Proje çizmesi bedava! Ama hayat veya pabuç pahalı! Bu senaryoya kıyısından köşesinden dokunan her büyük veya küçük özne bir diğerine silah sıkmaya hazırdır.
Bu hafta Kürt sorununa ilişkin Türkiye’de solun tarihsel konumlanışını hatırlatmaya dönük notlar yazacaktım. Bunu bu köşede yakında yapmayı deneyeceğim. Ama Suriye haritasındaki değişiklikler Türkiye’nin siyasi konjonktürünü de değiştirdi.
Daha doğrusu takke düştü ve Bahçeli-Erdoğan ikilisinin açtıkları sayfanın başlığına değil “çözüm”, “Kürt sorunu” diye yazmanın bile “kellik” olduğu görüldü.
Meclisin açılışıyla hızlanan gündem bir savaş açılımıymış meğer!
Kürt sorunu dendiğinde ne anlamak gerektiği artık tamamen karışmış durumdadır. Bölgenin paylaşılmasına dönük karmakarışık ama arkasında çeşitli boylardan sömürücülerin durduğu da bir o kadar açık olan çatışma, Kürt sorununu bombaların kaldırdığı tozla boyadı. Bizim anlamamız gereken bambaşka bir şeydir ve “bizim Kürt sorunumuz” bu toz dumandan bütünüyle ayrı bir eksende konuşulmalıdır. Ona sıra gelecek…
Örnek olsun, şurada “bizim” Kürt sorunumuzla ilgili herhangi bir şey yoktur. DEM Partinin bir sözcüsü geçenlerde bir TV programında “İran Kürtleri, diyordu, asla molla rejiminden yana olmaz.” Bu sözün “çatışma boyutlanıp da Tahran hükümetine karşı bir cephe açılması gerektiğinde bizi unutmayın” anlamına geldiğini söylersem ayıp etmiş olur muyum? Burada başka bir sorun, hatta bela vardır!
Şam hükümetinin egemenlik alanının bir parçasına TSK-Suriye Milli Ordusu, bir diğer parçasına da PYD yerleşecek ve iktidarın meşruiyetini orasından burasından kıracaklar. ABD Suriye Kürdistanı üstünden sahada çıkarları olduğunu ilan edecek, sonra kimse farkına varmadan büyük bir savaş makinesinin sahibi haline getirilen HTŞ Suriye’nin ikinci büyük kentini ele geçirecek… Bu ortamda Kürt sorununu mu tartışıyor olacağız peki?
ABD on yıllar önce Irak’ı üçe bölme projesi yumurtlamıştı. Orada elde var, bir Kürt devletçiği. Barzani otonomisini tam anlamıyla devlet sayamayız, çünkü egemenliğini sadece merkezi Bağdat hükümetiyle paylaşmamakta, aslında tüm iktidarını ABD’den almaktadır. ABD’nin deniz aşırı, çok sayıda fiili eyaletinden biridir Erbil merkezli yapı. Sonra, devlet dediğimiz modern yapılar, 19.yüzyılın sonlarından başlayarak ulus aidiyeti ile karakterize edilir. Kürt özerk bölgesi bir aşiret devleti olarak eski çağların bir güncellemesidir, kapitalizmin son aşamasında buram buram feodalite kokmaktadır. Dünyamız, kalkıp aşiretlere dayanan, emperyalistlerin himayesinde beslenen devletçiklere dönmeyecekse bu tablo arızi ve geçici olarak kalacak. Bu garip yapının öncülü Birinci Körfez Savaşıyla, yani yeni ABD mandası altında 1991 sonrasında ortaya çıkmıştı. O sıralar sol-liberal ve Kürtçü bir sol henüz ortalığı kasıp kavurmuyordu. Sadece bazı öncüler arzı endam ediyor ve söz konusu bölgenin ne kadar özgür olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. Türkiye’de başat konumdaki Kürt siyasi hareketinin Barzanistan’a rezervli yaklaşması bunların sınırlı kalmasının esas nedeniydi tabii…
Yeri gelmişken, Irak Kürdistan’ı bir istilanın ürünü olarak federe devlet statüsü kazanmadan önce Türkiye Cumhuriyeti bölgede pasaport bile dağıtmıştır! Özal’ın rüyası, deforme de olsa gerçekleşmiş, Ankara birtakım Kürtleri himayesine almıştı.
Batı emperyalizmi şimdi de Suriye’yi parsellemiş bulunuyor. Yeni değildir ve özetle Suriye haritalarında Şam-Lazkiye Nusayri devleti, Kürdo-Amerikan Rojava devleti ve Türko-Arap Sünni devleti olarak çizimler çoktan başlamıştır.
