'Aklını yitiren Türkiye'de şaşılacak ne kalmış olabilir?   

Kurbanlık günler

Üst üste denk geldi bu kez. Kurbanlık günler gelmeden ya da gelirken, eyyâm-ı bâhur günleri başladı. Halkımız öyle uzatmalı heceleri hiç doğru söyleyemediği, uzatmak gerekirken kısa kestiği kısaları ise uygun biçimde okuyup konuşmayı beceremeden uzattığı için, bir de buradaki tamlamayı kendince düzleyerek, “eyyam bahur” deyip çıkmıştır. Çok sıcak günler, demektir; daha doğrusu, yılın en sıcak günleri. 

Aslında zamanı da bellidir: Ağustos ayının ilk haftasıdır. Çocukluğumuzda o günlerde bizi asla denize neyim sokmazlardı. Kıyıda, zorla oturtulduğumuz bir koyu gölgelikte denize imrenerek bakardık. Bu inanışın bilimsel bir dayanağı olup olmadığını hep merak etmişimdir. Ama şöylesine bir araştırdığımı bile söyleyemem. Demek, bilimle uğraşanlara özgü bir merak değilmiş. Ancak, şimdilerde, bu eyyam bahurun hem süre olarak uzadığını hem de mevsim olarak çeşitlendiğini fark etmemek mümkün değil. Bununsa haklı olarak çokça sözü edilen iklim değişikliği ile ilişkilendirilmesi pek yanlış görünmüyor. Şu dünyanın da insanlığın da baş belası olmuş Amerikan düzeninin son harikalarından Trump adındaki yaratık ve adamları bunu yadsımakta ısrar ediyordu. Nedeni, bu olguya en büyük katkıyı yapanın kendileri olduğunu bilmeleriydi herhalde. 

İlkinden daha eski bir merakım daha var. Merak edip yine bunu bilimsel bir meraka dönüştürmediğim bir başka konu. Kurban piyasada alınıp satılan bir meta olduğuna göre kurbanın da bir ekonomi politiği olmalıdır. Hele bunu bayramı da ekleyerek söylersek, yığınlarla hayvanı kesmenin yanı sıra o arada olup bitenler ve öteki ritüellerle birlikte, kurban bayramının ekonomi politiği basbayağı ilginç bir başlık olabilirdi.  

Kesim işinin kasaplık mesleğinin kitleselleşmesinin yanı sıra ciddi tehlikelere de yol açtığı bilinir. Acemilikleri besbelli olmakla birlikte kahramanlıkları kuşku götürmeyen böylelerine  “kahraman kasap” demek uygun olur, sanırım. Çeşitli yaralanmalar bu bayrama özgü mesleğin şanındandır. Bir örneğine kendi gözlerimle tanık olmuştum. Bundan beş yıl önceki kurban bayramını uzunca bir hastane yatışının başlangıcında, seçkin bir üniversite hastanemizin acil servisinde geçirmiştim. Oradaki hasta nüfusunun en az yarısı bu kahraman kasaplarımızdan oluşuyordu ve tümüne yakını çok genç yaştaki doktorcuklar çeşitli organlarını kesmiş, yaralamış bu kahramanların birinden öbürüne koşuşturup duruyorlardı. İlginç sayılabilecek gözlemler yapma fırsatı yaratsa da bu kurban ile acil servis çakışması, uzun zamandır görüşemediğim eski bir arkadaşın hayıflanmasını hatırlatmıştı bana: “Şansın da böylesi” derdi, “biz şapkacı dükkanı açsak, bebeler kafasız doğar!" 

Yine bu kahraman kasaplara karşı can havliyle saldıran azgın boğalar ile onların ellerinden kurtulmayı başarıp kaçmış daha çaresiz hayvanların, peşlerine taktıkları kalabalıklarla sokaklarda, caddelerde canlarını kurtarma çabaları da her bayramda, her yerde karşılaşılan görüntüler arasındadır. Bunları ritüellerden saymak biraz tartışma götürür olsa da kurban satıcısı ile alıcısının hararetle pazarlık yaparlarken bir yandan da canla başla tokalaşmaları bu yakıştırmayı hak eder herhalde. Bu bayramda bu pazarlık tokalaşması sırasında, artık hangi tarafın, alıcının mı satıcının mı, orasını bilmiyorum, kolu çatlamış, inanır mısınız!

