'O fotoğraf her şeye rağmen mücadeleyi, okumuş bir genç kadının kendi başına ayakta durma çabasını, yılmayışını, engellenmişliğini ama en çok da yarım kalmışlığı anlatıyor.'

Melek

Taş bankın üzerinde bir kadın çantası. Hepimizin çantası olabilir. Sahibi öldürülmüş çantanın yanında iki kitap, bir de defter. Roman olduğunu okumuştum, Hakan Günday’ın “Kinyas ile Kayra” romanı imiş biri. Diğer kitap ise “Diksiyon ve Güzel Konuşma Sanatı.” “Kinyas ve Kayra”nın yarısını okumuş görünüyor Melek, diğer yarısını okuyamayacak çünkü öldürüldü. Çünkü Melek’i öldürdüler elbirliği ile. 

Geçen haftaydı. Öyle hızlı geçiyor ki günler Melek Aslan öldürüldü. Diyarbakır’da. Bir hafta olmuş Melek göçeli. Dicle Üniversitesi Matematik Öğretmenliği mezunu Melek. Adıyamanlı bir ailenin çocuğu. Henüz yirmi dört yaşında. Kendinden üç yaş küçük kardeşi Mustafa Aslan öldürdü Melek’i. İlk ifadesinde “Namusumuzu temizledik.” demiş. Eski sevgili azmettirici olarak tutuklanmış, Orhan Vatansever. 

Melek ailesi ile tanıştırmış bir zamanlar niyetimiz “ciddi” diye Orhan Vatansever’i. Sonra araları bozulmuş, ayrılmışlar ama azmettirici Orhan Vatansever sürekli Melek’i rahatsız etmiş, yalan söylemiş, iftira atmış, bütün çevresini markaja alarak Melek’i yalnızlıkla boğmaya çalışmış. Tahmin etmek zor değil geri kalanını.. 

Melek’in ailesine olur olmaz bir sürü yalan dolan söyledikten sonra aile kızlarına değil de Orhan’a inanmayı tercih etmiş ve Melek’i yalnız bırakmış. Tıpkı babasının annesini öldürdüğü adama, yani babasına inandıkları Döndü Şengül davası gibi. Döndü’nün iki eli yakamızda... Devlet baba bu kez, hâkim eliyle yine katile inanmayı tercih ediyor olmayacak şekilde. Çocuğu yalnız bırakmaya çalışıyorlar. Dünyanın tüm psikologları, tüm pedagogları, tüm hukukçuları olmaz dediği halde, çocuğu mahkame salonuna çıkarıyorlar. Göz göre göre.

Kadınları, kız çocuklarını bu kadar savunmasız ve yalnız bırakmaya çalışan örgütlü bir cephe bu karşımızdaki. 

Evet, yalnız ve savunmasız. Bir başına dahi olsa Melek, gencecikken, onca derdine rağmen, can tasası içinde dahi okumaktan, kendini geliştirmekten vazgeçmemiş ki Melek’in ardından çantasının olduğu taş bankta kitaplar vardı sahibini bekleyen. Öylece yarım kalmış. Çok dokunaklı. Herkeste aynı hissi yaratmış olacak ki bu fotoğraf çok dolaştı sosyal medyada. 

O fotoğraf her şeye rağmen mücadeleyi, okumuş bir genç kadının kendi başına ayakta durma çabasını, yılmayışını, engellenmişliğini ama en çok da yarım kalmışlığı anlatıyor. Çok dokunaklı, çok öfke uyandırıcı ve ne hakla! 

Ne cüretle! Hangi güce dayanarak pırıl pırıl bir genç kadını öldürdünüz? Kimden alıyorsunuz bu pervasızlığı? 

