"İngiliz kraliyet tarihinin en hor görülen, en çok hırpalanan kralı oldu; Robin Hood efsanesi de bu görüntüye katkı sundu. Gerçekten hangisi iyi kraldı? Topraksız John mu? Aslan Yürekli Richard mı?"

Kudüs, Hood ve Carta III

Kudüs düşünce Papa Avrupa’yı ayağa kaldırdı. Selahaddin farkında değildi ama bu defa sahnenin yıldızlarının da yer alacağı bir temaşayı tetiklemişti. I. Haçlı Seferi küçük ve topraksız soyluların, özgür sefillerin seferiydi. II. Haçlı Seferi ise yine aynı grupların oluşturduğu, ancak içine biraz kraliyet sosu karıştırılmış bir seferdi (buna Fransa Kralı VII. Louis de katılmıştı). Bu defaki Avrupa’nın en büyük monarklarının tamamının katıldığı bir sefer olacaktı. Haçlı, İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard, Fransa Kralı Philip Agustus ve Roma-Germen İmparatoru Frederick Barbarossa öptüler; böylece sefere Avrupa’nın tüm büyükbaş kralları katılmış oldu. 

Haçlı Seferleri deyince pek tabi ki aklımıza hemen Kutsal Toraklara yapılan bir dizi sefer gelir; oysa bu ilk intiba yanlıştır. Birincisi bu seferlerin tek hedefi sadece Müslümanların elindeki Kutsal Topraklar değildi; Ortodoks Bizans da seferlerin hedefindeydi. Papalık Ortodoks kilisesini yeniden Katolik egemenliği altına almak için seferleri bilerek kışkırtmıştı; Bizans’ın bahtsız imparatorları da bunun bilincindeydi (bu nedenle topraklarına giren Haçlıları çabucak Asya toraklarına geçirip başlarında def etmeyi bir politika olarak benimsediler). Nitekim IV. Haçlı Seferi’nde doğrudan hedef Bizans’tı. Haçlılar kutsal toraklarla uğraşmak yerine İstanbul’u ele geçirmiş ve burada 26 yıl sürecek bir Haçlı devleti kurmuşlardı. İkincisi pek tabi küçük özgür köylülerin ve soyluların, maceraperestlerin, servete ve güce aç aristokratların dinmek bilmeyen açlıkları en büyük etmendir. Üçüncüsü, bu seferler aynı zamanda orta çağın Katolik gericiliğini her yerde hakim kılma amacını taşıyorlardı. Nitekim bu anlamda sadece Müslümanlara karşı yapılmadı seferler. Bahsedildiği gibi Ortodoks Bizans’a, halkçı ve eşitlikçi sapkın Hristiyan akımlara (örneğin Bulgaristan ve Balkanlardaki Bogomil hareketine, ya da Fransa’daki eşitlikçi bir tarikat olan Albigenlere kaşı da Haçlı seferleri düzenlendi).

Neticede Richard Fransa’daki hazırlıkların ardından yola çıktı. Fransa Kralı Philip ile birlikte gidiyorlardı. Alman İmparator Frederick Barabarossa ise karadan, Macaristan ve Bizans toprakları üzerinden götürdü kafilesini.  Ama onun hikayesi kötü bitti. Konya civarında önemli bir Anadolu Selçuklu gücünü yenilgiye uğrattı ama Göksu çayını geçerken atı onu üstünden attı. Orta Çağ’da şövalyeleri korumak için kullanılan ağır zırh bu defa ölüm getirdi, giydiği zırh nedeniyle sulara gömüldü ve boğuldu. Feodalizm her yerde ölümün yaşamı yendiği bir düzenekti. Onun ordusu çabucak dağıldı. 

Richard ve Philip denizden gittiler. Ancak işi ağırdan aldılar. Sicilya ve Kıbrıs’ta siyasi iktidarları kendine yakın olanlar lehine dizayn ettikten sonra yoluna devam etti Richard. Ona eşlik eden Fransa Kralı ile aralarındaki gerilim giderek büyüdü. Bu gerilimin ve gerilimden doğan koordinasyon eksikliğinin Selahaddin’in bu seferi görece az kayıpla atlatmasında büyük bir etkisi vardı. Richard ve Philip sonunda Akra’ya vardıklarına Selahaddin ve Müslümanların elindeki kent uzunca bir süredir Haçlıların kuşatması altındaydı. Avrupa’dan gelenlerin verdiği destekler ile birlikte Akra iki yıllık kuşatmanın sonunda Haçlıların ellerine düştü. Tarihçiler, özellikle de Romantik/aristokratik bakış açısına sahip olan görece sağ tandanslı tarihçiler bu olayı Richard’ın hanesine yazma eğilimindedirler, bu Fransa Kralı Philip ile onlar geldiğinde halihazırda kuşatmayı sürdürmekte olan Haçlıların rolünü küçümsemek anlamına gelmektedir. Ancak olsun, Richard aristokratik feodal romansın göz bebeğiydi. 

