“Türkiye’ye yapılırsa kötü, Türkiye yaparsa iyi” anlayışı bu ülkedeki anti-emperyalist birikimi ciddi ciddi kemiriyor.

Milliyetçilik dansı ve Türkiye’nin son çıkışı

TKP tarihinin en yaratıcı afişlerinden biriydi, şu soru yer alıyordu: “Ankara’da Irak askeri görmek ister miydiniz?” ABD Irak’ı işgale hazırlanıyor, AKP iktidarı da bu kanlı operasyona katılmak için pazarlık yapıyordu. Olmadı, toplumsal tepkiler AKP içinde çatlakları derinleştirdi ve 1 Mart’ta TBMM’de yapılan oylama Türkiye’nin işgale ortak olmasını engelledi.

Öncesinde Amerikancılar ile savaş ve emperyalizm karşıtları arasında kıyasıya bir mücadele yaşanmıştı. “Irak’a biz de girelim” çırpınışındakiler, Türkiye’ye para yağacağını, Musul ve Kerkük’ün arada cebe indirilebileceğini ileri sürüyor, ABD’yi kızdırmanınsa hiç de iyi sonuç vermeyeceğini ima ederek aba altından sopa gösteriyordu.

İşte TKP’nin “Ankara’da Irak askeri görmek ister misiniz” afişi o sırada hazırlandı, aynı başlıkla bildiriler dağıtıldı. Yurttaşlarımız şaşkınlık içindeydi, “ne münasebet” diyorlardı. Bazıları ise panikleyerek “gerçekten böyle bir olasılık mı var” diye soruyordu.

Doğal karşılayan yoktu. İyi ki… 

Başka ülkelerde, hele hele o ülkenin rızası olmadan, asker bulundurmanın doğallaşması hiç iyi değil.

Peki nasıl oldu da Türkiye için bu doğallaştı?

Bugün bozkurt işareti nasıl doğallaştırılmaktaysa öyle…

“Türkiye’ye yapılırsa kötü, Türkiye yaparsa iyi” anlayışı bu ülkedeki anti-emperyalist birikimi ciddi ciddi kemiriyor.

Şu sıralar Yeni Osmanlıcı zihniyetin emperyal vizyonu tam da bu türden bir adalet yoksunluğunu topluma dayatmakta. Patron sınıfımızın kabaran iştahının bu süreçteki rolünü hatırlatmaya gerek yok. Ancak MHP ve benzeri partiler “Türkiye bir yana dünya bir yana” felsefesinde yalnız kalsaydı, bu akıl tutulmasına toplumda bu ölçekte bir onay alınamazdı.

Mesele şu ki, ABD ve Avrupalı emperyalistlerin on yıllar boyu süren ekonomik, siyasi ve kültürel saldırısının ve insanımızı hor gören kibirinin, “mazlum” bir ulusa sonsuz bir kredi açtığı düşüncesi yalnızca toplumda değil aydınlar arasında da kabul görmüş durumda. Dahası, birçok aydın için, ne kadar gelişirse gelişsin, ne kadar yayılırsa yayılsın, Türkiye kapitalizminin bağımlı, azgelişmiş, zayıf ve çarpık karakteri değişmiyor.

Bir de bunun üzerine Kürt milliyetçiliğinin bir kısım solcuyu da içine çekerek uluslararası alana taşıdığı ve “Lozan anlaşması feshedilsin” noktasına varan “Türkiye düşmanlığı”nı eklediğimizde, kendisini milliyetçi olarak tanımlamayan birçok kişi “hepimiz milliyetçi değil miyiz” noktasına geliveriyor.

Ülkemizi severiz, vatanseveriz, yurtseveriz. Ama milliyetçi değiliz. Aradaki farkı sürekli vurguluyoruz ve aldığımız yanıtın standart bir biçimde “bizimkisi ırkçı olmayan milliyetçilik” ya da “Atatürk milliyetçisiyiz” olması artık usandırıcı hale geldi.

Mustafa Kemal’in işgale ve saraya karşı kurtuluşu örgütlerken “milliyetçi” bir çizgide olduğu açık; adı üzerinde Milli Mücadele. Ancak dönem ulusal kurtuluş savaşları dönemi, milliyetçiliğin ilerici bir karakter kazanması için koşullar uygun. 

Bugüne dönelim. 

Hemen her kritik başlıkta, milliyetçiliğe alan açıp onu meşrulaştıran CHP’ye değinmeden geçemeyiz. Bir düzen partisi olarak CHP’nin barındırdığı ideolojik unsurların çeşitli olması son derece doğal. Ancak CHP’nin kendisini başka ideolojik kimliklerle tanımlayan destekçilerini yeri geldiğinde milliyetçiliğe çekmesi üzerinde durulmayı hak ediyor.

