Diego Armando Maradona, özellikle 80’li yıllarda öne çıkmış Arjantinli bir futbolcu....
Mamak ise bildiğimiz, Ankara’nın merkez ilçelerinden biri. Yalnız, ilçenin kendisi ya da bir mahallesi değil, o zamanki resmi adıyla, Mamak Askeri Ceza ve Tutuk Evi.

Mamak’ta bir Maradona

ABD’li yöneticilerin “bizim oğlanlar yapmış” diyerek birbirleriyle haberleşip içlerini rahatlattıkları 12 Eylül’den bu yana kırk yıl dolmuş. Böyle çok renksiz biçimde 365 günden birini anarak geçişimin nedeni, bizim açıklayıcılığı epeyce yetersiz faşizm teorimizin adlandırmasını kullanmak istemeyişim. Ancak, niyetim, sadece o günlerdeki bir olayı öyküleştirmeye çalışmak. Dolayısıyla, faşizm dense de olur, bir defalığına fazla sakıncası olmaz.

Ama, önce, futbolla ilgisi “topu görünce karakola bomba ihbarında bulunmak” düzeyindeki okur dostlar için bu kişiye ilişkin bir iki satır bilgi vermekte yarar var. Ön adlarından ikisiyle birlikte yazarsak, Diego Armando Maradona, özellikle 80’li yıllarda öne çıkmış Arjantinli bir futbolcu. Bu oyunun gelmiş geçmiş en büyük birkaç yıldızından biri, bence birincisi. Her türlü serseriliği, berduşluğu yapmış; Küba’nın yeryüzüne nam salmış sağlıkçılarının ellerinde uyuşturucu bağımlılığından kurtarılmış; bana kalırsa, Fidel’le görüşmesi sırasında saptanan görüntüleri ve orada da sergilediği top cambazlığı ile bizim taraftaki sempatisini birkaç kat artırmıştır. “Hayatta kalmam Tanrı’nın yanı sıra Castro’nun sayesindedir” dediği Fidel’in ölümü üzerine “o benim ikinci babamdı” diyerek üzüntülerini belirttiğini ekleyebiliriz.  

Mamak ise bildiğimiz, Ankara’nın merkez ilçelerinden biri. Yalnız, ilçenin kendisi ya da bir mahallesi değil, o zamanki resmi adıyla, Mamak Askeri Ceza ve Tutuk Evi.

Öykünün kahramanı ile orada karşılaştım. Tanıdığımı söyleyemem; çünkü, benim girişimden birkaç gün sonra tahliye edilmişti. Onun öyküsünü sözle ve yazıyla anlatanlar olmuştur mutlaka; hatta çok olmuştur. Bu yüzden, kendileri için tekrar olacak okurlardan özür dilerim.

***

Yıl 1981. Aylardan Şubat olmalı. Ulus yönünden gelip Çankaya’ya doğru giden belediye otobüslerinden birinin arka sahanlığında birkaç genç tartışıyorlar. Konu, Maradona mı büyüktür Pele mi? İlkini yukarıda yazdık. İkincisi ise Brezilyalı bir futbol yıldızı. Yirmi yaş daha büyük olan Pele’nin, futbolu bıraktıktan sonra, Lula’dan önceki sosyal demokrat eğilimli cumhurbaşkanı Cardoso tarafından spor bakanlığına getirildiğini biliyoruz.

Otobüse dönersek, tartışma alevleniyor. Bir ara, gençlerden biri, ya tartışmanın galibini vurgulamak ya da, kim bilir, ileri sürebileceği kanıtlar tükendiğinden, “yaşasın Maradona” diye bağırıyor.

O sırada, otobüs Kızılay’daki duraklardan birine doğru yaklaşıyor. Burada inen yolcu da binen yolcu da çok, otobüslerin duraklama süresi ise uzun olur. İnenlerden biri, duraklar arasında devriye gezerek asayişi sağlayan sıkıyönetim görevlilerine yaklaşarak, otobüsün içindeki gençlerden yana dönüp işaret ediyor ve bir şeyler anlatıyor. Bunun üzerine, görevlilerden biri, otobüsün önünü keserek hareket etmesini engelliyor, öbür ikisi de içeriye girip deminki genci iki kolundan tutup aşağıya indiriyorlar. Ardından, otobüs hareket edip ne olup bittiğini anlayamamış yolcularıyla birlikte Çankaya’ya doğru devam ediyor.

