“Kabataş Yalanı”, yakın tarihte tanık olduğumuz en kışkırtıcı, en ağır yalandır. Yeniden gündeme gelmesini Elif Çakır’a ve Akit gazetesine borçluyuz.

Kutsal yalan

Yalan artık çok yaygın. Kuşkusuz pek çok kaynağı var. Ama o kaynaklardan en kuvvetli olanı dini inanç. Dinlere göre belli durumlarda baş vurulabilecek olağan bir yöntem yalan. İbrahim’in karısı Sara’yı Firavuna kız kardeşi olarak tanıtmasıyla başlıyor, “şeytan ayetleri” ile devam ediyor. Kutsal yalandır. Söylemeyi emretmiyor tabii, böyle olmakla birlikte başvurulmasını kolaylaştırıyor, yol veriyor. Teknik adı “takiye”dir.

Mehmet Zeki Pakalın, sözlüğünde, şöyle tarif ediyor: “İman ve itikadını, yerine ve zamanına göre, saklayarak başka türlü itikat ve başka biçim iman izhar (belirtmek- göstermek) etmek, diğer bir tarifle, olduğu gibi görünmemek, göründüğü gibi olmamak yerinde kullanılır bir ıstılahtır. Hassaten Şiiler, Sünnilerle karşılaştıkları ve maksatlarına ermek için o yolda göründükleri zaman bu yolu tutarlar.” Tarifinde iman ve itikat var.

Yalanın Şiilerle ilişkilendirilmesinin ilginç bir hikayesi var. Pakalın’ın verdiği bilgiye göre Şii fırkalarda, özellikle İsnaaşeriyye’de dini bir prensip, bir inanç esası olarak kabul edilmekteymiş. Pakalın, “Onlara göre, takıyye vaciptir ve onu terk etmek bir ibadeti terk etmeye denktir” diyor. Peki nereye kadar? Cafer-i Sadık, “Mümine karşı takıyye yapmak şirktir. Münafığa karşı ise bir ibadettir. Emirlerle (devlet yöneticileriyle) bir araya gelip kaynaşın ama içten onlara karşı çıkın” diyerek çizmiş sınırını. Ancak inançta sınırların çok kolay aşıldığını siliyoruz.

Yalanın ibadet haline gelmesinin ise dramatik bir tarihi var. İslam’ın ilk yüzyılları iç savaş içinde geçti. Ali ve Hüseyin’in öldürülmeleriyle taraftarları (Şiiler) çok zor bir durumla karşı karşıya kalmıştı. İktidara el koyan Emeviler, Ali taraftarlarını kovalamaya, yakalayıp “etkisiz hale getirmeye” koyuldular. Yakaladıkları Şiileri, Ali ve ailesine hakaret ederek Aliye sadık olup olmadıklarını anlamak için sınavdan geçiriyorlardı. Yalan söylememenin sonu ölümdü, takiye tek kurtuluş yoluydu. Haliyle düşmanın eline düşen, kendini kurtarana kadar inancını inkâr etme hakkına sahipti.

Demem o ki yalanın kökeni dinseldir. Esası dinini saklamadır, bir mezhebe dahilsen ve o mezhepten olmadığını sansınlar diye yalana başvurabilirsin; yalanın sıradanlaşmasına yol açan bir gelenektir. Tabii, bir kere söyleyen her zaman söyler. Ancak dini saklama, inançlılar arasında yalanın en ağırıdır ve diğer yalanlar bunun yanında önemsiz, hafif kalmaktadır. Dinin saklayan her şeyini saklar. Kendini sırf “gibi görünmek” üzerine kurgulayan pek çok inanç biliyoruz. Demek ki dinde yalan var. 

***

AKP ile birlikte bizde de yaygınlaştı. Belki toplumun önemli bir bölümünü “münafık” kabul etmelerindendir, meşru görüldüğünü ve çok rahat söylendiğini biliyoruz. “Kabataş Yalanı” da onlardan biri, yakın tarihte tanık olduğumuz en kışkırtıcı, en ağır yalandır. 

Yeniden gündeme gelmesini Elif Çakır’a ve Akit gazetesine borçluyuz. Çakır büyük “Kabataş yalanını” iktidar adına imal eden gazeteciydi ve o tarihte pek makbuldü. Ancak AKP bölündü ve Çakır AKP’nin dışında kalanların yanında saf tuttu. Böylece yalanı da yalan oldu. Üstüne takiyeden vazgeçip türbanını da çıkarınca eski “yalandaşı” Akit’i çok kızdırdı. O kızgınlıkla “Kabataş’tan sonra baş örtüsü de yalan oldu” diye başlık attı. Çakır, Akit’in diliyle “evrim geçirmiş”, “gibi görünmekten” vazgeçmişti.  

