1936’da İspanya’da, iç savaşta, daha doğrusu ilericilerin o amansız atılımında yer alan Uluslararası Tugay’ın yaşayan son üyesi Josep Almudever Mateu 101 yaşında hayata veda etti.

Müsilaj, üç doz patinaj ve hoşça kal yoldaş!

Müsilaj girdi şimdi de hayatımıza.

Patinaj da diyebiliriz aslında. Yani bir tek Marmara değil tüm dünya patinaj çekiyor. Küresel ısınma, iklim değişikliği, plastik atıklardan oluşan dev adalar, taş ocağı için yarılan dağlar, dereler, tepeler ve mutasyon geçiren virüsler derken şimdi de vardık boğulan, nefessiz kalan denizlere. Müsilaj ile...

Böyle ilginç, yeni kelimeler olarak giriyor hayatımıza bu patinaj. Sanırım çoğumuz ilk kez bu hafta duyduk deniz salyasını. Belki denk gelmişizdir daha önce de ama çok da üstünde durmamışızdır. İnsan denizin ölebileceğini, suyun çürüyebileceğini düşünemiyor. Köpüren ve köpükleriyle kıyıya vuran denizlerimiz var şimdi. Kapitalizm sağolsun.

Ama işin ilginç yanı ne, biliyor musunuz? Sebep belli mi? Belli. Fail belli mi? Belli. Bir tek müsilajdan bahsetmiyorum. Tüm bu küresel patinajın sebebi de faili de belli. 

Belli ama nedenini de sebebini belirsizleştireni daha çok!

Mesela anında yayıldı bu hafta: “duyarsız vatandaşlarımız” suçlandı, denize naylon poşet atanlar telin edildi vs. vs. Dipten ve derinden Marmara’ya akıtılan tonlarca atığın sahibi yokmuş gibi haberler yapıldı. Faili olmayan bir deniz kirlenmesi! Neredeyse kendine kendine kirleniyor, ölüyor işte denecek. Ki deniyor da!

Ama baş fail “vatandaş”. Hem de düşüncesiz, duyarsız vatandaş. Bir zamanların trafik canavarı gibi. Hatta geçtiğimiz hafta denizden, işte o duyarsız vatandaş tarafından denize atılan motosiklet, elektrikli testere ve bilumum çeşit telefon çıkarıldı. İspatsa ispatı işte. Çıkarıldı ve çıkarılan bu ganimetler Kadıköy sahilinde sergilendi bile. Ne için? İbreti alem olması için. Yok, kirletenleri aklamak için. Kirletenlerin temiz kalması için.

Evet, biliyoruz failleri: denizleri, dünyayı “bilinçsizce tüketen” o duyarsız tüketiciler kirletiyor. Başkası değil.

Mesela fabrikalar değil, o devasa fabrikaların sahipleri, atıkları, göz yumulan işleyişleri, siyasilerin işleri kolaylaştırmak için gösterdikleri çaba, hırs, kâr, piyasa değil. Marmara’da giderek artan gemi trafiği hiç değil. Müsilajdan denen patinajdan işte o motosikleti denize atan o melun (hatta belki -belki değil kesin- sarhoş) kişiler sorumlu!

Yalan mı? 

Yalan değil belki ama baştan aşağıya çarpık! Her şeyiyle.

*

Marmara Denizi, salya sümük nefessiz kalırken bir diğer patinaj da biliyorsunuz aşı cephesinden geldi. Dediler ki “3. doz şart gibi!”

Kim dedi? Amerikan şirketinin ceyosu ve fısıltı gazetesi.

Sonbaharda 3. doz gerekir mi?

Neden gerekmesin? Gerekebilir! Ama sorun gerekmesinde değil. Sorun aşının bir piyasa meselesi haline gelmiş olmasında.

Herhalde binlerce kez söyledik: salgın egemen sınıfa, yani sermaye sınıfına öyle kolay kolay elde edemeyeceği olanaklar sağlıyor. Salgının bir an önce bitmesi, en azından toplumsal bir tehdit olmaktan çıkarılması emekçi sınıfların çıkarına. Bu nedenle de bir an önce yaygın aşılama yapılmalı. Aşı her yerde hızlıca üretilmeli, piyasa mantığından kurtarılmalı.

Şimdi ise karşımıza üçüncü doz çıkacak. Yaz rehaveti ile çok hissetmeyeceğiz belki ama sonbahardan itibaren tartışmaları hızlıca alevlenecek. Gerekiyor mu gerekmiyor mu diye tartışılacak. Ama esasa dair bir tartışma yapılmayacak: Aşılama kimin için? Sağlık kimin için? İyilik hali ne için? Salgın… Niçin?

Ama dünyanın hali bu. Gelip giden bir hâl. Emekçi sınıflar bastırıyor, üretim araçlarının mülkiyetini ellerinde tutanlar ise bu baskıyı bertaraf etmek için patinaj üzerine patinaj yapıyor. Yüzyıllardır!

Sanmayın ki müsilaj da şu salgındaki sonu gelmeyen dozaj da bu patinajların bir parçası değil! Tam tersine tarihin tekerinin ileri dönmemesi için verilen büyük mücadelenin bir parçası bunlar.

Ve 1936 İspanya İç Savaşı da bun mücadelenin, bu patinajın bir parçasıydı. Devrim, önce Avrupa’da nefessiz bırakıldı, salyalar içinde boğuldu ve sonrası da geldi.

İşte 20. yüzyılın hemen başındaki müsilajın, sermaye sınıfının salyasının bir parçasıydı İspanya İç Savaşı. Devrimciler, cumhuriyetçiler, ilericiler çok uğraştılar ama faşist (falanjist) Franco iktidarının arkasında bir tek İspanya’nın değil tüm Avrupa’nın mülk sahibi sınıfları birleşmişti.

Karşılarında ise her yaştan inanmış insanlar vardı. Devrime, ülkelerine, özgürlüğe, toğrağa, insana ve geleceğe inanmış insanlar. En başta tabii ki İspanya’dan… ve tabii ki Avrupa’nın dört bir yanından.

İşte bu hafta ajanslara bir haber daha düştü. 1936’da İspanya’da, iç savaşta, daha doğrusu ilericilerin o amansız atılımında yer alan Uluslararası Tugay’ın yaşayan son üyesi Josep Almudever Mateu 101 yaşında hayata veda etti.

Sosyalistti. 17, hatta 16 yaşından beri. Yani kendini bildi bileli. 1937’de Tugay’a gönüllü olarak kaydolmakta muhtemelen hiç tereddüt etmedi. Ailesi gibi kendisi de yaşama dört bir koldan atılmakta, sarılmakta kararlıydı. Barselona’da aylarca ilericilik için mücadele verdi. Cumhuriyet gözlerinin önünde Franco müsilajıyla boğulurken sadece 18 yaşındaydı.

Esir düştü, ölüme mahkûm edildi. Yıllarca hapis yattı. 1944’te özgürlüğüne kavuştuğunda Franco’ya karşı mücadele etmekten yine geri durmadı. Devam etti. Hep!

Zamanın müsilajına ise hiç teslim olmadı. Geçtiğimiz Pazar hayata veda edinceye kadar.

Çok patinaj gördü, çok müsilaj.

Ama tıpkı bir Salamina Askeri gibi büyük bir karşılık beklemeksizin mücadele verdi. Mütevazi ve görkemli. 20. yüzyıl gibi…

Şimdi önümüzde yirmi yılını geride bıraktığımız bir yüz yıl var.

Görünen belli: Ya müsilaj ya da..

Ya da”sını biliyorsunuz.

Hoşçakal yoldaş!