Bir ülke, bir sistem, bir yapı, sürekli çürük elmalar üretiyorsa, insanların kafasını kumdan çıkartıp çürüklere ayrı ayrı değil, bir bütün olarak bu çürükleri üreten yapıya bakmaları gerekiyor.

Mahallenin hırsızı bu kez de muhtar çıktı!

27 Mayıs tarihli soL'da, Cumhuriyet Gazetesi'nden Hazal Ocak'ın, 4 yıldan bu yana Ukrayna'da yaşayan Ramazan Yılmaz'ın e-devlet şifresi üzerinden dolandırıldığını iddia eden avukatı İYİ Parti İslahiye İlçe Başkanı İbrahim Keskin'in şikayet dilekçesi üzerine yaptığı haber paylaşılmıştı.

Haberdeki olayın faili soruşturma sonucu ortaya çıkar mı bilmiyorum ama aynı yöntemle Adana'daki mahallenin yoksullarını soyan hırsızının muhtar olduğu, PTT'deki işbirlikçisi diğer devlet memuru ile birlikte 1 milyon 250 bin liralık vurgun yaptığı anlaşıldı.

Türkiye'deki 50 bin 278 mahalle ve köy muhtarından veya milyonlarca diğer kamu görevlisinden kaç tanesi bu ve benzeri hırsızlıkları yapıyor, kaç tanesi yakayı ele verdi şimdilik belli değil ama, mahallesindeki yoksulu soyan hırsıza karakoldan başlayarak emniyet ve adliyede kol kanat gerip, dosyasını 'takip eden' ve gerekli 'ehemmiyeti' gösteren mekanizmanın içinde siyasi partiler, belediye bürokratları, meclis üyeleri, belediye başkanları ile milletvekillerinin olduğu biliniyor, kanıksanmış durumda.

Bir ülke durmaksızın nasıl bu kadar çok suç, yolsuzluk, çürümüşlük ve namussuzluk üretebilir, bu konuda nesiller boyu nasıl bu kadar istikrarlı olabilir sorularının cevabını arayanlar kaldıysa eğer, bir kez de isimlere değil yapıya, sisteme odaklanmayı denesin. Önemli olan 'kim' veya 'nasıl' değil, 'neden' sorusudur.

Basit bir yaralanma ya da ağrı için gittiğiniz bir hastane acil servisinde doktor 'ne oldu, neden oldu?' sorularıyla hikayenizi dinlemeden uygulayacağı tedaviye karar vermez. Önce meseleyi anlamaya, tedavi için öncelikli olarak doğru teşhisi koymaya çalışır. 

Zira, baş ağrısı için gelen hastasının tedavi için uygulayacağı ilaca karşı etkileşimi olup olmadığını sorup öğrenmeden müdahale eder ve bu ihtimal gerçekleşirse de başka bir ilaçla tedavi edebileceği hastasının sadece bu basit soruyu sormadığı için ölümüne yol açabilir.

Olguları açıklamaya çalışan ve bir yanıyla eylemsel (gözlem, deney, ölçüm), diğer yanıyla zihinsel (kavram, çıkarım, hipotez) bir etkinlik olarak olgudan kurama ya da kuramdan olguya giden bu yolu izlememizi öğreten ise bilimsel düşünce ve yöntemdir. 

Merak ve amaçla beslenen, deney, gözlem ve düşünceyle gelişen bilimin bu yolculuğu, çoğu kez kişisel risk alan ve bedelini de canları ve kanlarıyla ödeyen öncülerin fedakarlıkları sayesinde oldu. Tarih, o bedelleri ve varılan aşamaları gelecek için bir veri olarak depolasa da biz tüm bu yaşananların sadece küçük birer parçasını kitap, film veya belgesellerde öğreniyor, onları zihnimizde ödüllendiriyor, kalbimizin en müstesna yerine yerleştiriyoruz. 

Hal böyleyken, tanıklığını yaptığımız zaman dilimi içinde yaşananların nedenini sorgulamadan ve niçinini de gizleyerek edilen her söz, yapılan her tespit, varılan her sonuç, eğer bilgisizlik temelli değilse, kötü niyete dayanıyor.

Dolayısıyla, dünün bugünle bağını kopararak varılan sonuçlar hurafedir, magazindir, bebelere masaldır. Bir ülke, bir sistem, bir yapı, sürekli çürük elmalar üretiyorsa, insanların kafasını kumdan çıkartıp çürüklere ayrı ayrı değil, bir bütün olarak bu çürükleri üreten yapıya bakmaları gerekiyor demektir.

Yaşanılan büyük yıkımı Erdoğan, Binali Yıldırım, Sedat Peker, Mehmet Ağar, Alattin Çakıcı, Korkut Eken, Engin Alan, Metin Külünk, Veli Küçük, Süleyman Soylu, Berat Albayrak, Bilal Erdoğan, Cemaatler, tarikatlar, SADAT'lar, ayakkabı kutuları, 10 bin dolarlık milletvekilinin adı ve rüşvetçi bakan ile onun çantacısını bile Büyükelçi yapmasını, kendi bakanlığına mal satan bakanı koruması gibi isimlerle sınırlayanlar;

Sanayi yok edilip, tarım çökertildiği ve sıcak borç paraya mahkum edildiği için işsizlik ve açlığın kitleselleştiği, yoksulluğun yol açtığı sosyal problemlerin ülkeyi sardığı şu koşullarda, çöken ekonominin politik gerekçelerini sorgulamayıp, bunun yol açtığı sorunları da Erdoğan'ın üzerine yıkıp, yine ve yeniden başka bir isim ya da parti üzerinden zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan bu düzeni kurtarmaya çalışanlar, bu ülkeye;

Makam ve mevkisini korumak için adının önünde hangi sıfatı olursa olsun her gün yıkama yağlama yapanlardan daha az zarar vermiyorlar.

Bilakis, muhalif sıfatlarıyla yazarak ve konuşarak gerçeği örten, gizleyen veya saptıranlar ile bir yandan halkın umuduymuş gibi görünüp aslında bu kirli düzene rıza ve meşruiyet üreten siyasi parti ve yöneticileri de yoksul halkın vicdanında suçludurlar. 

Bu suçu yargılamayı ve bu kirli düzenle hesaplaşmayı tarihe bırakmamalıyız. Hesaplaşmanın ilk adımı, doğru teşhisi koymaktır.