'Putin bir savaş başlattı ve biz bu vesileyle kendimizi zifiri bir karanlığın içinde bulduk. Karanlık çoğalıyor, çünkü yeni bir aydınlığa yanaşıyoruz!'

Marx, Binali Yıldırım Üniversitesi'ne uğrar mı?

Putin bir savaş başlattı ve biz bu vesileyle kendimizi zifiri bir karanlığın içinde bulduk. Tekelci düzenin bütün ışık kaynaklarını kuruttuğunu dehşet içinde fark ettik. Yeryüzünde, Batı’da daha doğrusudur, akıl, ışık, bilim, sanat ve tabii üniversite kalmamıştır, silmişlerdir. Hissediyorduk ama bu kadar açık bir biçimde görülmesini Putin’in savaşına borçluyuz. 

Soprano Anna Netrebko, Ukrayna'daki savaşı kınama açıklaması yapmasına rağmen, Putin'i kamuoyu önünde kınama talebini yerine getirmediği için New York Metropolitan Operası’ndan kovuldu. Yerine Ukraynalı soprano Liudmyla Monastyrska atandı. Savaşla ilgisi Rus olmaktan ibaret bir sanatçıyı işinden kovmaya cesaret edebildiler. 

İtalya'daki Milano-Bicocca Üniversitesi bir yazarın Dostoyevski üzerine vereceği dersi iptal etti. Tek sebebi vardı bunun da, Dostoyevski’nin bir Rus olması. Rus olmak, demek ki artık suçtur ve bunun “rasyonel” bir sebebini bilemiyoruz. Ortaçağ’da suç için sebebe gerek yoktur, bir fiilin veya düşüncenin genel eğilimlere ve yerleşik inanca aykırı olması, suç sayılması için yeter sebeptir. Cadı avı olarak biliyoruz ve modern haline tanıklık ediyoruz.  

ABD’de bir üniversite, Florida Üniversitesi, aynı gerekçeyle “Karl Marx Çalışma Odası” da dahil olmak üzere tarihi şahsiyetlere atıfta bulunan kütüphane çalışma odalarının adlarını sildi. Sebebi, Marx’ı Rus sanan yerel basının hedef göstermesi. Okulun stratejik iletişim direktörü, böyle bir iş varmış evet, “Ukrayna'daki ve dünyanın başka yerlerindeki güncel olaylar göz önüne alındığında, 2014 yılında Florida Üniversitesi'nde bir grup çalışma odasına yerleştirilen Karl Marx'ın adının kaldırılmasının uygun olduğuna karar verdik” dedi. Ukrayna ile Marx arasında ne ilişki var? Hiç. Marx’ın düşünsel izinden giden Rus devrimcileri devrim yaptılar ve Ukrayna’yı sosyalist bir cumhuriyet olarak tanıdılar. Böylece Ukrayna adında bir ülke ortayı çıktı. İlişkisi bundan ibarettir. Ancak cehalet o kadar yoğun ki, Rusya’yı Komünist, Putin’i Komünizmin bir uzantısı sanan üniversiteler var. Hepsini birlikte, gidip Marx’ın hanesine yazıyorlar. Sonucu budur.  

Yalçın Hoca vaktiyle; “Eskiden ‘cahil’ diyorduk ve şimdilerde kibar olduk, ‘üniversite hocası’ diyoruz” demişti. Utanç verici bir cahiliye devrinin tam ortasındayız.

***

Ortaçağ’dan çıkışta Avrupa’da her şehir bir kaleydi. Yerleşik kabullere ve inançlara karşı çıkmaya cesaret eden tuhaf adamlar ortaya çıkınca, her yerde muktedirler tarafından kovalandılar. Onlar da şehirden şehre kaçarak, kalelere sığınarak karanlığın gazabından kurtulmayı başardı. Işığı, aydınlığı aykırı adamların sığınacak kaleler bulmasına borçluyuz. 

Ancak şimdi bütün kaleleri yıktılar. Kale üniversiteler yıkıldı, karanlığı oralardan halkın üzerine boca ediyorlar üstelik. Sığınamadığınız üniversite, üniversite değildir.

Bizde de durum bu. 1908’de ışıldayan, Cumhuriyet'le birlikte alanı düzleyerek ilerleyen aydınlanmamızdan geriye kalanlara baksanıza. Akademi büyük bir gürültü ile kendi üzerine çöktü, büyük bir kara deliğe dönüştü. Yerlerinde Selçuklu taklidi medreseler yükseldi. RTE, Süleyman Demirel, Sebahattin Zaim, Adnan Menderes, Sıtkı Koçman, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş adını taşıyan üniversiteler var, düşünün. Geçtik hepsini, Binali Yıldırım Üniversitesi var, evet. AKP patentli nevi şahsına münhasır bir örnek sanılmasın; Bizdeki üniversite Batı’daki üniversitenin geleceğidir. Bu ışığa arkasını dönmüş bir sınıfın, Burjuvazinin karanlığıdır çünkü. Ve onun artık aydınlanmaya ihtiyacı yoktur.  