Ancak sanıldığı kadar da soylu ve erdemli değildi galiba. Esir alınan Müslümanlar için Selahaddin ile pazarlık yapıldı, ancak Selahaddin ödemeyi geciktirince soylu ve “İyi Kral” Richard esir tutulan 3000 civarında Müslümanın kellesini vurdurttu; o vakitler Cenevre konvansiyonu geçerli değildi tabii. Tüm sefer boyunca Fransa Kralı’nı, diğer kralları ve prensleri aşağıladı, ya da ciddiye almadı. Bunun bedelini ödeyecekti. Bu arada Selahaddin ile Richard’ın kişisel görüşmeleri ileride edebiyata konu olacak “düşman fakat dost” krallar öyküsü yarattı. Ama aslında bahsedildiği gibi feodalizm erdem, soyluluk ve sadakat kisvesi altında her türden soysuzluğun, sadakatsizliğin ve erdemsizliğin cirit atığı bir döneme işaret ediyordu. Nitekim hem türdeşlerine ve dindaşlarına, hem de düşmanlarına karşı oldukça erdemsiz bir tavrı vardı Aslan Yürekli’nin. 

Bu arada askerlerinin büyük bir bölümü gibi hasta oldu, Haçlı ordusu içinde salgınlar sıradan vakalardı. Hatırlarsanız lise döneminde sağ eğilimli, çoğunlukla Milliyetçi Muhafazakâr çizgideki tarih öğretmenleriniz sürekli Batılıların hijyen eksikliğinden dem vururlardı. Aslında bunda bir gerçeklik payı vardı. Arap kronikler yağmaya gelen Haçlıların hem sağlık hem de hijyen konundaki sefillikleri karşısında şok olmuşlardı. Arap ve Müslüman hekimlerin ileri bilgilerinin ve hijyen konusundaki hassasiyetlerinin yanında Hristiyan hekimlerin cehaleti defalarca not edildi. Nitekim Richard tam da böyle bir hijyen ve bilgi eksikliğinin sonunda öte dünyaya göçecekti. 

Akra düştükten ve bir iki gözde zafer kazanıldıktan sonra aslında Kudüs yolu iyice açılmıştı Haçlılar için. Ancak Haçlı ordusu Kudüs’ü kurtarmak yerine yavaş yavaş dağıldı. Bu dağılmanın nedenleri hala sorgulanmaktadır. Richard aleyhinde yazanlar (Fransa partisine mensup olanlar) onun Selahaddin ile ihanetvari bir işbirliği içinde olmasını sebep olarak görürler. Diğer taraftan onun lehinde olanlar (İngiltere partisine mensup olanlar) Fransa Kralı Philip’in erken havlu atarak, erkenden ülkesine geri dönmesini neden olarak ileri sürerler. Neydi bilemeyiz ama kurtarmaya geldikleri Kudüs’ü kurtaramadan döndüler Avrupa’ya. 

Aslında Kutsal Topraklara düzenlenen seferlerin ruhani ve uhrevi nedenlerden çok dünyevi nedenler tarafından yönlendirildiklerine delalet eder bu durum. Richard seferdeyken İngiltere’nin yönetimi annesi Akitinyalı Eleanor’a bırakılmıştı, Fransa’daki toprakların yönetimi ise kardeşi “Topraksız” John’a. John o yokken tahtı ele geçirmek için İngiltere’ye saldırmayı bile denedi, ancak Richard yanlısı aristokratik koalisyon ve annesi tarafından püskürtüldü. Belirtmiştik; oğullar babalara, kardeşler kardeşlere karşı en ufak bir sadakat beslemiyordu feodal dönemde. Oysa feodal dönemi öven gerici romantik yazarlar bu kadar sadakatsiz bir dönemden erdem timsali bir hikaye çıkardılar. Örneğin Robin Hood yalnız değildi; romantik ve tutucu İngiliz yazar Walter Scott aynı dönemi Ivanhoe karakteriyle idealize etmişti. Kralına sadık Ivanhoe, halkına ve kralına sadık Robin Hood söylenceleri aslında toplumsal bir rezaleti örtmek için üretilmiş mitlerdi. 

Richard, kardeşinin alavere dalavere adımlarını bahane edip seferi bırakarak geri dönüş yolculuğuna başladı. Fransa kralı Philip ise Richard’dan önce yol çıkarak o yok iken kardeşinin başlattığı isyandan Fransa lehine yararlanmak için elini daha çabuk tutmuştu. Ne kadar soylu ve uhrevi amaçlar ile yol çıkmışlardı oysa. Ancak Richard evine varamadı. Gemisi fırtınada karaya oturdu ve kara yoluyla giden Richard Kutsal Toraklarda iken incittiği Avusturya Kralı Leopold tarafından ele geçirildi. Leopold, Richard’ın serbest bırakılması için çok yüklü bir fidye istedi (ne kadar erdemli bir dönem ama). İşte Robin Hood hikayesi de tam bu noktada başladı. 

Söylenceye ve hikayeye göre o vakitler abisinin yerine tahta göz kulak olan John, Richard bir daha geri dönmesin diye fidyeyi ödemeyi geciktirdi. Adamları aracılığıyla küçük Saxon soylularının ve özgür köylülerin ümüğüne çöktü ve parayı zorla topladı ama yollamadı. Robin Hood bu nedenle çetesiyle birlikte Kral John ve en has adamı Nottingham şerifinin topladığı paraları çalmaya ve yoksullara dağıtmaya başladı. Bir taraftan da Norman soyluları ve Kral John’u fidyeyi ödemeye zorluyordu. Böylece gerçek Kral-sahte Kral, iyi Kral-kötü Kral ikilemleriyle bezenmiş büyüleyici bir hikaye çıktı ortaya. Ancak hikaye tarih değildir; tarih hikayelerden ve söylencelerden öğrenilmez. 

Tarih sürecin böyle işlemediğini söylüyor. O vakitler prens olan John Fransa topraklarında idi, ve abisinin yerine göz kulak olan annesine karşı isyan halindeydi (pek tabi ki Kutsal Topraklardan alelacele dönen Fransa Kralı’nın da desteğiyle). İngiltere’de fidye toplama işi anne Akitinyalı Eleanor ile Richard’a yakın bir grup soyluya düştü. Onlar baronları sıkıştırdılar, baronlar ise kendi serflerini, ve özgür köylüleri. Böylece yüksek meblağlı fidyenin yükü zavallı serflere ve küçük köylülere düştü. “İyi Kral”ın, “Gerçek Kral”ın bedeli yüksekti. Serflerin ve köylülerin ekonomik ve mali durumu o kadar kötüleşti ki; zaten uzunca bir süredir bir ekonomik ve toplumsal buhran içinde olan İngiliz kırlarında durum daha da ağırlaştı. Ağırlaşan bunalım sonraki iki yüzyılda ardı arkası kesilmeyecek köylü isyanlarına yol açacaktı. Bu isyanların soncunda, ve pek tabi ki kendi içindeki derin çatışmaların da katkısıyla İngiliz aristokrasisi güçten iyice düşecekti. Tarih bunu anlatmaktadır. Aslan Yürekli Richard’ın tahta dönmesinin ceremesini İngiliz köylülüğü çekmişti. 

Fidye ödendi ve Richard İngiltere’ye döndü. Oradaki işleri yoluna koyarak Fransa’daki topraklarına, isyancı kardeşini, isyancı baronları ve Fransa Kralı’nı yol getirmek için gitti. John teslim olduğunda ona bir şey yapmadı; “sen daha bir çocuksun” dedi (çok sevdiğinden değil, John son Plantagenet olduğu için yapmadı). Sonra isyancı baronlar ve Fransızlarla kavgaya devam etti. Bir kalenin kuşatması sırasında atılan bir ok sol omzu ile boynu arasına saplandı; kale surlarına pek yakın gezerek kuşatmayı denetliyordu. Kötü bir kraldı, kötü bir yöneticiydi ama kabul etmek gerekir yiğit ve pervasızdı. Saplanan oku çıkarmaya çalışan hekimler (tıpkı Arap kroniklerin şok içinde not ettikleri şekilde) hijyen kurallarına dikkat etmediler ve yara iltihap kaptı. Aslan Yürekli Richard, “İyi Kral” 1199’da bir askeri kampta hayata gözlerini yumdu. Krallık döneminin çok kısa bir bölümünde gerçekten tahta oturarak sivil idareyi yönetti, vaktinin çoğunu savaş meydanlarında geçirdi. “Kılıçla yaşayan kılıçla ölür” iddiasını haklı çıkaracak şekilde savaş meydanında can verdi. İngiltere kralıydı ama İngiltere’de çok kısa bir süre için bulundu (İngilizce biliyor muydu emin değilim). Fransa topraklarına gömüldü. 