Neyse ki, bizim Mamak’taki koğuşun sakinleri, o otobüsün yolcuları kadar şanssız değillermiş. Çok geçmeden, delikanlı getirilip koğuşlarına konulduğunda öğreniyorlar olup biteni.

Benim öğrenmemse biraz daha sonradır. Bu çocuk tahliye edilirken, “haydi bakalım Maradona, kendine dikkat et, bir daha gelme buralara” benzeri alaylı uğurlamalarla gönderildikten sonra, “kimdi yahu bu çocuk” diye sorup anlattırmıştım koğuş arkadaşlarıma.

Meğer, Kızılay’daki durakta inen yolcu, adamdaki devletine bağlılığa bakın ki, orada devriye gezen kolluğa ihbarda bulunarak, “otobüsteki şu genç ‘yaşasın Moskova’ diye bağırdı” diyesiymiş. Gerçi o sorumluluk sahibi yurttaşa haksızlık etmeyelim, gençlerin sesi fazla yükselmiş olabilir ya da kendisi Pele’nin daha büyük olduğunu düşündüğü için bizim delikanlıya gıcık kapmış olabilir; ya da gerçekten Maradona’yı Moskova diye anlamıştır.  İsterseniz, art arda ünleyin bakalım, ha Maradona ha Moskova, basbayağı benziyor. Yalnız, bu Maradona ile Moskova’nın ses benzeşmesini anlamak için yapacağınız denemeden önce, çevrede kimsenin bulunmadığına emin olun. Yoksa, akıl sağlığınızda sorunlar yaşadığınız sanılabilir. Şu günlerde olmayacak iş değil!

Neyse, uzatmayalım, çocuğu alıp bilinen yerlere götürmüşler. Biraz hırpalamışlar. Anlat bakalım, hangi örgüttensin? Bırak inkâr etmeyi. Nerelerde eylem koyuyorsunuz? Kimlerle iş tutarsın? İsim ver, isim ver bize…

Buna benzer sorgulamalar işte. Aslında, sorgulayıcılar için de kolay bir durum değil. Maradona’yı onlar da bilirler elbet, hiç değilse aralarında bilenler vardır. Ama, durup dururken, otobüsün içinde öyle bağırmanın ne alemi var? Kim, neden yapar bunu? O halde, öbür ihtimal daha yüksek. Moskova adında bir örgüt olması şart değil. Belki de, adı başkadır da, sloganları böyledir. Bir sürü Moskovacı örgüt yok mu?

Böyle böyle gelmiş çocukcağız bizim Mamak’taki koğuşa kadar. Bununla birlikte, başlangıçtaki talihsizliği daha sonra devam etmemiş, geçmiş gün pek hatırlamıyorum, üç beş haftalık bir misafirlikten sonra salıverilmişti. Misafirlik demekte pek abartı yok; çünkü, oraya gelinceye kadarki sorgulama faslında yaşadıklarını saymazsak, bizim koğuşun sözünü ettiğim ceza ve tutukevinin en ferah bölümü olduğu söylenirdi. Hatta, “Mamak’ın Paris’i” denildiğini bile hatırlarım.

***

Şimdi de bu deyim var mıdır, daha doğrusu, bu iki sözcük birlikte bir deyim olarak kullanılıyor mudur, bilmiyorum, eskiden “muhbir vatandaş” denirdi. İnsanın çöküş hallerinden biridir. Epeydir bu türün tekil örnekler olmaktan çıkıp kitleselleşmesine tanıklık ediyoruz. Böyleleriyle yan yana yaşamak da onların ülkemizde kayda değer bir çokluk oluşturmalarına alışmak da katlanılır bir durum değildir.

Bunun da içinde bulunduğu çöküş hallerinin tümünden kurtuluşun önkoşullarından biri, bugünlerde yüzüncü yıldönümünü kutlayan partinin adına ve yaşına uygun bir güce ulaşmasıdır.