Peki Çakır’a yalanında yardımcı olan kim? Bir AKP belediye başkanının gelini. Zehra Develioğlu, 2013 yılındaki Haziran ayaklanmasında, başörtülü olduğu için saldırıya uğrayıp işkence gördüğünü öne sürmüş, başından geçenleri de Elif Çakır’a anlatmıştı. Ama Akit, Çakır’a “yalan oldu” derken, AKP’nin hayal gücü güçlü gelinini unuttu. Unutmaları da takiyedir, biliyoruz. O kadar ki, Akit denen paçavra da o tarihte yalancılar arasındaydı. Elif Çakır’in iddialarını “Bunun adı hayvanlık” diye haberleştirmişlerdi. Tabii, hayvan dedikleri, bugün yalancı çıkardıkları Elif Çakır değil, hayali saldırganlardı. Üstelik Akit de Çakır’a nazire olarak başka bir yalan uydurmuştu. “Bizi öldürecekler anne başını aç” başlığıyla manşet yapmışlardı geç kalmış yalanlarını. Güya başı kapalı bir öğretmen Kadıköy’de “Gezicilerin” saldırısına uğramış, saldırı sırasında kızı böyle bağırmıştı. Meali “zordayız anne, takiye yap”tır, Akit meşrebine uygundur. 

***

soL’da bizim Ali Ufuk Arıkan derleyip toparladı, unutanlara hatırlattı. Uzun bir takiyeciler listesidir. 

Büyük yalan, dönemin başbakanının Meclis’te “Çok önemli bir yakınımın gelinini yerlerde sürüklediler” diye başlayan sözleriyle duyuldu. Dönemin Hürriyet gazetesi yazarı İsmet Berkan’ın onayıyla pekişti. Yandaş Berkan, “Çok ama çok acı bir öykü. Maalesef gerçek” diye yazdı; Mobese görüntüleri dahil pek çok delil vardı dediğine göre. “Siz izlediniz mi?” diye sordular, “evet” diye yanıtladı. Zehra Develioğlu’na “üzerleri çıplak, deri eldivenli, bandanalı 70-100 Gezi eylemcisi saldırmış, darp etmiş, üstüne üstlük ortalık yerde donu indirip üzerine işemişlerdi.

Ancak Berkan’ın izlediği, başbakanın görmüş gibi anlattığı olayın gerçekliğine değin hiçbir kanıt yoktu. Herkes hayal görmüş veya yalan söylemeye ikna edilmişti. Yalan ortaya çıkınca son bir hamle daha yaptılar. Farklı gazetelerden iktidara yakın 15 köşe yazarı, aynı gün “Diliniz kaba, vicdanınız taş” ortak başlığıyla yalanı tahkim ettiler. O yalancı yazarları ve gazetelerini de not edelim:

Ahmet Kekeç (Star), Ardan Zentürk (Star), Halime Kökçe (Star), Murat Çiçek (Star), Saadet Oruç (Star), Ersoy Dede (Yeni Akit), Kenan Alpay (Yeni Akit), Fuat Uğur (Türkiye), Mahmut Övür (Sabah), Kemal Öztürk (Yeni Şafak), Merve Şebnem Oruç (Yeni Şafak), Yasin Aktay (Yeni Şafak), Abdülkadir Selvi (Yeni Şafak), Cemile Bayraktar (Yeni Şafak), Abdülhamit Güler (A Haber)… Yalana ortak olan Balçiçek İlter gibi önemsiz failleri de hatırlatalım, geçelim. 

Enver Aysever Habertürk’te bu önemsiz Balçiçek’in sunduğu bir programa katıldı. Karşısında birçok “yalandaş” vardı. Aysever yalan habercilikle ilgili konuşurken Star gazetesi muhabiri Elif Çakır’ın ortaya attığı “Kabataş’ta saldırı” iddiasını hatırlattı ve “Kabataş yalanınızdan dolayı yargılanacaksınız” dedi. Yalandaşlar sinirlendi, canlı yayını terk etti. O yalandaşlardan biri olan Halime Kökçe hızını alamayarak Aysever hakkında dava açtı, kaybetti. Mahkeme onaylı bir yalandır. 

***

Dinde takiye var, günah değildir ama laik hukuk düzeninde yoktur ve ağır bir suçtur. Bu durumda yalan ortaya çıkmış ancak suç ortada kalmıştır. Başta iddiayı ortalığa atan yalancı gelin ve sorgulamadan çanak tutan gazeteciler suç işlemişler, toplumu kandırmaya, Haziran isyancılarının üzerine saldırmaya çalışmışlardır. Organize bir harekettir ve cezası da ağırdır. 

Biliyoruz, yalan fıtratlarında var, söylerler. Dinini saklamakla başlar ve sıradan adi yalanlar dönüşerek evrimini tamamlar. Kabataş yalanı o evrimin son durağıdır. Demek ki iktidarı dinselleştirmek, yalanın iktidarını kurmakla eş anlamlıdır. Yalanla gelirler ve yalanla tutunurlar. Her şeyleri yalandır. 

Biz de ise yalan yok, ortalıkta kalan hesap bizimdir. Yalanın iktidarına son vererek başlayacağız ve bütün yalanların hesabını göreceğiz.