AKP Türkiyesi’nde AKP’lilerle diğerleri arasında pek çok uzlaşma noktası var. İktidar partisinin kurduğu ülkenin değer ve sembollerinde kendilerinden bir şeyler bulan çok sayıda insan mevcut. AVM de bu uzlaşma noktalarından birisi…

Kutsal AVM ya da toplumun eleştirisinin eleştirisi

Salgın nedeniyle yalnızca birkaç ay kapalı kalan alışveriş merkezlerinin açılmasından önce kapısında sıraya girenlerden birisi uzatılan mikrofona AVM’leri özlediğini söyledi. Bir ihtiyacı yoktu. AVM’ye yalnızca ortamı tekrar görmek ve vakit geçirmek için gelmişti. Bu hasreti dürüstçe ifade edenlerden birisi de Hürriyet yöneticisi Ahmet Hakan’dı. Hakan da toplumda karşılığı olmayan bir duygu durumundan bahsetmiyor, aslında uydurmuyordu.

Bu ülkede AVM sevenler var. Üstelik sayıları da AKP’ye oy verenlerle sınırlı değil. Türkiye’nin son 20 yılının sembollerinden birisi olan AVM’lere amasız fakatsız karşı çıkanların sayısı az. Çünkü toplumun önemlice bir bölümü bu yirmi yılda yaratılan ülkenin değer ve sembollerinden AKP’den nefret ettiği kadar nefret etmiyor.

AKP Türkiyesi’nde AKP’lilerle diğerleri arasında pek çok uzlaşma noktası var. İktidar partisinin kurduğu ülkenin değer ve sembollerinde kendilerinden bir şeyler bulan çok sayıda insan mevcut. AVM de bu uzlaşma noktalarından birisi… Bu bağlamda AVM’ler, toplumsal değer diye kodlanan pek çok olgudan daha fazla toplumsal, yine aynı şekilde bu toplumsal değerlerin hepsi kadar da kutsal. AVM’nin bir tüketim ideolojisiyle bağlantılı olması, toplumsal değer diye kodlanan diğerlerinin genelde milliyet veya dinle ilişkilendirilmesi bu gerçeği değiştirmiyor.

AVM’lerin kutsallığının önündeki engelin kısa tarihleri olduğunu iddia edenlerin diğer değerlerin tarihini hatırlamalarında yarar var.

AVM’ler insanların hayatına İkinci Dünya Savaşı’nın ardından girmeye başladı. Türkiye ise AVM’lerle 12 Eylül’den sonra Özal döneminde tanıştı. 12 Eylül ve Özal’la başlayan pek çok süreçte olduğu gibi AVM’leri de mantıksal sonucuna götüren, sonuna kadar kullanan AKP oldu.

Peki ama bugün ulus veya milliyetle ilişkili değerlerin tarihleri çok mu eski? Ulus ve etrafında inşa edilen değerlerin tarihini de en fazla Fransız Devrimi’ne kadar geriye götürmek mümkün. Türkiye’deki milliyetçilik öyküsünün ise 19. yüzyılın sonlarına doğru başladığı herkesin malumu. Üstelik bunlar tarihi başlangıç noktaları ve bugünkü milliyetçilikle 19. yüzyıl milliyetçiliği arasında dağlar var. Milliyetçilik zaman içinde değişen tarihsel koşullarla defalarca yeniden ve yeniden icat edildi. Dolayısıyla milliyetçilik etrafında inşa edilen ve bugün toplumsal ve kutsal diye pazarlanan değerler de aynı şekilde tekrar üretildi.

Binlerce yıllık tarihi olduğu düşünülen dinlerin de farklı olduğu düşünülmesin. Türkiye’deki ortaokul din kitaplarında elbette İslamı dışarıda tutarak dinlerin değiştirildiği ve bozulduğu iddia edildiğinde bir gerçekliğe işaret ediliyor. Ortaçağda insanların yaşadığı dinle bugün yaşanılan dinselliğin pek az ortak noktası var ve aslında bu ortak noktalar toplumsal yaşam düşünüldüğünde önemsiz.

