Özgürleşmeden kastedilen emekçi sınıfların çarpıtılmış haber ve yorumlarla beyinlerinin şekillendirilmesinden kurtulmasıdır.

Medya ne zaman ve nasıl özgürleşir?

Son dönemde emperyalist ülkelerin medya üzerinden kitlelerin olaylara bakışını nasıl yönlendirdiğine ilişkin yeni veriler ortalığa saçıldı. Bu yazıda bir kez daha medyanın nasıl özgürleşeceği sorununa eğilebiliriz.

Özgürleşmeden kastedilen emekçi sınıfların çarpıtılmış haber ve yorumlarla beyinlerinin şekillendirilmesinden kurtulmasıdır.

1990’lardan sonra bütün dünyadaki emekçi sınıflar büyük bir liberal saldırı altında kaldılar. Liberaller medyanın devlet baskısından kurtulması için özelleşmesi gerektiğini söylüyorlardı. Tabi bizim gibi ülkelerde devlet egemen sınıfa ait olduğu için devlet medyası da bir şekilde egemen ideolojiyi yayıyordu, ama çözüm özelleşme miydi?

Liberalizmin birçok başlıkta olduğu gibi bu başlıkta da bugün karaya oturduğunu izleyebiliyoruz.

Türkiye’de medyanın özel sermaye gruplarının eline geçmesi nedeniyle AKP’ye yandaş bir medya ordusu oluşturulabildi. Havuz medyası denilen operasyonu ayrıntılandırmanın anlamı yok.

Sadece bu operasyonun AKP’ye özgün olmadığını, bu coğrafyadaki yağmaya dayalı sermaye birikiminin bir aracı olduğunu söyleyelim. Son 20 yılda yaşanan yağma ancak satılmış bir medya ordusu tarafından meşrulaştırılmaya ihtiyaç duyuyordu.

Öte yandan emperyalist dünyada güçlü devletlerin hegemonyaları altındaki ülke halklarına karşı yaptıkları medya operasyonları çok iyi biliniyor.

Ortalığa son bir ayda dökülen veriler bu medya operasyonları ile ilgili.

Örneğin, ABD’nin son beş yılda “Rus Etkisine Karşı Önlemler Fonu” altında birçok ülkede kullanılmak üzere 1 milyar dolarlık bir fon ayırdığı ortaya çıktı. Bu ülkelerin içinde Türkiye de var ve 240 bin doları Türkiye’de kullanılmış. Henüz nasıl kullanıldığına dair verilere ulaşamıyoruz.

ABD ayrıca Çin etkisine karşı Pasifik bölgesinde kullanılmak üzere de 1,8 milyar dolarlık bir fonu devreye sokmuş.

Medyaya dönük fonlama hakkında geçen sene ortaya çıkan bir veri çok tartışılmıştı. ABD kökenli Cherst Vakfı’nın Türkiye’de medya kuruluşlarına fon verdiği ve en çok ödeneğin başında Ruşen Çakır’ın olduğu Medyascopa’a gittiği ortaya çıkmıştı.

Zaten ABD’nin açıkladığı resmi devlet desteği devede kulak kalıyor olmalı, çünkü esas olarak CIA tarafından yönlendirilen ama doğrudan ABD devleti ile bağlantısı örtülü tutulan sivil toplum kuruluşları üzerinden satın alma operasyonu yürütülüyor. Ayrıca başta Alman vakıfları olmak üzere Avrupa Birliği ile ilişkili fonların da bu yönlendirme işinde kullanıldığı biliniyor.

Bazen bir medya kuruluşu toptan fonlanarak yönetilebildiği gibi medya mensupları tek tek satın alınabiliyorlar. Bu fonlar tarafından ABD’ye seminer için davet edilen gazetecilerin bağlanması ile sermayeye ait medya kuruluşlarında çok sayıda zombi haberci, yorumcu çıkıyor. Örneğin, “satılmış gazeteciler” kitabının yazarı Udo Ulfkotte sadece Almanya’da CIA hesabına çalışan 100’den fazla gazeteciyi bildiğini yazmıştı. Onun bildiğini tabi ki medya patronları da biliyor ama bu sermaye düzeni içinde çok doğal karşılanıyor.

Bir de konuya özel fonlama var muhtemelen. Örneğin, bu köşede zaman zaman dile getirdik, Hürriyet gazetesinin on yıllardır her gün İngiliz Kraliyet ailesinin haberini yapması gibi. Ailemizin üyelerinden daha çok İngiliz Kraliyet ailesinin üyelerini görmeye yıllardır alıştırıldık. Bu reklamdan İngiliz sermayesinin kazanç sağladığı söyleniyor.

Hürriyet’in nasıl fonlandığı ise meçhul, bilen varsa bildirsin lütfen.

İkinci bilgi sızıntısı ise Elon Musk Twitter’ı satın aldıktan sonra ortaya çıktı. Bu, Elon Musk’ın “temiz” olduğunu göstermedi tabi ki, sadece bu ifşaatlar hem temizlik reklamı hem de ABD iç politikasında Demokratların aleyhinde bir propaganda aracı oldu.

Ama çıkan bilgiler Twitter’ın ABD devleti, FBI ve ABD ordusu tarafından yönlendirildiğini, son derece siyasi bir yapı olduğunu, sansür uygulandığını ve ABD devletinin uluslararası ortamda yürüttüğü psikolojik harbin bir unsuru olduğunu ortaya çıkardı. Diğer sosyal medya kuruluşları gibi.

Artık çoğumuzun yaşamında ayrılmaz bir yer tutan sosyal medya şirketlerinin masum olmadığını ve emperyalizmin silahları olduğunu kavramak hiç kolay değil.

Bu arada tabi ki Rusya ve Çin de diğer ülkelerin medyası üzerinde hegemonya kurmaya çalışıyorlar ama hem geçmişleri hem güçleri henüz Batı emperyalizmininkinin yanında çoğu kez zayıf kalıyor.

Bu bilgilerin ışığında, özelleştirme/sermayeleştirme sürecinin medyayı özgür kılmadığını, hatta emekçilerin aklına daha zararlı hale getirdiğini, bir zihinsel köleleşmeye yol açtığını söyleyebiliriz.

Tekrar devletleştirme bir ideolojik dalga olarak yükselmeye başlıyor.

Ama hangi devlet sorusunu sormak zorundayız.

Sermayesiz bir toplumda ve emekçi sınıflara ait bir devlette medya özgür olabilir. Ancak bu şekilde akılsız ve asalak bir azınlığın çıkarları tarafından beyinlerimize şekil verilmesinden kurtulmuş oluruz.

Medya bu yolla milyonların, milyarların kendini geliştirmek için kullandığı bir ortama dönüşür.

Dayanışma Meclisi’nin “Türkiye’de sosyalizmin güncelliği” tartışması devam ediyor.

Bu hafta sonunun programına bakabilirsiniz: