana kalkışanların tamamı Nakşibendi-Halidiye şeyhleriydi. Haliyle Cumhuriyet de Halidileri bulduğu her yerde kovaladı. Doğaldır. O kadar ki, Büyük Millet Meclisi'nin 30 Kasım 1925'te çıkarttığı 677 sayılı kanunla tekke ve zaviyeleri kapatmasından sonra, şiddetli bir şekilde izlenen tek tarikat, Nakşilerin Halidiye kolu oldu.

***

12 Eylül faşist darbesinden sonra denklem değişti, Türkiye’de tarikatlar için yol yeniden açıldı. Nakşibendilik ülke sathına yayıldı, büyük ekonomik güç edindi. Etkileri Edirne’den Mezopotamya’ya kadar uzanıyor. Haliyle ülke de bir yandan bu tarikatın kanlı karanlık tarihiyle yüzleşiyor.

O karanlıkta gördüklerimizi özetleyelim: Nakşibendilerin aydınlığa yönelik düşmanlıkları devletle anlaştıkları 1826 yılına dayanıyor. Abdülhamit bu ilişkiyi taçlandırdı, fırsatını buldukça bu tarikatı muhaliflerine karşı kışkırttı. Nakşilerin en büyük ayaklanması, 1909'da Hürriyet’e karşı oldu. II. Meşrutiyet ile hesaplaşma istekleri, İngilizlerin tahriki ve maddi yardımıyla İstanbul'da 31 Mart gerici ayaklanması olarak adlandırılan büyük bir kalkışmaya dönüştü. Kurtuluş Savaşı’na karşı da pek çok ayaklanma başlattılar. Şeyh Eşref, Birinci-İkinci Bozkır, Konya, Birinci-İkinci Anzavur, Ali Batı, Birinci-İkinci Düzce, Birinci-İkinci Yozgat ve Zile ayaklanmalarında öncülük Nakşilerdeydi. Şimdi yeniden devlette ve iktidardadır.

Haliyle HDP ile iktidar bülteni Akit gazetesini birleştirebilen bir çizgidir bu. İlkine göre Sait “Kürt halkının kutsalıdır”, ikincisine göre “İslam alimi”dir. Ortak tarifleriyle “Türk Ordusu’na sızan Kemalist Terör Örgütü’nün şehit ettiği” tarihsel bir karakterdir. Haliyle Şeyh Sait’ten AKP’ye uzanan siyasi çizgide bir Nakşibendi rengi var. Nakşi kardeşliğidir.  

Peki, Nakşibendilikten ulus çıkar mı? Mümkün değildir. Bu çizgide ulusal renk İslamcılığın önemsiz bir dolgusundan ibarettir, gerisi zorlamadır.

***

Birkaç gün önce Karayılan’ın tarikat merkezi ilan ettiği Süleymaniye kentinde otomobil ve motosiklet yarışına katılmak isteyen bir kadın, yüze yakın erkeğin saldırısına uğradı. Tekme tokat dövülen kadın olası bir linçten kaçarak zor kurtuldu. Kürt bölgesi yöneticilerine göre göre, Barzani ailesidir, saldırı barbarca bir tavrın ürünü.

Peki bu barbarlığı üreten ne? Tabii ki tarikatlar düzeni. Tarikat düzeni kadın ve çocukların cehennemi, ipsiz sapsız erkeklerin cennetidir. Tarikatlar düzeni, moda deyimle bu barbar “erilliği” yeniden üretiyor, kadını aşağılıyor, çocukları tarikata devşirilecek bir hammadde olarak görüyor. Yayılmalarında ve yaygınlaşmalarında bu “erilliğin” tartışmasız bir etkisi var. Hem tarikatları destekleyip hem barbarlıktan yakınamazsınız öyleyse.

İşte tarih, işte sonucu. Bu karanlığın Kürdü, Türkü yok. Kadınların, çocukların ve tabii insan olmak-insan kalmak isteyen “erkeklerin” kurtuluşu ümmet olmakta değil eşit ve özgür yurttaş olmakta. Nakşi kardeşliği değil, sınıf kardeşliği birleştirir bizi. Süleymaniye’de veya İstanbul’da bu tarikat düzenini dağıtacağız. Herkes etrafına bu netlikte bakmalı, çizgisini bu netlikle oluşturmalıdır.