Bozkurt işareti tartışmasında aynısını yaşadık. “Özgür Özel bile sahip çıktı…” Böyle dedi birçok kişi. Ama CHP ve Özel bu zaten…

Kuşkusuz bozkurt işaretine ceza verilmesi abes.

Kurdun dünyadaki başka örnekler gibi Türkiye’de uzun süredir bir simge olarak kullanılmasının sorgulanması da saçma.

Ancak, nereden çıktı bozkurt işaretinin bütün Türkiye’ye ait olduğu!

Türkeş şu tarihte kullanmaya başlamış filan… Geçiniz. 

Düpedüz MHP ve türevlerine ait, onunla özdeşlemiş bir jestten söz ediyoruz.

Zafer işareti ya da sıkılı yumruk gibi uluslararası bilinirliği olan sembollerle kıyaslanması ayrı bir tuhaflık. Medyamızın biraları yuvarlamış Hollandalı taraftarların bozkurt işareti yapmaya çalışmasından onlarca haber çıkarmasına bakılacak olursa, pek de evrensel ve yaygın bir işaretten söz etmiyoruz!

Köşesinde “bozkurt bizim kutsalımızdır” yazıyordu gazetecinin biri. Kutsallaştırmayı seviyoruz çünkü en dayanaksız iddiaları bile dokunulmaz kılıveriyor.

Kurtlar, özellikle bazı türleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya, onlara dokunmayalım ama kutsal ilan etmek nedir gerçekten?

Bütün bunlar kâr hırsıyla kontrolden çıkan Türkiye kapitalizminin ve Yeni Osmanlıcı ideolojinin tehlikeli açılımlarına meşruiyet sağlama girişimleri…

Hollanda maçında tribünlerde on binlerce kişi “Burası Türkiye buradan çıkış yok” diye bağırdı, spiker kendinden geçti. Maç Berlin’deydi. “Türkler dışarı” sloganıyla sokakta yabancılara saldıran, ev yakan Alman faşistlerine hak veren Almanların sayısında büyük artış olduğundan emin olun. Zaten ırkçılık her yerde olduğu gibi Almanya’da da yükselişte.

“Ama biz Türküz, ırkçı değiliz!”

Kötü haber, Almanya’nın başkentinde “Burası Türkiye buradan çıkış yok” diye bağrılmasından rahatsız olmayan herkesin yüreğine o kötü tohumdan serpildi bir kere…

Düşünsenize, İstanbul’da oynanan bir kupa finalinde, Bayern Munich taraftarlarının “Hier ist Deutschland, hier gibt es keinen Ausgang” diye haykırdığını…

Ertesi gün Sabah gazetesinde “Büyük Küstahlık”, Hürriyet’te “Hitlerin Torunları” başlıklarının atılacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.

İçeride eşitsizlik, adaletsizlik, zorbalık ve sömürü üreten bir toplumsal sistemin uluslararası alanda adalet, eşitlik ve barış rüzgarları estireceğine dair saçma sapan efsane bugün Türkiye’nin bütün kaynaklarını iç eden büyük sermayenin yeni pazarlar, yeni yatırım alanları, yeni ucuz işgücü arayışlarını cesaretlendiriyor.

Bütün bunlar, kimilerinin sandığı gibi Türkiye’yi ABD emperyalizmi karşısında daha dirençli ve korunaklı hale getirmiyor. Çünkü Türkiye’ye emperyal bir vizyon dayatanlar bir yandan da ABD ve NATO ile işbirliğini derinleştiriyor, pazarlık ve gerilim ile işbirliği iç içe geçiyor. Ve Türkiye kapitalizmi burnunu rekabet ve çatışmanın yoğun alanlarına soktukça çok sayıda fay hattının kırılgan hale getirdiği ülkemizin, o çok sevilen sözcüğü kullanacak olursak, “beka sorunu” katmerleşiyor.

Biliyoruz, milliyetçi retoriğin son sığınağı “e ne yapalım, bu dünyada ya kurt ya kuzu olacaksın” düsturu. Mesele tam da bu: İçeride önüne gelen her şeyi parçalayıp yutan bir avuç sömürücü ve emeği ve bedenleriyle yoksulluğa yatan, hırpalanan, yaşam ve ölüm arasındaki farkı unutmaya başlayan, geleceksiz milyonlar…

Dışarıda da aynısı…

Bağımsız, egemen, güçlü bir Türkiye isteyenler… Son çıkışa yaklaşıyoruz. 

Bu ülke ya eşitlikçi bir düzen temelinde ayağa kalkacak ve uluslararası alanda adaleti, barışı, kardeşliği, anti-emperyalizmi onuruyla temsil edecek ya da bugünkü düzen Türkiye’yi emperyalist dünyada kanlı ve uğursuz yeni paylaşım savaşlarının içine sürükleyecek.