Cumhuriyet sömürücülere ve gericilere bırakılmayacak. Çözümü aydınlanma, bağımsızlık, sınıfsız ve sömürüsüz toplum savaşımı verenler getirecek.

Laiklik niteliği yok edilen cumhuriyet

29 Ekim 1923’de ilan edilen Cumhuriyet 1921 Teşkilatı Esasiye Kanununda yapılan değişiklikte; “Hakimiyet, bilâ kaydü şart Milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Türkiye Devletinin şekli Hükümeti Cumhuriyettir” olarak tanımlandı. 

Kurtuluş ve kuruluşun koşullarında cumhuriyet bir devrimdi ve yukarıdaki tanım bu devrimin en derin niteliklerinden biri oldu. Ancak cumhuriyetin tüm niteliklerini yaşama geçirmek, örneğin yurttaşlık haklarını tanımlamak ve laiklik ilkesini anayasal güvence altına almak, dönemin koşullarında ve geçiş sürecinde, eksiksiz olamadı. Süreç devrim yasalarıyla, devlette ve toplumda laik yaşam tarzına geçişle adım adım ilerleyerek gelişti. Sonuçta, “devletin dini İslamdır” hükmü 1928’de 1924 Anayasasından çıkarıldı, 1937’de de Türkiye Devleti Cumhuriyetinin “laik” niteliği anayasal güvence altına alındı. Böylece cumhuriyet en önemli, olmazsa olmaz niteliğiyle, laiklikle buluştu. 

Laiklik ilkesi, 1961 ve 1982 Anayasalarında devam etti. Anayasalarda devam etti ama kimi zaman dilimlerinde yasalar ve idari düzenlemelerle, kimi zaman dilimlerinde uygulamalar ve yasak tanımamazlıkla; önceleri delinerek, 12 Eylül 1980 darbesi ve özellikle 2008’de laiklik ihlali suçu sabit görülen ve parasal yaptırım uygulanan AKP döneminde de hukuk ve uygulamalarla, çok yönlü parçalanarak yok edildi. 

Parçalamada devlet içinde yasama organı anti-laik yasalara engel olamayarak; yargı hem mahkemelerde hem de Anayasa Mahkemesinde yılların ilke haline gelen kararlarını yok sayarak laikliği yok eden hukuka ve kararlara imza attı. Laikliğin yok edilmesine, yasak olan tarikat ve cemaatlerin yaygınlaşıp palazlanmasına bütünsel olarak denetimsizlikle ve göz yumulmakla kalınmadı, destek verildi.     

Cumhuriyetin yıkılmasında temel direklerden biri olan laiklik temel hukuk belgelerinde “adı var” iken kimi yasa, kararname, yönetmelik ve kararlarla hukuk belgelerinde, devlette, siyasette, eğitimde, sağlıkta, yaşam tarzında “yok” edildi. Bu karşı devrimde belirleyici ve etkileyici olan kapitalizm, gerici ortaklıktan memnun olarak sömürmeye devam ediyor. Gericiler de sömürücü olmaktan memnun.

Nereye sürüklendiğimizin en tipik, güncel örneklerinden biri devletin gözü önünde yaşanıyor. Birçok şirketin, vakıf ve derneğin, devasa servetin sahibi Menzil Tarikatı mal ve mülk paylaşımında anlaşmazlığa düşünce kendi özel mahkemesini kuruyor. Şer’i mahkeme diyorlar, peygamberin miras kuralı diyorlar, şafii mezhebi fıkhı diyorlar. 