***

Peki, ne yaptı aydınlanma? İnsan ile doğa arasında tanrının, dolayısıyla dinin oynadığı rolü kaldırdı; İnsanla doğayı bir bakıma aracısız karşı karşıya bıraktı. İnsanın doğa karşısında bu yeni konumlanışı, ortaya çıkmış olan yeni sınıfın konumuna uygundu. Bu konumlanış kendine özgü bir felsefi ve siyasal devrim de gerektiriyordu. Kant tanrının kellesini uçurunca, Robespierre’e de kralın kafasını uçurmak kaldı. Sınıf ile felsefe arasındaki iş bölümüdür bu. Kralın ve tanrının kafası giyotinin sepetine düştüğünde erdemli bir yaşam sürmek için hiçbir dini inanca gereksinim duymayan özerk ahlaksal insan kavramı için kapı aralanmış olur.

İnsan, bütün aydınlanma düşüncesinin anahtarıdır. Bu kavramın ortaya çıkması için bir piyasa toplumunun var olması gerekiyordu. Piyasa insanı bütün eski bağlarından koparıyordu, onun siyasal devrimi de bütün eski ayrıcalıkları baştan başa yıkıyordu. Ama yerine yeni bir ayrıcalık, paranın ayrıcalığını ihdas edilmeseydi, özerk ahlaksal insanı ancak bir düşkün saymamız gerekebilirdi. İnsanlar, onları sonsuz sayıdaki dolaşım odaklarından biri haline getiren piyasa aracılığıyla birbirine eşitleniyordu çünkü. Böylece yoksul aşağı sınıflar da birer para sahibi olarak, alıcı veya satıcı kimliğiyle, özgür birer insan haline dönüşüyordu. Sınıf silindi, aydınlanma da böylece, kapitalizmin felsefi düşüncesi, tarihsel ideolojisi oldu.

Aslında olup bitenlere bir anlam vermek için daha gerilere gitmek gerekir. 17. yüzyılda bilgi çoktan kütüphane sınırlarını aşmıştı. Denizcilikte ortaya çıkan gelişmelerle birlikte yapılan yeni keşifler, yazılı olana ve yazı adamlarına karşı derin bir kuşku uyandırmıştı. Aradan geçen iki yüzyılda, bütün Ortaçağ boyunca tahkim edilmiş inançlar derin yaralar aldı. Bundan elbette kilise de nasibini almıştı. Hem dine hem büyüye olan inanç yıkılıyordu. Pragmatik yeni bir sınıf ortaya çıkmış, feodalizmden ve Avrupa’nın batıl inançlı dini geçmişinden kurtulma çabaları baş göstermişti. Aydınlanmışların siyasi halesindeki Fransız Devrimi kiliseye yönetilmiş en sert askeri-siyasi tehdit oldu. Fransız Cumhuriyetçi Takvimi’nin mucitlerinden Charles François Dupuis, Hıristiyanlığı Mısır mitolojisinin yanlış anlaşılmış parçaları olarak tanımlayarak kiliseyi köşeye sıkıştırıyordu. 

Bir saldırı varsa bir savunma da ortaya çıkacaktır. Burjuvazinin Kiliseye ve Romantizme meyil etmesi bu savunma ihtiyacındandır. Burjuvazi devrimi ve aydınlanmayı kilise avlusuna bırakıp kaçmaya hazırlanıyordu.

Burjuvazi Kilise ve Romantizme yaslanarak, Aydınlanmayı sildi. İşte halleri ortada. Marx’ı tanımayan, Dostoyevski’yi silmeye çalışan cahil bir zavallılık kaldı geride. Ve bu sınıf, Hocanın deyişiyle, üst üste konmuş paraların dışında bütün derinliklerden korkuyor artık.

***

Yeryüzünde akıl, ışık, bilim, sanat ve tabii üniversite kalmamıştır, sildiler. Hissediyorduk ama bu kadar açık bir biçimde görülmesini Putin’in savaşına borçluyuz.

Aydınlanma ile birlikte akla sığınmıştık, feodalizmin ve kilisenin otoritesini akılla yıkabileceğimize inanıyorduk. Kant “Aydınlanma nedir?” diye soruyordu kendi kendine ve cevabı çok açıktı: İnsanın aklını kullanmasıdır! Fransız Devrimi ile feodalizme ve kiliseye dayalı düzeni alaşağı ettik ve rasyonel yeni bir düzen kurmaya giriştik. Devrimcilerin inancı tamdı: Evrensel bir dayanak noktası olan akıl, toplumsal yaşamın herkes için geçerli olabilecek akılcı bir düzenlemesini mümkün kılabilecekti.

Şimdi biliyoruz, akıl da sınıfsaldır. Oysa Aydınlanmacı akıl sınıfların farkında değildi. Genel, soyut bir insanın omuzları üzerinden bakıyordu dünyaya. Halbuki onun akılcı düzene nihai şeklini veren sınıf maddi üretim araçlarını elinde tutan burjuvaziydi. Yani o akıl bir burjuvanın aklıydı.

***

Putin bir savaş başlattı ve biz bu vesileyle kendimizi zifiri bir karanlığın içinde bulduk. Tekelci düzenin bütün ışık kaynaklarını kuruttuğunu dehşet içinde fark ettik. Ortaçağ bakiyesi bir cadı avının tam ortasındayız şimdi.

Işığını kaybeden yıldızlar ağırlığını taşıyamaz olur, kendi ağırlığının baskısıyla kendi üzerine çöker, patlayıp bir kara deliğe dönüşür. Geriye kalanlar oluşacak yeni yıldızların hammaddesidir. Demek ki eskisinin çökmesi, yeni bir sınıfın ışıklı genç bir yıldıza dönüşmesinin işaretidir. 

Karanlık çoğalıyor, çünkü yeni bir aydınlığa yanaşıyoruz!