Bu tercihin akıl, yürek ve başka duyuların yeterliliğiyle açıklanması yanlış olur.

Kuryenin öğrettiği

Artık kamuoyunda seçim tarihi, yasası, Erdoğan’ın adaylığı konularında yeterli berraklık oluştu. AKP’nin akıl durduran argüman dizisine göre 2018 öncesi cumhurbaşkanlığı ile 2018 sonrası cumhurbaşkanlığı arasında yalnızca terminolojik bir benzerlik var. Dolayısıyla Erdoğan’ın birinci dönemini idrak etmeye devam ediyoruz! Gerisi ayrıntıdır.

Lakin şeytan bu örnekte ayrıntıda gizlenmemekte, fil kılığına bürünüp züccaciye dükkânını toptan yıkıp geçmiş bulunmaktadır.

Peki, düzen muhalefeti nerede? Dükkânın içinde mi, dışında mı? Filin önünde mi, arkasında mı? Fili görmüyor, yani kör olabilir mi, yoksa gözü kamaşmış mı?

Çoktandır AKP’yi beceriksizlikle suçlamanın yanıltıcı olduğunu söylüyoruz. Bu yaklaşım siyasi iktidarın ait olduğu sınıfa hizmette sergilediği cüretkâr performansı örtüyor. Beceriksizlik, akılsızlık ve benzeri kusurların, bu ölçüde cüretkâr bir sermaye yalakalığının organik eşlikçisi olduğu doğrudur. Ama bu demektir ki, yaşananlar varoluşsal bir anlamsızlıkla değil, ancak sömürü düzeninin rasyonalitesiyle açıklanabilir. Sömürü düzeninin rasyonalitesi akılcı, becerikli, dürüst, ahlaklı olmuyor. Hatta bu sıfatlardan bir tanesinin karşıtı olarak ahlaksızlık temel davranış ilkesi haline gelmek durumundadır.

Düzen muhalefetinin nerede olduğunu sormuştum… Aynı yanlış eleştiri bu kesim için de dile getiriliyor. Oysa “Nedir bu CHP’nin hali” hayıflanmasının siyasetin kadim sorusu haline gelmesinin esas nedeni beceriksizlik, akılsızlık, korkaklık falan değil. Bu parti ve diğer kanatlarıyla düzen muhalefetinin tamamı, AKP’ye muhalefet etmekte yapısal olarak kusurlu. Sermayenin çıkarları onları da en az iktidar kadar bağlamaktadır ve bu nedenle Erdoğan’ın Cumhuriyet yıkıcılığının karşısına göğüslerini gererek çıkmaları hiç mümkün olamamıştır. Külliyen Cumhuriyet düşmanı olduklarını iddia etmiyorum; bu fazla toptancı bir yargı olur. Ama Cumhuriyetin tanımlayıcı özellikleri arasında kamuculuk, bağımsızlıkçılık, laiklik var ve sermaye egemenliği bunları istemediğini onlarca yıldır ilan etmekte. Sonuç olarak CHP’nin sermaye bağımlılığı ile Cumhuriyetçiliği birbirini iten kutuplar olarak bu partiyi kötürüm bıraktı. Bu koşullarda yaratıcı, atak, akıllı, ahlaklı bir siyaset üretmek hayaldir, ama düzen muhalefetinin sorunu yaratıcılık, ataklık gibi niteliklerden yana kusurlu olması değildir.

Seçim yasası, tarihi ve Erdoğan’ın adaylığı başlıklarında, benim önce başdanışman Mehmet Uçum’dan, sonra AKP’nin ikide bir atanan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’dan dinlediğim akıl durduran argüman dizisini bir yana bırakıyorum. Bu isimlerden en az birinin 2018’deki anayasal düzenlemenin akıldânelerinden olduğu bilinmektedir ve asıl açıklamaları gereken niye “aynı kişi üç kez cumhurbaşkanı olamaz” diye bir hüküm koyduklarıdır. Kesinlikle her seçim arifesinde “öncekiler sayılmaz” iddiasını savunmaktan daha kolay olurdu… (Sanırım işte bu örnek, bu düzeni yürütmek için akılsızlığa ihtiyaç duyulduğunun veya düzenin rasyonalitesinin, yani “akli mekanizmasının” akılsızlıkla malul olduğunun kanıtıdır!)

