Sokakta yürürken ya da televizyon ekranında, şurda burda gördüğüm insanlar arasında asıl 'kriminal tip' denebilecek suratlarla karşılaşıyorum. 'İşte' diyorum, 'bu bir ihale soyguncusu olabilir'...

Lombroso’lu fantezi 

İyice tanıyıp anlamadığın birinden, onun yazıp çizdiklerinden yapıp ettiklerinden söz etmek kolay değil. Sadece zor olmakla kalsa iyi; riskli de üstelik. İşin özünü kaçırmak var, yanlış noktalara odaklanmak var, hatta sözü edilen kişiye murat etmediklerini söylettirmek var…

Ama bu yanılgılardan bazılarına ya da tümüne düşsek bile, ister dostça ister hasımca olsun düzeltenler çıkar elbet. Ayrıca, asıl amaç bu İtalyanı övmek, eleştirmek, tanıtmak falan değil, sadece ona bazı göndermelerde bulunarak birtakım değinmelere yer vermek olduğuna göre, fazlaca kaygılanmaya gerek yok.

İtalyanın adı Cesare Lombroso; 1835-1909 yılları arasında yaşamış. Kendisine ün kazandıran asıl işinden önce çeşitli konulara merak sarmış, birçok dil öğrenmiş, dilbilim eğitimi görmüş, ardından az önce kendisine ün kazandıran dediğim tıp mesleğine sardırmış. Sahada çalışmış, o arada askeri doktorluk yapmış. Üniversitelerde uzun süre görev almış, psikiyatri profesörü olmuş, aynı alanda akademik yöneticilik üstlenmiş. Dilimizde suçbilimi sözcüğü ile karşılanabilecek kriminolojinin kurucularından sayılıyor.

Tamam da, şimdi, durup dururken, nereden çıktı bu Lombroso?

Aslında, kendi açımdan, pek de öyle “durup dururken” sayılmaz. Bir ara, epey eski yıllarda, bu İtalyanın az çok herkesin ilgisini çekebilecek öğretilerinden etkilenmiş bir arkadaşım vardı. Mesleğine çok uzak da olsa, takmış bir kez, ne denebilir!
Biraz da onun kışkırtmasıyla, günlük hayatımızda doğrudan ya da dolaylı olarak karşılaştığımız tipleri sınıflandırırdık; “kriminal tip”e uygun ya da değil diye. Buradaki kriminal tip terimini suç işlemeye eğilimli tip olarak açıklamak çok yanlış olmaz. Bunları yaparken de, ulaşabildiğimiz kadarıyla, Lombroso’nun söylediklerinden yararlanırdık. 

Neydi? İnsanların kafa yapılarına ve yüz çizgilerine bakılarak onların suça, üstelik hangi suçlara eğilimli olduklarını kestirmek mümkün olabilirdi. Böyle deniyordu. Kuşkusuz bundan ibaret değildi, daha doğrusu, bu kadarı bir sonuçtu. Bu kadarına bakılarak o İtalyanın faşistliğine, kafatasçılığına falan hükmedilmemeli. Bunu yapanlar olmamış mı, olmuş. Ama, yanlış hatırlamıyorsam 1930’lu yıllarda, Sovyetler Birliği’ndeki bilim çevrelerinde onun düşüncelerinin ciddiye alınarak incelendiği de biliniyor. Bilinen, kabul edilen bir başka nokta ise şu: Onun öğretileri zamanında ağır eleştirilerle ve reddedişlerle karşılanmış olsa da, cezaevlerindeki insanların koşullarının iyileştirilmesi yönünde etkili olmuş. Neden denilirse, öğretileri bunun çok ötesine gitmekle birlikte, suçluluğun insanın evriminde bir tür geriye dönüş olduğunu ve büyük ölçüde kalıtımsal etkenlerle bağlantılı olarak açıklanabileceğini ileri sürmüş; aldığı eleştirlerden etkilenerek son yıllarında bu açıklanabilirliği yüzde 40 oranına kadar düşürmüş. Onun Darwin’in öğretilerinden etkilendiği de aşağı yukarı genel kabul gören iddialar arasında.

Lombroso Avrupa’nın değişik yerlerindeki cezaevlerinde 25 bin kişi ile ilgili araştırmalar yapmış. Onların özellikle yüzlerine ilişkin çeşitli ölçümlere başvurmuş, sonunda belli suçları işleyenlerde ortaklık gösteren özellikleri saptamış. Hayatta iken incelediği kafataslarının, o arada ölümünden sonra kendi başının da içinde bulunduğu bir müze kurmuş. Kriminal Antropoloji Müzesi adındaki bu kurum hâlâ Torino kentinde ziyaretçilere açık. 

Yaptığı deneysel araştırmalar arasında şu da bulunuyor, benim dikkatimi çekenlerden biridir: Onun “iyilik ve kötülük dünyasında uzman olmayan” biçiminde sınıflandırdığı genç kadınlara suçlu ve suçsuz insanlar gösterilmiş. Deneyi hazırlayanların deyişiyle “iyilik ve kötülük dünyasına ilişkin hiçbir bilgileri ve yaşantıları olmayan” bu genç kadınlar, suçsuz olanları, sadece yüz özelliklerine göre büyük ölçüde doğru olarak ayırt edebilmişler. Bu birçok uzmanı şaşkına çeviren bir sonuç olmuş.

***

Yukarıda sözünü ettiğim arkadaşla geçirdiğimiz eski günlere dönecek olursam, bir tür eğlenceli oyun gibiydi, birlikteyken karşılaştığımız insanlardan uygun düşenleri “işte, tam bir kriminal tip” diye sınıflandırırdık. Bunu yaparken üstad Cesare’yi mezarında döndürdüğümüz de çok olmuştur kuşkusuz.