Bu yılki bayramın yeniliklerinden biri, kahraman kasapların yanına çocuk kasapların katılması olmuş meğer. İki gün önce soL haber merkezinin Cumhuriyet gazetesinden aktardığına göre, İstanbul Kâğıthane’deki kesim çadırlarında dinci vakıf ve dernekler şalvar giydirip fes taktırdıkları çocuklara kurban eti kestirmişler. Çocuklardan biri “Bayılana kadar çalışmaya devam ediyoruz. Bayılan arkadaşımın yerine başkası geliyor.” demiş. Aynı haberde, kesim alanında kucağındaki 2 yaşında çocuğu ve elinde küçücük bir poşetle dolanan bir kadından söz ediliyordu. “Bir yıl boyunca çocuklarım hiç et yemedi. Bugün belki biri çıkar, bana yardım eder diye buraya geldim. Ancak kimse bir parçacık et bile vermedi. Allah için değil, kendileri için kurban kesiyorlar” diyesiymiş.

O kadıncağızın son cümlesi çok uzun zamandır yerleşmiş yeni kurban ibadeti yaklaşımını tam bir doğrulukla yansıtıyor, demekte hiçbir abartı yok. Kurban kesilir; birkaç parça ayrılarak birkaç komşuya verilir; geri kalanı kavurularak ya da başka yollarla saklanmaya hazır edilerek buzdolabına konulup günlerce afiyetle yenilir. Anılan ibadetin çağdaş uygulanma biçimi böyledir. Buradan şöyle bir sonuç çıkarmak mümkün: İslam dininin çağdaş gelişmelere ayak uyduramadığı, külliyen yalan, dolayısıyla apaçık bir iftiradır!

Bu arada, bayram ritüelleri deyince, çok uzun zamandır yerleşmiş bir bayram kutlama yaklaşımını atlamak doğru olmaz. Bizim yetmişli yıllarda gerçekleştirdiğimiz meşhur “karşı plan” çalışmasında, sektör planları ile ilgili raporları hazırlarken “turizm” sözcüğünün üstünü çizmiş ve yerine “işçinin emekçinin dinlenmesi” yazmıştık. Turizm sözcüğüyle anlatılagelmiş eylemi ya da etkinliği böyle yorumluyor, adını da bu yoruma uygun olarak koyuyorduk. Kendi yönetici arkadaşlarımızı bile inandıramadık; o sözcük öylece kaldı. Şimdi özellikle toplam nüfusta çok yüksek bir orana yükselmiş kentli nüfusun içindeki görece yüksek ücretli çalışanları da içeren hatırı sayılır büyüklükte bir kalabalık, dinsel bayramları tatil yerlerinde kutlamak üzere yollara düşüyorlar. O kadar ki, birçok beldenin belediye başkanları, “Allah aşkına artık gelmeyin, ne yer ne yar kaldı!” diye yalvar yakar oluyorlar. Buradan, bayramlarımızın ulusal ekonomimizin kurtarıcısı turizm sektörünün canlanmasına hayırlı katkılar sağlamak gibi bir ek sevaba da vesile olduğu sonucunu çıkarmak doğrudur. Üstelik bu akıncıların, yok küresel salgındı, yok delta bilmemnesiydi türünden bozguncu söylentilere kulak asmadan seferlere çıktıkları da apaçık ortada.

Zaman zaman şu tür bir soruyla karşı karşıya kalıyorum: Nasıl biter bu yazı?

Şöyle olabilir örneğin: Epeydir haberleşemediğim Mustafa Kemal Erdemol kardeşimin 2010 yılında bir kitabı yayımlanmıştı. Onun başlığıyla bitirebilirim belki.

“Aklını yitiren Türkiye”de şaşılacak ne kalmış olabilir?