Düne kadar hemen her hususta görüşüne başvurulan, ayet yorumlayıp hadis aktaran, yokuşları düzleyip Müslümanları selamete çıkaran koca müderris Mevlana, oluyor mu sana deli divane bir derviş!

Mevlana'nın düğünü

Mevlana Celaladdin Moğol savaşçılarının Afgan topraklarından Rum diyarına sürdüğü Sünni inancında bir aileden geliyor. Yazılanlardan iyi bir eğitim aldığını öğreniyoruz. Şam ve Halep’te “tahsil ettikten” sonra Konya’da Karatay Medresesi’nde müderris oluyor. Profesör anlamındadır. Selçuklu sultanının koruyuculuğunda, halkın da muhabbetine mazhar olarak İslâm ikliminde yaşayıp giderken günün birinde Şeker Tacirleri Hanı’na, böyle yazıldığı için böyle aktarmak durumundayım, tepeden tırnağa kara urbalar giyinmiş, kara parlak gözlü cerbezeli bir adam iniyor: 

Muhammed. Lakabı Şemseddin. Tebriz’li Şemseddin.  

Celaleddin iki öğrencisinin “yularından tutup çektiği bir katırın sırtında” evine doğru yol alırken, yine yazılanlar böyle olduğu için böyle aktarıyorum, karalar giyinmiş kara gözlü cerbezeli bu adamla karşılaşıyor. Bu adamla az önce tanıştık: Şemseddin… Kısaca  Şems diyoruz.

Her şey böyle başlıyor.

İlk  görüşte aşk!

Aşk, ayakların yerden kesilmesi olarak tarif ediliyor.

Bugüne kadar çözülmüş değil. Hangisi mürit hangisi mürşit; hangisi âşık, hangisi maşuk burası karanlık!

Bazı kaynaklara göre 40 gün, bazılarına göre üç ay, bazılarına göre de altı ay medresenin bir hücresine kapanıp halvete çekiliyorlar. Halvet, baş başa kalmak anlamına geliyor.

Mevlana’ya dair yaptığım okumalarda çok sık karşıma çıkan Fürûzanfer’in Mevlana uzmanı olduğunu öğrenmiş bulunuyorum. Bana göre de Celaleddin ile Şemseddin’in baş başa kalmalarının sonunda Celaleddin’deki ruhsal ve fiziksel değişimi en doğru çözümleyen Fürûzanfer olmalı:

“Eskiden beri hiç kimseye ricada, niyazda bulunmayan Mevlana, Şems’i gördüğü gün ona niyaz ederek onunla birlikte halvete oturdu. Öylesine ki, gönlünü dostunun hayalinden başkasına evinin kapısını da tanıdıklarına tanımadıklarına kapadı. Mihrap ile minberi istiğna ateşine vurdu. Öğretim kürsüsünü, vaaz minberini terk etti, aşk üstadının huzurunda diz çöktü. Bütün ustalığına rağmen yeni öğrenci oldu.”

Benim bu kısa pasajdan anladığım Cellaleddin’in Şems’in yüz yüze markajına girmesinden sonra aklının çelindiği, o güne kadar itikada dair bildiklerinden soğumağa başladığı ve “Şemsi” tedrisatına eğilim göstermeğe başlamış olduğudur.

Bakar mısınız; kürsü sahibi koskoca profesörken, ilk kez gördüğü birinin, Şemseddin’in peşine takılan Celaleddin, müminin alameti farikası olan namazı terk ettiği gibi müminleri irşat etmek için sık sık çıktığı minbere de sırt çeviriyor: 

Yazılanlara göre “Mihrap ve minberi istiğna (isteksizlik) ateşine vuruyor!” 

Buna reddiye diyoruz.

Her türden ilmihale bakabilirsiniz mızraklı, mızraksız… Celaleddin’in bu yaklaşımı eylemsel alana taşınmayıp yalnızca fikri düzeyde kalmış dahi olsa farz ve sünnet olarak tariflenen dini emirleri reddetmek demektir. Bunun da İslami hayatta bir adı vardır: İrtidad…

Eylemi yapan da mürted ilan edilir ki tercümesi “dinden çıkmak” anlamına geliyor. Cezası ürkütücüdür. 

Halvetin ne kadar sürdüğü belirsiz. Kırk gün diyen de var, altı ay diyen de… Kişisel fikrim altı ay olduğu yönündedir.

Zira böylesine köklü bir değişimin kırk gün gibi kısa bir zamana sığdırılması zor görülmektedir. Evet, altı ay makuldür. Altı ay neler konuşulduysa artık, hücreden çıktıklarında Mevlana başka bir kişiliğe dönüşmüştür.

