Batı merkezlerinden pompalanan 'Rusya’nın izole olduğu' propagandası kadar, dünyanın geri kalanının 'emperyalizme karşı Rusya’nın koşulsuz arkasında olduğu' kabulü de gerçekle örtüşmüyor.

Kuzey’de çarşı karışırken, Doğu’da dirilen sokaklar…

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısı, askeri harekatı, özel operasyonu nasıl adlandırırsanız adlandırın, 7 ayını doldurdu. Savaşın nedenleri üzerine aylardır kalem oynattığımız için uzatmayacağım. Bu nedenler tartışmalı ama kesin olan hâlâ devam ettiği ve iki kardeş halkın sermayenin yüksek çıkarları için birbirlerini öldürmeyi sürdüğü.

Savaşın en az arazideki kadar çetin bir yüzü de propaganda cephesinde sürüyor. Bu konuda oldukça deneyimli ve birikimli olan İngiliz ve Amerikan emperyalizmi yazılı ve görsel medyanın yanı sıra sosyal medya dediğimiz iletişim kanalında da kendi hikayesini dayatmayı başarıyor. Gün geçmiyor ki, “Rusların elinden kurtarılan ve işkence görmüş esirler” ya da “toplu mezarlar”a dair görüntüler yayınlanmasın. Birçok seferinde bu görüntülerin gerçeği yansıtmadığı ortaya çıkıyor ama zaten Rusya’ya karşı koşullandırılmış kitleler açısından iş işten geçmiş oluyor. 

Batı’da yükselen Rus düşmanlığı artık hastalıklı boyutlarda. Olağan koşullarda çay kahve içip tartışmalı bir tonda dahi olsa medenice sohbet edebileceğiniz, Suriyeli veya Afrikalı göçmenlerle dayanışma kampanyaları düzenleyecek kadar “insancıl”  Avrupalı gazeteciler işin içine “Rus” girince toplama kampı gardiyanlarına dönüşüyorlar bir anda. Savaşın bütün kötülükleri salt Putin yönetimine, Rusya Federasyonu ordusuna değil, her bir Rus’a da fatura ediliyor. Rusya vatandaşlarının vizeyle seyahati bile engellendiği gibi, ülkesinden “siyasi sebeplerle” kaçanların sığınma hakkı dahi uluslararası hukukun temel ilkeleri hilafına tartışma konusu edilebiliyor.

Türkiye’nin kurtuluşunu Batı’da, Avrupa’da arayanlar için çok üzgünüm ama Avrupa hasta. Hem de çok ağır hasta. Solunu yitirdiği için insanlığını da hızla yitiren ülkelerden söz ediyoruz. Düne kadar bize örnek gösterilen “sosyal demokrat cennet” İsveç’te aşırı sağ iktidar ortağı. Yaşama sevinci, mutfağı, renkliliği, tarihi öve öve bitirilemeyen İtalya’da yarından itibaren  büyük bir olasılıkla aşırı sağ iktidarda olacak. İngiltere ve Fransa’da iktidardaki sağcıların eylem ve söylemleri aşırı sağınkilerle neredeyse bire bir örtüşüyor. Polonya ve Macaristan’da gericiler uzun süredir iktidardalar. Saymakla bitecek gibi değil.

Toplumların hastalanması, kötücülleşmesi, bencilleşmesi, insanlarla, insan doğasıyla ilgili değil. Kapitalizm sıkıştıkça çareyi kötücülleşmekte buluyor. Bu olguyu dört başı mamur bir şekilde açıklamaya kendi bilimsel derinliğim yetmeyeceği için en doğrusunu yapıp bir kitap önereceğim size. Şayet hâlâ okumadıysanız, elinizi çabuk tutmanızı önereceğim bir kitap: Nevzat Evrim Önal tarafından yazılan “İnsan Bencil mi?” (Yazılama Yayınevi). İnsanlıktan umut kesmemek için okunması, anlaşılması şart.

Dönelim karşı yakaya. Rusya’nın Batı emperyalizminin propaganda salvolarına verebildiği karşılığın ise en azından bana göre incelikten ve beceriden yoksun olduğu açık. Margarita Simonyan gibi ancak malum çomar medyasında istihdam edilebilecek şahsiyetlerin üslup ve söylemleriyle kat edilebilecek yol belli. Solunu yitiren, yolunu da yitiriyor çünkü.