Nasıl mıydı Melek’in hayatı? Nasıl mı büyüdü bu çocuk? Anlatalım:

Melek, başta “namus temizleyicisi” aile ortamının engelleyici kuyularında, sonra kem gözle kız çocuklarına düşman toplumsal yapı gözetiminde ne zorluklarla büyüdü, ne zorluklarla okudu, ne mücadeleler verdi. Bağımsız, özerk bir kadın olma mücadelesi kim bilir hangi yaraları açtı, hangi burukluklara neden oldu Melek’te. İncindiğini, ağladığını, dertlerini paylaştığını söylüyor kaldığı kız apartının görevlisi. Öyle iyi insandı ki diyor, herkesin yardımına koşardı… Pırıl pırıl…

Ama kadın düşmanlarının, namus bekçilerinin, köhnemiş gelenekleriyle aptal hurafelerin cenderesindeki “kutsal aile” babalarının, erkek kardeşlerinin ve bunlara göz yuman analarının ve mahkemelerde “niye bu adamlarla uğraşıyorsunuz” diyerek fikir beyan eden hâkimlerin, ceza indirimcilerinin, iyi hali hep erkeğin uyguladığı cinayette, şiddette gören yerleşik hukuk takipçilerinin…Ve suçu ve kadın cinayetlerini tek ve biricik bir olaya dönüştürerek beslendiği toplumsal ve ekonomik kaynakları görmezden gelen ama inci gibi gözyaşları dökmekten de geri kalmayan cümlenin suçudur bu. Sosyal medyada bir klavye mesafesinde içtenlikli öfkeler kusulur evet, ama ardında bir sonraki iç parçalayıcı cinayete kadar tekil öfkeler soğurulur, sakinleşilir ve yine ve yine ve yine… 

Ne zamana kadar? 

Kadınlar eşit değil, eşitmiş gibi yapmayalım. Kadının kamusal ve özel alandaki statüsü ve gücü ne durumda bayım? Kadınlar için uygun görünen roller neler örneğin? Bira içen kızlar gördüm düzeyi ile şaşkınlıktan şaşkınlığa düşen kadın düşmanı bir yığınla karşı karşıyayız. Namusu kadın üzerinden tanımlayan, kadına uygun görülen davranış kalıplarıyla itaat eden kulluk sistemi örüntüsü arasında o kadar uzun bir yol aslında. Vatandaştan kula, eşit yurttaştan cariyeye bir geriye evrim yaşanırken ya ne olacaktı? Kadınların durumu, ekonomik ve toplumsal ilişkilerden, ideolojiden, aileden, ailenin rolünden, kadınlar için yasaklanmış yaşam ve eylem alanlarından bağımsız değil ki… 

Kadınlar niye öldürülüyor bugün?  

Ataerkil kapitalizmin kadınlara dayattığı uzlaşma alanına itiraz ettikleri için “fitne yaratan kadın” oluyorlar, “aşifte” oluyorlar, “ne işi varmış” oluyorlar, “lanetli Havva” oluyorlar, “eksik etek” oluyorlar, “tatminsiz” oluyorlar, “baba sözü dinlemeyen” oluyorlar, tüm itiraz edenler gibi “yeryüzünün lanetlileri” oluyorlar. Damgalanıyorlar da damgalanıyorlar. Eh bir kez damgalanınca, bir kez egemen kültürün kadın imgelerine aykırı olarak dedikoduları yapılınca, bıyık buranını mı ararsınız, azarlayanını mı, çamur atanını mı ararsınız, bir başınalıklarından kadınların yararlanmaya çalışanını mı yoksa canınıza kastedeni mi ararsınız? 

Topu çirkef. 

Kadınlar, neredeyse “katli vacip oluru”nu veren toplumsal düzen içinde öğütülüyorlar da öğütülüyorlar. Adeta bir cins kırımına gidiyor yaşadıklarımız.

Ee yani, altta kalanın canı çıksın düzeninden ne bekliyoruz sanki? En zayıf halka, en savunmasız ve kırılgan olan değil mi şu an kadınlar? Tüm bu ataerkil toplumsal imgeler tarafından beslenen insan, egemen kültür mamülü olarak gündelik yaşamına devam etmiyor mu?

Yazık ki elle tutulur bir toplumsal değişmeye ulaşana kadar, bu kalıpların yetiştirdiği insanı alt etmenin olanağı yok. Böyle olunca sahibini bekleyen bir çanta, yarım kalmış bir kitap ve gencecik bir kadının her şeye rağmen yaşama tutunma mücadelesi akıp gidecek avuçlarımızın arasından. Bize de böyle ağıt yakmak kalacak Meleklerin ardından.