En başta “fantezi” demiştik, düşünüyorum da, belirli tipleri yüzlerine bakmakla basbayağı doğruya yakın olarak ayrıştırabileceğimiz bir zamanda yaşıyoruz sanki. Bunu Lombroso’nun suçlu kategorisine girip girmedikleri açısından söylüyor değilim. Onun suçlu derken anlattığı hırsızlar, tecavüzcüler, katiller ve benzeri kategorilerdi asıl olarak. Şimdiyse, sokakta yürürken ya da televizyon ekranında, şurda burda gördüğüm insanlar arasında asıl “kriminal tip” denebilecek suratlarla karşılaşıyorum. “İşte” diyorum, “bu bir ihale soyguncusu olabilir”; ya da “Bu herif önüne gelene rüşvet dağıtmıyorsa başka kim dağıtabilir?” ya da “Şu hiddetten kasılıp kalmış yüz çizgileri ancak bir kırımın sonunda doyuma ulaşıp gevşeyebilir!” yahut “Her türlü taciz tecavüz bu surattan değilse hangisinden beklenebilir?”

Bunları yazarken birkaç yıl önceki bir yazım aklıma geliyor. Gülmekten, daha da ileri giderek, buna ilişkin bir kuram taslağından söz ediyor ve her gün karşılaştığımız gülen suratların nereden kaynaklandığı, ne anlam taşıyabileceği üzerinde duruyordum. Bir yerde şunu demişim:

Gülünç, hemen, olabildiğince kısa sürede düzeltilmeyi, iyileştirilmeyi bekleyen bireysel ya da ortaklaşa bir kusuru ortaya koyar, gösterir. Gülme ise bu düzeltme ya da iyileştirmenin tam da kendisidir bir bakıma. Başka bir anlatımla, gülme, insanlar ve olaylardaki özel bir dalgınlığı, atlamayı, gözden kaçırmayı öne çıkartan ve cezalandıran bir toplumsal jesttir. Dolayısıyla, düzeltilmesi, iyileştirilmesi gereken eksiklik ve yetersizliklere yol açanlar, onlarla ilgili birinci derece sorumluluk taşıyanlar açısından, ne başkalarının gülmesi kolay kolay hoşgörülebilir bir davranıştır, ne de bu tür insanların kendileri gülmeyi başarabilirler. Böyleleri, şu ya da bu nedenle, çoğu kez de ister istemez ve insancıl görünmek için gülmeye kalktıklarında, (…) hiç inandırıcı olmayan, tuhaf, zoraki gülüşler ortaya çıkar.”

Şu son cümlede dile getirilen tiplerden sayılabilecek ikisi, iki müttefik, biri çok daha iltimaslı olmak üzere, sık sık karşımıza çıkarılıyorlar. Güldüklerini pek az görmekle birlikte, her defasında “Bunlar hayatlarının her çağında, her anında hep böyle mi gülmüşlerdir acaba?” diye tuhaf bir meraka kapıldığımı itiraf etmek durumundayım.

***

Kırk beş yıl kadar önce yazdığım ve yazılışından epey sonra, 1995’te, Sessiz Yürüyüş adlı kitapta yayımlanmış bir şiirde, bu yüz çizgilerinde suç davranışının izlerini yakalama çabasını çağrıştırmakla birlikte, daha farklı bir bakış açısı vardı. İnsanların yüz yapısının ya da yüz çizgilerinin onların kişiliklerini, eğilimlerini, tercihlerini ele verdiği için, onlar tarafından gizlendiği, en azından, gizlenmeye çalışıldığı varsayımını barındırıyordu. O izlenimi yaratan bir kişiyle geçirilmiş uzun saatlerden sonra yazılmıştı. Çok kullanılan ve bana pek anlamlı görünmeyen deyişle “esin kaynağı” öyle bir insandı.

Şimdi baktığımda, çok da güzel sayılmaz ama idare eder, sözlerini aklıma getiriyor. Bu değerlendirme, galiba, üzerinde yeterince çalışılmamış olmasından kaynaklanıyor. Her şiir, her yazı, biraz daha genelleştirilebilir, her ürün için geçerlidir; bitti demeden önce kırk kez gözden geçirmekte yarar vardır.

Neyse, yine de, “Bir işgünü sonrası” başlığını taşıyan o şiirin büyük bir bölümünü aktaracağım. Umarım, bu köşeyi kimsenin umurunda olmayan kişisel ilgilerim için kullandığım düşünülmez. 

(…)
diyelim, otelinde iki çift lâf ettiğimiz 
şu sosyal ekonomi profesörü
bir parça büyükbabamı andırıyor ilk bakışta
gençlerle futboldan konuşuyor
çocuğumu özleyeceğimi anlatıyor bana
antep fıstığı ve mandalina ikram ediyor
yeni dilden hoşlanmadığına getiriyor sözü
kısacası, oturulur konuşulur bir adam sanki
hatta kimilerine sevimli bile gelebilir
ama tiksinti veriyor bana
ya kalk boğazına sarıl
     ya çek git buralardan, diyorum kendi kendime
en insani yanlarını satarak yaşamış çünkü
(…)
demek, yetmiyor öteki insanlara benzemek
ötekiler gibi yemek içmek
onlar gibi oturup kalkmak
hayatın en büyük seçmesini
hayatı kıranlardan yana yapmışsa adam
hiçbir insanca kılıf
örtemiyor yüzünün karanlığını