Yalnızca “batın” manada değil, “zahiri” manada da değişmiş olmalı ki İslâm usulünce cübbe sarık hücreye giriş yapan Mevlana rengarenk bir hırka, beyaz bir tennure, turuncu bir külahla çıkış yapmıştır.

Buraya kadar olan bitenlerin o günlerin Mevlana sevenleri açısından gönül kırıcı olduğunu tahmin etmenin güç olmadığını belirtmeliyim. Bir de devamı var ki buna beterin beteri diyoruz:

Mevlana’nın altı ayın sonunda hücre çıkışında şarap içip raks ederek dönmeye başladığına ağzımız bir karış açık tanık oluyoruz!

Bu arada ikilinin samimiyetinden hiç de şık olmayan manalar çıkaran şehir halkı azıtıp işi terbiyesizlik seviyesine vardırınca, Mevlana’nın daha fazla gamlanmasına razı olmayan Şems kendisini gönüllü olarak sürgün etmiş ve Konya’yı terk ederek Şam’a dönmüştür.  

Şems’in sürgününden sonra kuşkusuz yazılanlara göre, farz-sünnet bütün ibadetleri boşlayan Mevlana, ailesini ve dostlarını endişelendirecek ölçüde yemeden içmeden kesilecek feryat edip uğunup kalacaktır:

"Gel Şems, ayakların kudüm olsun, kolların rebap, soluğun ney olup vuslat müjdesini üfleyerek gel. Nasıl bir pınarsın sen Şems içtikçe susadığım. Nasıl bir ateşsin sen ey Şems yandıkça serinlediğim. Sen görünüşte etten kemikten ibaret bir insan; ama bütün insanlığı kalbinde taşıyan."

Buyurun bakalım; düne kadar hemen her hususta görüşüne başvurulan, ayet yorumlayıp hadis aktaran, yokuşları düzleyip Müslümanları selamete çıkaran koca müderris Mevlana, oluyor mu sana deli divane bir derviş!  

Dayanılacak gibi değil. Mevlana oğlu Sultan Veled’i yanına kattığı bir bölük adamla Şam’a gönderiyor ve ancak altı ay kadar birlikte olabileceği Şems’in yeniden Konya’ya gelmesini temin ediyor. 

Artık şarap, müzik ve dans dönemindeyiz.

Şarabı biliyoruz. Kesin yasaklar listesinde baş haram olarak yer alıyor. Müzik konusuna gelince misal; Hayrettin Karaman, sarayın fetvacısıdır, İslâm Hukuku Profesörü, söyledikleri şudur: “Hanefi mezhebine göre müziğin icrası da, dinlenmesi de haramdır. Bir değneğin, bir çubuğun bir yere ahenkli bir şekilde vurulması bile bu hükme dahildir ve haramdır.”

Müzik böyle ise raks için ne söylenebilir? 

Benim aklıma gelen raks ya da aynı anlama gelmek üzere dans; yani vücudun ve azalarının baş dahil ahenkli bir şekilde eğilip, bükülüp, kırılması şeklinde müzik eşliğinde yapılan bu hareketler cehennemde yanacağın ateşin harlanması için sırtında taşıdığın odundur! 

Haram olana çağrı: 

Şarap, müzik, dans…

Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin ölüm yıl dönümü (ö.1273) Şeb-i Arus illa kutlanmalı, maşukun aşkına vuslatıdır, saygı duyulmalıdır deniliyorsa pek güzel ve amenna, ancak böyle bir gecede Naat-ı Şerif Türkçe okundu, Ayn-i Şerif güftesi değiştirildi, Kuran okunurken uşşak makamından bayati makamına geçiş tatsız oldu, bu türden tartışmalara son verilmeli derim. Zira Celaladdin’in Şems öncesi (Ş.Ö) ve Şems sonrası (Ş.S) olmak üzere iki dönemi vardır. (Ş.Ö) döneminde medrese, cami, ev üçgeninde yaşayıp gitmekte olan Celaleddin’in (Ş.S) sonrasında, bu 1244 yılı demektir, gelmiş olduğu yol çatında “Kalenderi tarikine” saptığı anlaşılmaktadır.

Sapılan bu yolun mola yerlerinde şarap, müzik ve raks vardır. Bana kalırsa Vuslat Günü kutlanacaksa yalnızca şarap, müzik ve dans üçlüsü eşliğinde kutlanmalıdır. İlla ki Celaleddin’in (Ş.Ö) döneminden de bir esinti olsun diye tutturursanız, başlangıç olarak günümüzde pek güzel müzik yapan Kalenderi rock grubundan bir ya da iki ilahi önerebilirim. Vesselam.