Özgür Şen koronavirüs salgınında herkesin görmek istediğini gördüğünü, kapitalizmin kendi devamlılığı için uğraştığını ancak hemen çözülmesi gereken sorunlarla kimsenin ilgilenmediğini yazdı.

Koronadan sonrası kıyamet mi?

Virüsün Batı ülkelerini vurmasından hemen sonra yaşanan şokla birlikte salgın ve salgından sonrası için yapılan analizler şiddetlenmişti.

Bu süre zarfında virüs neleri bitirmedi, neleri değiştirmedi ki? Toplumsal hayattan siyasete kadar hemen her başlığın virüsün yaratacağı değişim dalgasından etkileneceği iddia edildi.

İnsanlar salgınla birlikte yaşamaya alıştıkça bu çıkışlar azaldı elbette. Ama doğal olarak virüsün düşünsel hayatta yarattığı fırtına şiddeti azalsa da devam ediyor.

Virüsün geleceğe bir etkisi olmayacağı iddia edilemez. Bu boyutta bir salgın hem siyasi yapıları hem de toplumsal yaşantıyı etkileyecek. Ancak virüse neredeyse tanrısal bir siyasi ve toplumsal güç yüklemekte bir tuhaflık var.

Salgının başlamasının üzerinden haftalar geçtikten sonra yeni tip korona virüsün ekonomide ve siyasette bir tür tetikleyici ve şiddetlendirici etki yaptığı artık daha açık görülüyor. Virüs, yapısal olarak halihazırda varolan eğilimleri güçlendiriyor, altta yatan bazı unsurları ortaya çıkartıyor, zaten birikmiş bazı dinamikleri tetikliyor.

Örneğin virüs İsrail’de neredeyse herkesin adım adım, saat saat takip edildiği bir sistemin bir anda kurulmasına yol açmıyor. İsrail devleti, varolan altyapısını daha da yaygınlaştırmak için virüsü bir fırsat olarak kullanıyor. Yine mesela Macaristan’da demokrasinin ilkelerine sıkı sıkıya bağlı bir lider virüsten dolayı tüm yetkileri elinde toplamıyor. Ama Macaristan’daki diktatörlük heveslisi, virüsten kaynaklı ortamı siyasi kurumları tasfiye etmek için kullanıyor.

Tüm dünyada önce işçiler ve yoksulların gözden çıkarılması, toplumun sırtında bir yük olarak görülen yaşlıların ölüme terkedilmesi de bu toplumsal düzenin varolan eğilimlerinin şiddetli bir şekilde dışavurumu aslında…

Virüsün bir anda yoktan bir ekonomik kriz yarattığını da kimse iddia edemez herhalde. Virüsün ekonomiye tamamen dışsal bir faktör olduğu açık ama kapitalizm diye adlandırılan bu toplumsal düzenin, plansız ve piyasa anarşisine bağlı yapısının böylesi dışsal tetikleyicilere karşı son derece korunaksız ve savunmasız olduğunu da hesaba katmak şart.

Tüm kaynakları planlı bir şekilde halk için seferber etmiş, üretimden dağıtıma kadar tüm aşamalarda piyasanın aracılığını ortadan kaldırmış bir toplumsal düzen, talebin bıçak gibi kesilmesine karşı kendisini koruyabilir, üretimde karşılaşılan zorluklara dair önlem alabilirdi. Ama kapitalizm doğası gereği bunu yapamıyor ve sorun aslında tam olarak bu.

SALGINDA HERKES GÖRMEK İSTEDİĞİNİ GÖRÜYOR

Evet virüs varolan eğilimleri şiddetlendiriyor ve bu eğilimler şiddetlenirken herkes dünyaya baktığında görmek istediğini görüyor. İnsanlar bu hızlı yayılan virüsten kendi düşüncelerini de hızla yaymasını bekliyor ve gelişmeleri kendi arzu ve istekleri doğrultusunda okuyor.

Liberaller tüm bu tablodan her türden otoriterliğin dünyayı bir felakete götürdüğü sonucunu çıkarabiliyor mesela. İslamcılar virüsün Batı dünyasını çökerteceğine dair rüyalar görebiliyor. Nefesleri erken tükense de, Türk ırkının virüse karşı daha dayanıklı olduğunu iddia eden milliyetçiler dahi ortalıkta dolanabiliyor. Eski hikayeler virüsle birlikte canlanıyor, tekrar ete kemiğe bürünüyor.

İyi niyetli sayılabilecek beklentiler de yok değil.

Geniş bir yelpazeye dağılmış farklı düşünsel altyapılara sahip çok sayıda insan kapitalizmin bu şekilde yola devam edemeyeceğini söylüyor örneğin.

Ama bu da virüsün yoktan yarattığı bir tartışma olarak görülmemeli. Çok eskiye gitmeye gerek yok, virüs henüz Çin’den çıkmamış ve toplumun önemli bir bölümü salgının bu şekilde yayılmasını beklemiyorken, bu yılın Ocak ayında dünyanın efendileri Davos’ta tam olarak bunu tartışıyordu. Üstelik Davos’ta yapılan bu tartışma da aynı çevrelerin 2008 krizinden bu yana sürdürdüğü bir tartışmanın devamıydı.

Daha iyi ve sürdürülebilir bir kapitalizm… Tartışılan bu.

Kapitalizmin fikir insanları, siyasi önderleri elbette bu düzenin nasıl devam edeceğini tartışacaklar, kendi sorunlarına çözüm bulmak için uğraşacaklar. Şimdi virüsün sert bir şekilde vurduğu dünyada bu tartışmanın şiddetlenmesinde şaşılacak bir yan bulunmuyor.