İslam da bunun istisnası değil. Türkiye’de yaşanılan dinsellik yüzlerce yıl boyunca defalarca dönüşüme uğradı. Dinin toplum içindeki yeri ve dolayısıyla dinle bağlantılı toplumsal değerler tekrar tekrar değişti. Din kapitalizmle uyumlu bir hale getirildi.

Üstelik ne dinsel ne de milli değerlerin yaşadığı bu süreç sahipsiz, başıboş bir süreç olmadı. Bunlar egemen sınıflar ve onun temsilcisi olan iktidarlar tarafından ihtiyaçlara göre inşa edildi. İnsanlar doğuştan ırk ve milliyetle ilgili saçma sapan düşüncelere sahip değildi. Dahası hangi dinsel dogmaların ne şekilde toplumsal yaşamda yayılacağı kendiliğinden bir süreç olarak gelişmedi. Örneğin milliyetçilik ve dinciliğin özel olarak sola karşı yeniden üretilmesi bir ihtiyacın ürünüydü.

Toplumsal değerlerin yeniden inşası hiçbir zaman tek boyutlu bir mekanizma da olmadı. Mesela egemen sınıflar 1923 Cumhuriyeti’nde din örneğinde görüldüğü gibi ileri doğru atılımlar gerçekleştirdi. Yine egemen sınıflar gericileşip değerlerin yeniden üretimi de aynı şekilde gerici bir içerik aldığında, bu defa sol ve işçi sınıfı buna karşılık verdi. Bugün, milliyetçilik ve dincilik tüm toplumu esir alamamışsa, bu konuda tüm Cumhuriyet dönemi boyunca insanlığın yarattığı evrensel değerler için mücadele eden sola çok şey borçluyuz.

Hiçbir toplumun özünde değerleri yok. Bu nedenle bu değerlerin esasını veya bozulmamış halini aramak da aynı ölçüde anlamsız. Gerçek müslümanlık veya gerçek milliyetçilik arayışı da bu değerlerin farklı bir şekilde inşa edilmesi çabası aslında.

Bugün Türkiye sağının toplumsal değer adı altında pazarladığı dinsel ve milliyetçi safsatalar aslında bu topluma ait özsel değerler değil. Hepsi zaman içinde inşa edildiler. İnsanlar gerici veya milliyetçi olarak doğmuyorlar. Böylesi bir toplumsal genetiğe ne Türkiye’de, ne de dünyanın herhangi bir ülkesinde rastlandı. Bu ülkenin önemli bir kesimi bir günde gericiliğe veya milliyetçiliğe teslim olmadı.

Türkiye toplumu sağcılığa genetik olarak mahkum değil. Ama elbirliğiyle Türkiye toplumu sağcılığa mahkum olduğuna ikna edilmeye çalışılıyor. Üstelik AKP bunu tek başına yapmıyor. Toplumsal değer adı altında pazarlanan gerici ve milliyetçi hezeyanlara kim hangi nedenle ortak olursa buna destek veriyor.

Örneğin, sınır ötesi operasyon öncesi ısıtılan milliyetçi hezeyanın bir parçası olan kim varsa AKP’ye yalnızca politik bir dayanak noktası sunmuyor, bu sağcı değerlerin toplumda yerleşmesine de yardımcı oluyor. Yine mesela Diyanet tartışmasında bir türlü tutarlı pozisyon alamayan hangi özne varsa, sadece AKP iktidarının önemli bir aracının operasyon alanını genişletmiyor, dinci gericiliğin toplumsal değerler makyajıyla ülkede kök salmasına da çanak tutuyor.

İşte AVM de bu ülkede yıllardır böyle bir uzlaşma noktası. Türkiye’de insanların AVM aşkı bir günde oluşmadı. Tüketim toplumuna, betonlaşmaya, piyasacılığa, paranın hakimiyetine karşı çıkılmayınca AVM’ler de toplumun bir kesimi için itiraf edilsin ya da edilmesin bir değer haline geldi. AVM’ler AKP Türkiyesi’nin kutsal sembollerine dönüştü.

Ama bir gün o kutsal AVM’ler yıkılır. Bu toplum değişir. Toplumun bütün değerleri eşit ve özgür bir yaşam için yeniden inşa edilir. Yeter ki toplumsal değer diye pazarlanan bütün bu safsata ve saçmalıklar makus bir kader gibi değişmez kabul edilmesin.