AKP’nin argümanlarını bırakabiliriz de muhalefeti ne yapalım? Erdoğan’ın ağzından 14 Mayıs’ı duyar duymaz yasa, tarih ve isim konularında teslim bayrağı çekmek ne iştir! Züccaciye mağazasının üstünden geçen filin yularını paylaşma gayretkeşliği... Kılıçdaroğlu’ndan sonra Engin Özkoç da teslimiyeti rest çekmek biçiminde yutturmaya kalktı. Özetin özeti, CHP iktidarın seçimle ilgili bütün yaptıklarının hukuksuz olduğunu görmekte ve rest demektedir! Ne var ki, bu bir poker oyunu değildir. Kuralsızlık iktidar için mutlak yönetme özgürlüğü anlamına geliyor. Muhalefet ise, kaçıncı defa olduğunu sayamayacağımız uzun bir listenin son halkası olarak, kuralsızlığı bir kez daha onaylıyor.

Bu tercihin akıl, yürek ve başka duyuların yeterliliğiyle açıklanması yanlış olur. Artık tekrar olacak, ama doğru anlaşılsın; muhalefet lider ve sözcülerinin çok çeşitli noksanları olduğu açıktır, hatta bu durum eşyanın tabiatı gereğidir. Verili tarihsel ve yapısal koşullar altında düzen muhalefetinde akla, cesarete, sezgi gücüne zaten yer yoktur. Düzen muhalefetinin tutumunun asıl rasyonalitesi kitleleri ajite etmeme, politizasyonun artmasına neden olmama kaygısıdır. Muhalefet sadece sakince seçime gidilmesini istemektedir!

Yazının sonu itibariyle sorumuz “Ne yapmalı” olmak durumunda. Kuşkusuz Erdoğan’ın adaylığının gayrimeşru olduğu söylenmelidir. Bu saptamaya demir atmaksa anlamlı olmayacaktır. Çünkü bu muhalefet iktidarın hukuksuzluğunu kabul etmediğini açıklasa, tersine mücadele edip sıkıştıracağını ilan etse, kimseyi inandıramaz! Bu muhalefetin konuyu yargıya götürmekten başka bir şey yapmayacağını herkes tahmin edebilir. YSK’nın bir AKP kurumu olduğunun yeniden kanıtlanması Erdoğan ve arkadaşlarını çok mu üzecektir!

Konunun taşınması gereken biricik merci halk olabilir. AKP halkın burnunu sürtmeyi hedeflerken muhalefet halkı sadece sandık için aklına getiriyor. Oysa halk ile seçmen bir ve aynı şey değil. Daha doğrusu hakkını arayan, mücadele eden bir halk ile çağrıldığında oy vermeye giden seçmeni birbirinden ayrıştırmak gerekmektedir.

İşin ilginç ama hiç de rastlantı olmayan yanı, seçime dört ay kala Türkiye’de işçi sınıfı, mücadelenin oydan büyük olduğunu kanıtlamak için bir kez daha adım atmaktadır. Kuryelerin adımı bir çağrıdır aslında. EYT’lilerin emeklilik gaspına seçime mümkün olduğunca az zaman kala son verileceği anlaşılmaktadır. Belki seçime beş kala kamu emekçileri ve emeklilere, belki asgari ücretlilere bir parmak bal daha çalınacak, şu kadar sözleşmeli çalışan kadroya geçirilecektir… Kuryeler geçtiğimiz hafta işte bu kesimlere ve diğer yoksullara seçimi beklememeyi öğütlemiş oldular.

Doğrusu, akla uygunu, cesurca olanı budur. Önümüzde dört aylık sandık bekleme süresi değil, hızlandırılmış bir örgütlenme ve mücadele dönemi vardır.