Piyasacı ve gerici iktidarlar oldukça, çocukların sömürülmesini önlemenin ve onlara eğitimde eşit fırsatlar sunulmasının olanağı yoktur. 

MESEM aldatmacası

Eğitim Bakanlığı, 1977 yılında Çıraklık Eğitimi Genel Müdürlüğü’nü oluşturup bu genel müdürlüğe bağlı olarak ve örgün eğitimin dışında kalan Çıraklık Eğitimi Merkezleri’ni açmaya başlamıştır. 1983 yılında Çıraklık ve Yaygın Eğitim genel müdürlükleri birleştirilip Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü adı verilmiştir. 2000’li yılların başlarında Çıraklık Eğitimi Merkezi adı Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) olarak değiştirilmiştir. İlgili genel müdürlüğün adı da Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü olmuştur. MESEM’ler, ilk üç yıl çıraklık eğitimi ve son yılı ise kalfalık eğitimi olmak üzere 4 yıllık yaygın eğitim kurumlarıdır. MESEM’lerde öğrenciler, haftada bir gün ders görmekte ve dört gün işyerinde çalışmaktadır-sözde staj yapmaktadır. 

MESEM’ler 2016’da, örgün ve zorunlu eğitim kapsamına alınıp Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü'ne bağlanmıştır. MESEM mezunlarına, 2019-2020’den bu yana da, lise diploması verilmesine başlanmıştır. Bu değişiklikler, eğitim anlayışını sulandıran ve öğrencilerin emeğini daha çok sömüren bir uygulama olmuştur. Birbirinden farklı bilgi ve becerilerin aktarıldığı genel liseleri, meslek liselerini, imam hatip liselerini, açık liseyi ve MESEM’leri bitirenlere lise diploması vermesi (onların eşdeğerde bilgi ve beceri kazandıklarını varsayması) anlaşılabilir ya da kabul edilebilir bir durum değildir. 

Bir çarpıklık da, 15 yaşından küçük olanların çalıştırılmaları yasak olsa da MESEM’lerde 14 yaşındaki çocukların çalıştırılmalarıdır. İLO kurallarına göre çocukların günde 6 saatten fazla ya da akşam saatlerinde çalıştırılmaması gerekiyorsa da, MESEM’lerde İLO kurallarına da uyulmamasıdır. 

MESEM’lerin bir başka acımasız yanı, iş yerinde 4 gün çalışan öğrencilere, haftada 5 gün çalışan emekçilere verilen asgari ücretin çıraklık eğitimi görenlere %30 ve kalfalık eğitimi görenlere ise %50 kadarı ücret verilerek onların sömürülmelerinin resmen kabul edilmesidir. Öğrenci sömürülürken iş yeri sahibi de yaklaşık olarak her çıraklık öğrencisi üzerinden %70 ve kalfa öğrencisi üzerinden de %50 kadar tasarruf yapmış olmaktadır. Bu uygulamayla sömürülen çocuk sayısı ve dolayısıyla mali açıdan desteklenmiş olan iş sahibi sayısı da her geçen yıl artmaktadır. Örneğin 2021-22 yılında 1.000.033 olan MESEM’lere kayıtlı öğrenci sayısı, 2023’te 1.405.663’e ulaşmıştır. Bakanlığın MESEM’lerde sömürülen çocuk sayısını az bulduğu, 8 Eylül 2023’te Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle diğer liselerin birinci sınıfında sınıf tekrarı yapacak olan öğrencileri MESEM’lere yönlendirmeye başlamasından bellidir. MESEM’lerde öğrencinin sömürülmesi dışında, öğrenciler canlarından da olmaktadır. Son bir yılda 12 MESEM öğrencisi, iş yerinde yaşamını yitirmiştir. Bu arada son 7 ayda MESEM dışında iş kazasında ölen çocuk sayısı da 42’ye çıkmıştır. MESEM öğrencilerine dayatılan bu koşullar da anlaşılabilir ya da kabul edilebilir bir durum değildir.

Bakanlığın açıklamasına göre MESEM’lere kayıtlı 1.405.663 öğrenciden sadece 295.189’u 18 yaş ve altındadır ve 1.110.474’ü ise 19 ve daha büyük yaştadır. Bu sayısal durum bile MESEM’lerin zorunlu örgün eğitim içinde sayılmasının saçmalığını göstermektedir. 

