Çünkü bir eğitimcinin temel görevi öğrenciye kendi inancını aşılamak değildir. Eğitimcinin görevi, öğrencinin kendi iradesine sahip çıkacak özgür bir bireye dönüşmesine yardımcı olmaktır.
Liseye Geçiş Sınavı (LGS) ile ilgili sonuçlar, ilköğretimin röntgeni gibidir. Her yıl en az 600-700 bin kadar çocuk ilkokula başlamaktadır. Bu nedenle ilköğretimi bitiren öğrenci sayısı ile LGS’ye giren öğrenci sayısının da her yıl artması beklenmektedir. Oysa LGS’ye giren öğrenci sayısı son yıllarda artacağına düşmüştür. Örneğin LGS’ye, 2019’da 1.290.555 öğrenci başvurmuşken, 2024’te başvuran sayısı 1.038.544 olmuştur (Çizelge 1). Bu durum ya zorunlu öğrenim çağında olan yüzbinlerce çocuğun okula gitmemesinden ya da ilköğretimi bitiren öğrencilerin herhangi bir nitelikli liseyi (sınavla öğrenci alan liseyi) kazanma umudu olmamasından kaynaklanabilir. Bakanlık bu sorunun üzerine gidip çözmek zorundadır. Çizelge 1’deki verilere göre bir sorun da, LGS’ye başvurduğu halde sınava girmeyenlerin sayısı, geçmiş yıllara göre azalmışsa da, 2024’te 45 bin olmuştur. Bu kadar öğrencinin parasını ödediği sınava girmemesi, bakanlığın üzerinde durması gereken bir konudur.
LGS’nin ortaya çıkardığı en önemli sorunlardan biri de, bakanlığın sınavla öğrenci aldığı liselerdir. Öncelikle bakanlığın bu liselere “Nitelikli lise” demesi temel bir sorundur: Bakanlığın 200 bin kadar öğrenciyi nitelikli dediği lisede okuturken bir milyona yakın öğrencinin niteliksiz liselerde okuduğunu içine sindirebilmesidir (Çielge 2). Bu konuyla ilgili ikinci temel sorun, nitelikli lise sayısının ve kontenjanlarının yıllardır anlamlı düzeylerde artırılmamasıdır; hatta bazı liselerde kontenjanların sınırlanmasıdır. Artırım yapıldığında da genelde imam hatip ve meslek liselerinin yeğlenmesidir. Bu durum bakanlığın öğrencilerin bilimsel derslerin ağırlıkta olduğu nitelikli liselerde okumalarını istemediğini düşündürmektedir. Bakanlığın bilimsel ve sanatsal dersleri çoğaltacağına dini içerikli ders çeşidini artırması, bu düşünceyi güçlendirmektedir.
LGS’lerin ortaya çıkardığı bir önemli sorun da, ilköğretimin kansere dönüşen nitelik sorunudur. Üstelik bu sorun, iktidar tarafından tedavi edilemez hale gelmiştir. Sınava giren 992.906 öğrenciden yalnızca 352’si tüm soruları doğru yanıtlamıştır! Öğrencilerin LGS de aldıkları testlerdeki başarı ortalamaları, son üç yılda olduğu gibi (Çizelge 3) yıllardır istenilen düzeyin çok altındadır. Öğrencilerin göreceli olarak en başarılı oldukları alan, tamamıyla ezbere dayanan din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) dersidir. İlköğretimi bitiren tüm öğrenciler LGS’ye girmiş olsa Çizelge 3’teki doğru yanıt ortalamalarının çok daha düşük olacağını da unutmamak gerekir. Geçmiş yıllarda ilköğretimin niteliği konusunda seyirci olan bakanlığın son yıllarda tutum değiştirdiği görülmektedir: Öğrencinin fen ve sosyal bilimler alanındaki başarısını yükseltecek önlemler almak yerine okulları imamhatipleştirmek ve DKAB dersindeki başarıyı yükseltmek amacıyla yeni dini içerikli dersler açmakta ve dinci kuruluşlarla işbirliğini alabildiğince yaygınlaştırmaktadır.
Dünyanın hiçbir yerinde, dini öğretim ülkenin geleceği için öne çıkarılan öğretim türü değildir. Herkes Mersin’e giderken bizim bu konuda da tersine gittiğimiz görülmektedir: Gazetelere yansıyan haberlere göre, öğrencileri imam hatip liselerine yönlendiren öğretmenlerle imam hatip lisesini seçen öğrencilere ödül verilecektir. İstanbul’da bir ilçe milli eğitim müdürü okul müdürlerine, “Bir öğrencinin imam hatipli olmasının nesilleri etkileyen bir İslami hizmet olacağının şuurunda olan arkadaşlarla özel görüşelim” mesajını göndermiştir. Bu ilçe milli eğitim müdürünün, herhalde geleceği parlaktır ve yakın zamanda en azından genel müdürlüğe terfi edecektir. Ancak bu tür sözde öğretmenlerle/ eğitimcilerle çocukların ve ülkenin geleceği karartılmaktadır. Çünkü bir öğretmenin/ eğitimcinin temel görevi öğrenciye kendi inancını aşılamak değildir. Öğretmenin/eğitimcinin görevi, öğrencinin kendi iradesine sahip çıkacak özgür bir bireye dönüşmesine yardımcı olmaktır.