Bu dünyada herkesin bir büyük ağabeye ihtiyacı olduğu kabul edildiğinden, birinci devletin kapıları ile Akdeniz kıyıları Rusya’ya açık olacaktır.
Devletsiz ulus olmaktan şikâyet eden Kürtler ikinci devletçiklerine kavuşacaklardır. Aslında bir “ileri üs” hüviyetinde bu zaten vardır.
Üçüncü yapı ise bir maymuncuktur. Ankara, bütün emperyalistlerin sevdalandığı dinci gericiliğin patentini eline almak için yanıp tutuşmaktadır ve belli ki AKP sayesinde son derece avantajlıdır. Dinci gericiliğin Suriye sultanlığını elinde tutanlar, Rojava + Barzanistan’ın sahiplerine “Büyük Kürdistan” hayali satabileceklerdir. Hayalin vizesi Akdeniz’e çıkış koridorudur. Böylece Türkiye + Kürdistan işlemiyle Ortadoğu’da yeni-Osmanlı geri dönecektir. Davutoğlu da bir AKP koltuğu alır mı, belli olmaz! Ama, Kürt sorununun çözümünden bunların kast edildiği anlaşılmaktadır.
Kürt sorunu bütün bunların neresindedir?
Tutarsa; AKP bir değil iki Kürt devletçiğinin yakın dostu olmuşken, Türkiye sermayesi bölgeyi ihya ederken, yerde boru hatları döşenir, havada dronlar uçuşurken birileri de silah bırakmış, “terör bitmiş”, çok mudur? Muhtemelen birileri de “silahım namusumdur” falan diyecek ve silahların hiç değilse bir kısmı ara sıra çıkartılıp tetiğine basılmak üzere zulaya kaldırılacaktır. Bu kirli, akıl ve insanlık dışı oyun mudur ulusal sorun denilen?
Proje çizmesi bedava! Ama hayat veya pabuç pahalı! Bu senaryoya kıyısından köşesinden dokunan her büyük veya küçük özne bir diğerine silah sıkmaya hazırdır. Bir haftadır yaşananlar bu kaotik savaşın ilk raundu bile değil!
Şam tartışmasız direnecek. Esad’ın kara kaşına meraklı olmayıp, sıranın kendine gelmesini ertelemeye odaklanan İran da öyle. Rusya, zaten kimsenin göz dikemeyeceği deniz üssüne çekilecek değildir ve Türkiye’nin enerji ihtiyacı dendiğinde tekel sahipleri de Moskova’da oturmaktadır. Bu gerilimlerin ara ara alev almaması mümkün değildir.
ABD cihatçı beslemeleri ile Kürt müttefiklerinin alenen çatışmasını istemez elbette. Ama bunların arasındaki rekabetin bazen kontrollü patlamalarla yönetilmesi gerçek bir “ihtiyaçtır.” Hem bu olduğunda Batı kamuoyu ve bir kısım Türk solu “işte Ortadoğu’nun biricik seküler modern öznesi; hem kadın gerillalar da var” diye tempo tutabilme imkânına kavuşmaktadır. En azından Suriye ve Irak IŞİD eliyle son karıştırıldığında böyleleri sahne almıştı…
Sahi Kürt sorunu bu ateş ve kan diyarının neresindedir?
Bu tablonun her bir köşesinde mülk sahibi egemenler hüküm sürmektedir. Aralarında düğmesine Washington’da, Londra’da basılan hegemonya mücadeleleri verilmektedir. Bölgemiz sayısını bir çırpıda veremeyeceğimiz halkların birbirini kesmesine hazırlanmaktadır. Arada ilan edilen barış veya çözümler, görünür vadede sadece geçici ateşkeslere denk düşebilir.
Ateşin ve kanın bugün için Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına teğet geçmekle yetineceğini düşünenler mutlu olabilir. Borsada şirketlerinin değeri artacak olanlar, yıkılan kentleri yeniden inşa etmeye hazırlananlar, yaralı halkların muhtaç duruma düşmesine ellerini ovuşturanlar… Kaos ortamında kendi ülkesi doğrudan hedef olmayan az sayıda devletin bir üst ligin oyuncusu oldukları doğrudur. Gerçekten Türkiye bu anlamda yok olma tehdidi altında olanlarla karşılaştırılamaz. Ancak banka cüzdanlarını sıvazlayıp mutlu olanlara “gülme komşuna” demenin de zamanıdır. Ne de olsa proje ofisleri Atlantik kıyılarındadır ve oradan bakıldığında Tayyibistan’ın herhangi bir dokunulmazlığı yoktur.
Devlet Bahçeli bir çözüm sürecini mi başlatmıştı? Kürt sorunu derken, ne kast etmiştiniz?
Biz ne kast ettiğimizi biliyoruz. Onu konuşacağız…