IMF gelecek yıl için normalleşme öngörüsünü işçi sınıfının mevcut koşulları değiştirmeyeceğini varsayarak yapıyor. Yalancılar, emekçilerin gerçeği aramak için ayağa kalkmayacağına yaslanıyorlar. Oysa krizler insanı canlandırır, dünya kriz dönemlerinde daha hızlı döner. 

Krizden sonra

Dün Korkut hocanın bu sayfalarda yer alan yazısını okumalısınız. IMF’nin yeni yayınladığı dünya raporunu inceleyen Boratav 2021 için yapılan canlanma öngörüsünün dayanaksız olduğunu söylüyor. 2020’de Çin ve Hindistan dışında her yerin küçüleceği belli de, ertesi yıl büyümeye geri dönüleceği tezi; o dayanaksız. Türkiye içinse külliyen uydurma!

Korkut hocanın defalarca işaret ettiği gibi Türkiye ekonomisine ilişkin AKP döneminde güvenilir veriye ulaşmak aşağı yukarı imkânsız. IMF raporunun ilgili kısmını uydurma hale getiren de bu. Türkiye’nin seneye yüzde beş büyüyeceği öngörüsünün kaynağı herhalde damat, diyor Boratav…

*    *    *

Dün ne olduğunu bilmiyoruz. Bugün nelerin olmakta olduğunu da bilmiyoruz. Sonra geleceği öngörmeye çalışıyoruz. Her kim isek, herhalde o öngörümüze göre de davranışlarımızı planlayacağız. Vay halimize! 

Birincisi, bu işte bir tuhaflık var.

*    *    *

İkinci olarak; AKP sahte bir dünya yaratmış, belli. Üstelik her konuda böyle. Adam çıkıyor, Ermenistan yardım istedi diyor; yok öyle bir şey! Maske dağıtımında sorun yok diyor bir yetkili. Oysa birden fazla kişinin yaşadığı her evde sorun gayet yakından biliniyor! Sokağa çıkmak yasak ve sokağa çıkmamak en önemli önlem diye anlatıyor bakan. Oysa milyonlarca işçi istisna kapsamında olduğunu biliyor; hep birlikte vardiyaya girerken veya kargoları paylaşırken bilmiyor olabilirler mi! “Vaka sayısı” terimi bile yalan. Hasta yakınlarının bile ulaşamadığı testlere tabi tutulanların içinde rastlanan vakalardan söz edebiliriz sadece. Üstelik testin doğru sonuç verme oranı diye bir şey de var. Ölüm sayısı ise deli saçmasına dönüştü çoktan.  

Hani kırk kere söylersen olurmuş… AKP, siyaseti böyle bir oyuna çevirdi. 

İdeolojik mücadelede gerçeklerin yeniden yorumlanması veya çarpıtılması değil, olup biten. Bildiğin çıplak yalan. 

Bu tablo ilkinden de tuhaf. Olmaz, böyle devam edemez. 23 Nisan akşamı Erdoğan saat 9’u dakikalar geçtiğinden “saat tam 9” dedi. O öyle takdir etti diye saatler 21.00 olmadı. Kimse de inanmadı zaten. 

*    *    *

Üçüncü olarak, tuhaflık AKP’ye özgü değil. Bakın IMF Albayrak’ın batık ekonomik paketindeki “çok önemli” lafları istatistik veri sayabiliyor…

IMF aldatılamaz. Zaten Trump, Johnson, Macron veya Bolsonaro da aldatılmış olamazlar. İsimlerini saydığım dünya liderlerini bir yalan söyleme yarışında buluştursak, inanın bizimkiler nal toplar! Ekonomi istatistikleri konusunda AKP rezaletinin benzersiz olduğunu düşünüyorduk. Salgında bizimkileri sollayan çok oldu.  

Yalnız bu durumda, az önce “sürdürülemez” dediğim şey Türkiye’dekinden öte bütün dünyanın güncel çarkları oluyor. “Aleni yalanın evrenselleşmesi”, bizim bir istisna olduğumuz fikrini elimizden alıyor. Ama o halde bu deli saçmalığının bütün dünyada nasıl da sürüp gittiğine ilişkin ek ve yeni bir açıklama getirilmesi gerekiyor. 

Peki açıklamayı neye dayanarak yapacağız? Dedik ya, veri eksik!

Hakikaten dünyanın nasıl böyle ayakta durduğunu tanımlamak, gelecekte ne olacağını öngörmek ve buna göre davranışlarımızı oluşturmak için şu anda mevcut olmayan bir veriye, bir bilgiye, bir deneyime ihtiyacımız var. 

Elbette gerçek ölüm, gerçek işsiz, gerçek gelir sayılarından söz etmiyorum. Bunları bilebilmek için bile daha büyük bir veriye, yeni bir deneyime ihtiyacımız var.

*    *    *

Aydınlanmanın öncesinde, yani topu topu birkaç yüzyıl önce kabaca insanın “maddi gerçekliğin bilgisine” ancak tanrının izniyle veya onun yolundan giderek ulaşabileceği kabul görüyormuş. Yani tanrısal olandan bağımsız bir maddi dünya yok sayılıyormuş. Bu durumda topraksız köylünün neden topraksız olduğunun yanıtı da tanrıda saklıymış tabii.

Sonra insanlık “aydınlanmış” ve aklımız var demişler; gözlemleriz, deney yaparız, aklımızla değerlendiririz, anlarız. Anlayınca da değiştiririz! 

O sıra dünyanın yükselen sınıfını oluşturan kapitalistler bazı şeylerin değiştirilmesini istiyorlarmış gerçekten, ama “neden” sorusunun bir yerde durmasını da istiyorlarmış. Maazallah “ben neden işçiyim de, sen fabrikanın sahibisin” diye sorulmamalıymış! 

Tuhaf ama bu dilekleri gerçek olabilmiş! İnsanlar akıllarını bazı şeyleri anlamak ve değiştirmek için kullanıyorlarmış, ama hassas noktalara dokunmamaları sağlanabiliyormuş. Çünkü aslında anlayan ve değiştiren “özne insan” aynı zamanda o maddi dünyanın bir parçası, bir nesneymiş. Sömürü düzeni emekçileri nesne olarak tutmakta başarılı olduğu sürece varlığını sürdürüyormuş. 

Marksizmin büyük katkısı tam da buraya denk gelir. Meğer akıl gerçekliğin dışında, onu anlamak için kullanılacak bir aydınlatma feneri değil de, gerçekliğin içinde, onun parçasıymış. İnsanın nasıl düşüneceği maddi yaşamının, toplumsal ilişkilerinin bir sonucu olarak şekillenir. Koşullar tarafından kuşatılmış olan insan, koşulları değiştiren öznenin ta kendisidir.

Artık tanrı esinli bir kahraman beklemeye gerek yoktur. Krizin kuyusuna düşen sıradan emekçiler harekete geçerek, mücadele ederek, deneyimleyerek kuyunun ötesini, bütünü anlama ve kendilerini belirleyen koşulları değiştirme gücüne kavuşurlar. Ve değiştirirler!

Bugün insanlığın ihtiyaç duyduğu bilgi, bizden sakınılan eksik veri, mutlaka girişilmesi gereken deneyim bu. IMF gelecek yıl için normalleşme öngörüsünü işçi sınıfının mevcut koşulları değiştirmeyeceğini varsayarak yapıyor. Yalancılar, emekçilerin gerçeği aramak için ayağa kalkmayacağına yaslanıyorlar. 

Oysa krizler insanı canlandırır, dünya kriz dönemlerinde daha hızlı döner.