MESEM uygulamasının zorunlu eğitim içine alınması, bakanlığın eğitim konusunda ne yaptığını bilmediğinin bir başka göstergesidir. Çünkü zorunlu eğitim süresi, yetişkin yurttaşların edinmiş olması beklenen bilgi ve beceri düzeyiyle ilişkilidir. Bu beklenti çoğaldıkça zorunlu eğitim süresi önce 5 yıla, sonra 8 yıla 2012’de de 12 yıla çıkmıştır. Zorunlu eğitimin temel işlevlerinden ilki öğrenciyi yetişkinlik yaşamına hazırlamak, ikincisi de onu bir üst eğitim kademesine- günümüzdeki durumda yükseköğretime- hazırlamaktır. Devlet, zorunlu eğitim süresine karar verirken, aslında yurttaşlara da, zorunlu eğitim süresinde her öğrenciye eşdeğerde eğitim vereceğim demiş olmaktadır. Oysa ülkemizde imam hatipte, açık lisede, meslek lisesinde, MESEM’de ve genel eğitim verilen liselerde okuyanlar, zorunlu eğitim anlayışıyla bağdaşmayan birbirinden dünyalar kadar farklı nitelikte öğrenim görmektedirler. Meslek liseleri ile MESEM’lerin temel işlevi öğrencileri yükseköğretime değil iş yaşamına hazırlamaktır. Açık lise uygulaması ise öğrencileri hiçbir yere hazırlamayan bir uygulamadır. Oysa yapılması gereken zorunlu eğitimde yerel gereksinimlere özgü olası 1-2 farklı ders dışında öğrencilerin aynı dersleri okumasıdır. Bu yöntemle zorunlu eğitim çağında olan tüm çocuklar, eşdeğer düzeyde genel eğitim göreceklerinden, kendilerini gerçekleştirme fırsatını yakalamış olacaklardır. Gelir düzeyi düşük aile çocukları, imam hatibe, açık liseye, meslek lisesine ya da MESEM’e gitmek zorunda kalmayacak ve yetenekleri doğrultusunda bir alanda öğrenimine devam etme şansı bulacaktır. Olabildiğince uzun süre alınan genel eğitim, aynı zamanda çocukların yeni bilgileri ve becerileri edinmelerini de kolaylaştıracaktır. Nasıl ki mühendis, öğretmen, zorunlu eğitim sonrasında yetiştiriliyorsa, imam da, çırak da, teknisyen de zorunlu eğitim sonrasında yetiştirilmelidir.  

Yukarıda özetlenen anlamsız uygulamalar, piyasacı ve gerici iktidarların işine gelmektedir. İmam hatipler, din dersleri, değerler eğitimi, AİHM’nin kararına karşın seçmeli derse dönüştürülmeyen din kültürü ve ahlak bilgisi dersi, ÇEDES uygulaması ile tarikat niteliğindeki diyanet ve diğer kuruluşlarla işbirliği yapılması, AKP’nin gerici yanını öne çıkaran uygulamalardır. Benzer şekilde çocukları genelde ucuz işgücü olarak yetiştiren açıköğretim, meslek liseleri ile MESEM’ler de AKP’nin piyasacı yanını öne çıkarmaktadır. Piyasacılığın bir başka boyutu da, özel öğretimdir. Devlet okulları yerine özelde okuyanlara destek verilmesi ve yoksullarla dar gelirliler açık liseye, dini ya da mesleki öğretime mahkum edilirken parası olanın özel okulda bilimsel eğitim görmesine yol açılması da piyasacı bir yaklaşımdır. Bu arada tarikat niteliğindeki kuruluşların kaçak/resmi özel okul açmasına göz yumulması da, gericiliği beslemek içindir. Piyasacı ve gerici iktidarlar oldukça, çocukların sömürülmesini önlemenin ve onlara eğitimde eşit fırsatlar sunulmasının olanağı yoktur. 

Bu konularda en anlaşılmaz durum ise, ülkemizde geçerli olan yasal mevzuatla bağdaşmayan bu uygulamaların hiç birinin Danıştay tarafından iptal edilmemiş olmasıdır; yasaların yok sayılmasıdır!

[email protected]