Geçen hafta Putin’in kısmi seferberlik ilânını gördük. Bu seferberliğin Rusya halkları nezdindeki karşılığını da. Gördüklerimizin yüzde 90’ını “kara propaganda” olarak nitelendirsek bile kalanı belirli kesimlerde bir rahatsızlığın bulunduğunu ortaya koyuyor. Putin’in “bütün silahlarımızı kullanacağız” dediği demecine Medvedev’in nükleer silahlara doğrudan atıf yapan sözleri eklenince ortaya çıkan görüntünün Rusya halkları için olduğu kadar, bizler açısından da kaygı verici olduğunu söylemek kötümserlik sayılmaz sanırım.

Batı emperyalizminin Rusya’yı köşeye sıkıştırma stratejisinin somut sonucu Putin’in “gördüm ve artırıyorum” demesi oldu. Doğu Ukrayna’daki referandumlar bunun bir diğer göstergesi. Rusya’yı biraz tanıyanlar için sürpriz değil elbette ama benim gibi iyimserlerin düşünmek istediğinin aksine Kuzey’e yakın zamanda barışın hâkim olmayacağı yönünde net bir işaret olduğu kesin. 

Yine de çok karamsar olmaktan yana değilim. Bu bağlamda Çin’in “derhal ateşkes” çağrısının önemli olduğu kanısındayım. Batı merkezlerinden pompalanan “Rusya’nın izole olduğu” propagandası kadar, dünyanın geri kalanının “emperyalizme karşı Rusya’nın koşulsuz arkasında olduğu” kabulü de gerçekle örtüşmüyor. Diğer yandan Avro’nun ABD doları karşısındaki değer kaybı savaşın uzamasının Avrupa sermayesi bakımından giderek daha da zarar verici hale geldiğini gösteriyor. Bu da Avrupa sermayesinin en büyük temsilcisi Almanya’nın Çin’le birlikte yeni bir ateşkes ve barış girişimine ön ayak olmasına yol açabilir şeklinde bir beklentim var.

İran’da olup bitenlere dokunmadan geçmek zor. Kimi yorumcu ve kaynaklara bakılırsa son yılların en kapsamlı ve şiddetli gösterileri yaşanıyor. İran’ı iyi bilenlerden Arif Keskin’in soL TV’deki gündem programında yaptığı değerlendirmeyi izlemenizde yarar var. Bu haftaki Dünya Çarkı programında konuğum olan gazeteci Hediye Levent’le de İran ve Suriye konularını  ele aldık. İran’da sokakları dolduranların ne istediklerini tartmaya çalıştık. Hediye Levent gösterici profiline dikkat çekti. Kadınlar elbette öndeler. En az o kadar önemli olan ise gençlerin katılımı. Entarili, sarıklı soygun ve cinayet örgütlerinin iktidarına karşı sokaktalar. İran konusunda bizim cenahın en güçlü kalemlerinden biri olan Orhan Gökdemir’in yazısını da anımsatmak zorundayım. Büyük usta Ferhan Şensoy’un dizeleriyle güçlendirilmiş ve hedefini 12’den vuran bir yazı. Bütün bunlar İran’daki gösterilere nasıl bakabileceğimiz konusunda net bir fikir vermiş olmalı. 

Batı emperyalizminin karşısında konumlanmış olmak hiçbir rejime halkını soyma, öldürme ve kadınları kafese kapatma hakkı vermiyor. Hediye Levent’in programda söylediği gibi dünya siyah ve beyazdan ibaret değil. Bir musibetten kurtulmak otomatik olarak bir diğerinin kucağına düşmek anlamına gelmiyor çünkü. Bu direniş bir sonuca ulaşır mı? Kestirmek güç. Her deprem yıkmaz ama yıpratır diyelim şimdilik.

Umarım binlerce yıllık tarih, kültür ve mücadele geleneğine sahip olan İran halkı çok geç olmadan, sarıklı, karanlık bakışlı ve hırsız asalakları sırtından atıp insanca yaşayacağı bir rejime kavuşur.