Ne içinde yaşadıkları cumhuriyet ilkeleri ne de hukuk devleti ve Anayasa devrede. Niye olsun ki, zaten tarikatlar hukuk dışı, varlıkları yasak. Aydınlanmacı cumhuriyeti tanımıyorlar. Bir yandan da yıktıkları cumhuriyet içindeki yetkili organlar onları tanıyor, Anayasa ve yasalara karşın yaşamalarına izin veriyor. Onlar da yasak aşma yolu olarak aynı hukuk devletinin izin verdiği şirket, vakıf ve dernekleri kullanıyorlar. Mal ve mülklerini şeyhler, şirketler, vakıflar, dernekler arasında dağıtıyorlar ama kayıt dışı birçok servete de el koyuyorlar. Yani hem hukuk dışılar hem hukuk içi. AKP bu hukuksuzluğun, hukuklu hukuksuzluğun ve gerektiğinde çifte standart hukukun zeminini hazırlayan, hepsini bir arada yaşatabilen bir siyasal iktidar olarak sömürücü düzeni ve bu düzenle gericiliğin ortaklığını yönetiyor. Menzilcilerin mal paylaşımında kendi meşru olmayan mahkemelerini kurup, anlaşma sağlanmazsa meşru yargı yoluna başvuracağını (burada kayıt içi mülkiyeti kastediyorlar, kayıt dışı ayrı pazarlık konusu olacaktır) söylemesi de bu AKP’li “düzensiz düzene” dayanıyor. 

Kapitalist/emperyalist düzen emeğin sömürülmesiyle, emekçilerin hak gasplarıyla, işçi ve kadın/çocuk/bebek cinayetleriyle, doğa katliamlarıyla yaşarken, dinsellik de aynı düzenin aracı ve ortağı.

Dinselliğin kökeni ve işlevi, dinsellik üzerine antropolojik incelemeler de gösteriyor; kimi dönemlerde umutsuzluğun umudu gibi gösterilse de dinsellik sosyal ve ekonomik eşitsizliğin derinleşmesine yol açan bir etkiyle sömürünün parçası. Farklı dinler, dinler içinde mezhep, tarikat ve cemaat bölünmeleri toplumsallığı parçalıyor, zayıflatıyor; sömürüyü besliyor. 

Dinsellik sömürünün içindeyken bir yandan sömürenlerle sömürülenleri, sömürücü düzeni benimseterek uzlaştırıyor, diğer yandan da bağımlılığı pekiştiriyor. Laiklik niteliği olmayan cumhuriyet, halkın olanın sömürücü ve gerici ortaklık tarafından teslim alındığı, genel oy hakkının aynı işbirliğiyle çalındığı bir yönetim tarzından başka bir şey değil.       

Laiklik dinin devlete, hukuka, siyasete, eğitime, toplumsal yaşam tarzına el atmasını önlerken aynı zamanda dinsel alanlarda düşmanlık ya da nefret uyandırılmasına izin vermeyerek din özgürlüğünün güvencesi. Herhangi bir dini savunma ya da hiçbirini savunmama, bir inançtan diğerine geçebilme, dinini açıklamaya zorlamama ve kötüye kullanmama, dinsel ibadetleri özgürce yerine getirme hakkı laiklikle güvence altında. 

Laiklik, bir dine inanmanın ne insanın ne de toplumun yaşamında rol oynamadığı, inanç sahiplerine ya da onlardan bir kısmına ayrımcılık yapılmadığı, sosyal ve ekonomik farklılıkların gerçek nedenlerini ve sömürünün gerçek yüzünü ortaya çıkaran, bilimselliğin ve yaşam düzeyinin gelişmesine yol açan, aydınlanmacı, bütünsel bir yaşam tarzı.

Başlığa dönüp “yalnızca laiklik mi, cumhuriyetin hangi niteliği kaldı ki” sorusu elbette sorulmalıdır, yerindedir. Çözüm yolları ve hedefe ulaşmak için durum saptaması, gerçeğin fotoğrafı elbette gereklidir. Ancak ne burada durulabilir ne de yıldönümü kutlamalarıyla yetinilebilir. 

Cumhuriyet sömürücülere ve gericilere bırakılmayacak. Çözümü aydınlanma, bağımsızlık, sınıfsız ve sömürüsüz toplum savaşımı verenler getirecek.