Problem, niyetinden bağımsız, solun bu tartışmaya katılmasında… Üstelik kapitalizmin çizdiği çerçevede, daha iyi ve sürdürülebilir bir kapitalizm bağlamında bu arayışa dolaylı veya doğrudan destek vermesinde… Kapitalizmin çaresizliğine bu düzenin içinde ilaç aranmasında…

VERGİLENDİRMEYLE BU İŞLER ÇÖZÜLÜR MÜ?

Bu düzenin sorunlarının virüs etkisiyle daha da derinleştiği koşullarda ortaya atılan en radikal önerilerin vergilendirilmenin ötesine gidememesinde, ya da para basmayı falan zaten geçelim ama 20. yüzyılın sosyal devletine atıfla devletin koruyucu sorumluluklarının arttırılmasının talep edilmesinde sol açısından bir problem var.

Zenginlerin kazançlarından daha çok vergi aldığımızda, serveti vergilendirdiğimizde, varolan devletin alanı üretim ve hizmette genişlediğinde bizlerin sorunları çözülmeyecek. Korkunç boyutlara ulaşan eşitsizliğin daha da derinleşmesinin önüne geçilmeye çalışılacak ama aslında varolan eşitsizlik korunacak.

Bunlar dahi yapılamaz kısmı ayrı bir tartışma, ancak adını koymak zorundayız, bu tartışmayla bağlantılı arayış, kapitalizmin sorunlarına dair, daha iyi ve sürdürülebilir bir kapitalizm arayışı. Zenginlerden vergi aldığınızda, sosyal devleti büyüttüğünüzde, kapitalizm hâlâ sürüyor. Bunları yaptığınızda kapitalizm bitmiyor.

Üstelik yeni öneriler de değil bunlar. Özellikle 2008’den bu yana sayısız iktisatçı ve siyasetçi bunları önerdi, programlarını bu tür önerilere dayanan siyasi hareketler kuruldu, bu hareketler İspanya, Yunanistan ve bazı Latin Amerika ülkelerinde güç de kazandı. Yaşanan iktidar deneyimlerinde de sonuç emekçiler için ne yazık ki hüsran oldu, vergilendirme ve sosyal devlet iddiası ile iktidara gelenler onu dahi başaramadı. Çünkü zenginler asıl güçlerini üretim araçlarını ellerinde tutmaktan alıyorlardı. Sosyal devlet uygulamalarının nispeten yaygın olduğu Finlandiya ve Avusturya gibi ülkelerde de yüksek gelirin vergilendirilmesi zenginlerin konumlarını korumasıyla sonuçlanıyordu. Kötü olan eşitsizlik ve gelir dağılımı, aynı kötü şekliyle devam ediyor ama daha kötüye gitmiyordu.

Kötünün daha da kötüye gitmemesine razı mıyız gerçekten?

Bu kadar çaresiz olamayız. Bırakalım kapitalizmin nasıl tedavi edileceğini onlar tartışsın.

Unutulmasın, virüsün eğilimleri şiddetlendirmesi yalnızca bu düzendeki iktidar sahiplerine yaramıyor.

PEKİ YA HEMEN ÇÖZÜLMESİ GEREKEN SORUNLAR

Salgından önce solun bir yükseliş eğiliminden söz etmek mümkün değildi, doğru. Ama bu toplumsal düzene dair en ufak bir umut taşımayan örgütsüz de olsa milyonlar vardı. Şimdi bu insanlara yine örgütsüz de olsalar, milyonlar ekleniyor.

Pek çok ülkede boy gösteren ancak salgın koşullarında doğal olarak durulan toplumsal hareketlerin soluğunun tamamen kesildiğini düşünmek için de bir neden yok. Tam tersine, o eğilimlerin şiddetleneceğini beklemek için sebepler var.

Virüsün vurduğu dünyada ilk gözden çıkartılanlar, ölümleri pahasına üretim ve hizmet hattına sürülenler sözlerini söylemeye hazırlanıyor. Onlar sözlerini söylemeye hazırlanırken, onlar adına konuşma iddiasındaki sol, bu düzen değişsin demeyecek de ne diyecek… Sol bugün bile radikal olmayacaksa, ne zaman insanları düzen dışı talepler etrafında birleşmeye çağıracak…

Evet ortada çok sayıda acil sorun var. Bu sorunların çözülmemesi insanların hayatlarına mal oluyor, insanlar yoksulluğa mahkum bir yaşam sürüyorlar bu da doğru. Ama hayat ve tarih bize, bu acil sorunların çözümü için de düzen değişikliği talebinin yükseltilmesi ve o taleplerin etrafında örgütlenilmesi gerektiğini gösteriyor.

Kimse durup dururken işçilerin haklarını tanımıyor ya da yoksulların gelirini yükseltmiyor. En temel hakları bile almamız için zenginlerin canlarını sıkmamız, onları zengin yapan ve zengin tutan düzenin işleyişini tehdit etmemiz gerekiyor. Ne servet, ne de gelir vergisi o işleyişi tehdit edebilir.

Canlarını gerçekten sıkmak mı istiyoruz? Üretim araçlarını, mal ve hizmet üreten yerleri ellerinden alarak hem o kadar kazanmalarına, hem de o serveti biriktirmelerine engel olacağımızı örgütlü bir şekilde ifade ederek işe başlayabiliriz. Bu düzende onları egemen kılan o gücü tamamen ellerinden alacağımızı söyleyerek mücadele edebiliriz… O zaman hemen çözülmesi gereken sorunların çözümünde dahi gelişmelerin olduğunu hep birlikte göreceğiz.