Öldüğünde İngiltere çok üzüldü mü bilinmez. Büyük bir olasılıkla üzülmedi çünkü Richard dönemi bahsedildiği gibi ekonomik ve toplumsal baskının arttığı bir dönemdi. Savaşlar mali yapıyı kökten bir şekilde bozmuştu. Merkezi otorite zaten zayıftı, ve ekonomik ve siyasal olarak güçlü olanın zayıf olanı, fukara olanı ezmesi sürecinin daha da derinleşmesini engelleyecek gücü yoktu. Ancak buna rağmen İngiliz gerici romantik edebiyat akımı Richard’dan bir “İyi Kral” miti çıkartmayı başardı; pek tabi ki Robin Hood’un yardımıyla. 

Richard öldüğünde çocuğu yoktu. Topraksız John kral oldu. Abisinin çok da uzun olmayan saltanat döneminin toplumsal, ekonomik ve hatta askeri çöküntüsünü devraldı. John hakkında tutucu İngiliz tarihçilerinin oldukça olumsuz ortak bir görüşü vardır. Onlara göre John siyasi, ekonomik ve askeri çöküntünün müsebbibidir. Oysa gerçek şudur; John, kendi ailesinin diğer üyeleri kadar sadakatsiz ve erdemsiz olmak dışında bir şeyle suçlanamaz (kendi yeğenini öldürtmüştü örneğin). Onun döneminde ayyuka çıkan çöküntünün nedeni aslında abisi ve İngiliz/Norman aristokrasisidir. Nitekim o tahta oturduktan sonra Fransa’daki toprakların büyük bölümü kaybedildi (ki bu toprakların aristokrasisinin bağlılığını İngiltere’den çok Fransa’ya yöneltmesi abisinin döneminde başlamıştı). Çok çaresiz bir kraldı. Fransa’daki savaşı finanse etmek için baronları ve soyluları vergilendirmek istediğinde iç savaş patladı. Baronlarla iki defa savaştı ve yenildi. Böylece merkezi monarşi hiç olmadığı kadar zayıfladı. Saraydaki bir grup aristokratın oyuncağı haline geldi. Yetmedi, baronlar ve soylular onların haklarına karşı bir daha keyfi ve fevri bir şekilde hareket etmesin diye onu masaya oturtup resmen imzalı bir senet aldılar ondan (daha önceki İngiliz monarkları açısından düşünülmeyecek bir şeydi bu). 

Tarihe Magna Carta diye geçti, Büyük Sözleşme diye çevrilmelidir. 15 Haziran 1215’te Runnymede diye küçük bir kasabada baronlar Kral John’u masaya oturttular ve sözleşmeyi zorla imzalattılar. Bu sözleşmeyle John krala ait olduğuna inanılan pek çok yetkiden vazgeçti, onu baronların elinde oyuncak haline getirecek pek çok maddeyi kabul etti. Magna Carta kralın keyfi vergilendirmesini, pek çok noktada kafasına göre tek başına karar vermesini engelliyordu. Sıradan halk, köylüler ve serfler için pek az madde vardı. Maddelerin çoğu baronların ve soyluların kral karşısındaki haklarını arttırmakta veya güçlendirmekteydi. Bu anlamda aslında İngiliz feodalizminin zirvesi idi. 

Son bir ara; liberal burjuva siyaset bilimciler bu belgeyi yazılı ilk özgürlükçü anayasa gibi resmederler. Doğru mu? Burjuva siyasal hukuku açısından anayasa denince aristokrasiye, monarşiye, bireylerin haklarını ihlal eden keyfi yönetime karşı kazanılmış bir mevziyi anlıyorsak eğer Magna Carta bir özgürlük sözleşmesi değildir. Sefil aristokrasinin haklarını monarşinin müdahalelerine karşı garantiye alan bir metindir en fazla. Tam adı Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlük Sözleşmesi) olan belgenin neresinde bir özgürlük nosyonu var hala anlayabilmiş değilim. 

Sonrası mı? Kral John daha masadan kalkar kalkmaz sözleşmeye uymayacağını belli etti, böylece aristokrasi ile monarşi arasındaki mücadele yeniden başladı. Kral John ise hep kaybetti. Onda abisinde bulunan askeri deha yoktu ne yazık ki. İngiliz kraliyet tarihinin en hor görülen, en çok hırpalanan kralı oldu; Robin Hood efsanesi de bu görüntüye katkı sundu. Gerçekten hangisi iyi kraldı? Topraksız John mu? Aslan Yürekli Richard mı? 

Fotoğraftaki Aslan Yürekli Richard’ın Fransa’da Fontevraud Manastırı’ndaki mezarının üzerindeki büstü. Bu manastır babasının ve annesinin de mezarlarını da barındırıyor.