Evet, o şirketlerle alıp veremediğimiz var. Rakamlar ortada işte. Sadece bir yıllık kârlarıyla bile bir sürü sorun çözülebilir durumda.

Komünistler neden şirketlerin kapısına dayandı?

Türkiye Komünist Partisi iki gündür, seçtiği bazı şirketlerin kapısına dayanıp eylem yapıyor. Parti dün AKP’li yılların şaşaalı inşaat şirketi Rönesans’ın Ankara’daki merkez ofisinin önündeydi, önceki gün ise zenginler kulübü listelerinde üst sıralardan hiç düşmeyen Ülker ailesi şirketlerinin yönetildiği İstanbul Üsküdar’daki Yıldız Holding binasının.

Eylemler ekonomik krizin büyük bir yoksullaşma dalgasıyla halkı perişan ettiği ve şirket bilançolarında dönem sektirmeksizin kâr açıklandığı sırada yapılıyor.

Eylemlerin başlangıç noktası Yıldız Holding oldu. Grubun en çok bilinen iki şirketi Ülker ve Şok Market geçen yıl 8,7 milyar lira net kâr elde etmişti.

Bu paranın bir bölümü ailenin vereceği yeni yatırım kararları için kaynağa, bir bölümünü de aile bireylerinin kişisel servetine dönüştü.

Oysa bu parayla neler yapılabilirdi?

Eylem sırasında tek tek sıraladı.

Tümüyle Ülker ailesinin zenginleşmesi için kullanılan, üstelik iki şirketin sadece bir yıllık kârı olan bu parayla 1 milyonun üstünde öğrenci bir yıl boyunca sağlıklı beslenebilir, 144 bin 365 ailenin bir yıllık gıda masrafı karşılanabilir, 1 milyon ton buğday alınabilir, 377 aile sağlığı merkezi açılabilir, 3 bine yakın aile hekimi bir yıl istihdam edilebilirdi.

İkinci eylemde ise Rönesans Holding’in 22,6 milyar liralık 2023 yılı net kârı için başka örnekler sıralandı. Bununla 2100 mahalleye kreş açılabilir, bu kreşlerde 210 bin çocuk eğitilebilir, 19 bin kişi istihdam edilebilir, 500 spor tesisi yapılabilir, 6 milyon 300 bin kişinin bir yıllık telefon faturası ödenebilir, 376 bin 667 üniversite öğrencisinin bir yıl boyunca 5 bin liralık bursu karşılanabilirdi.

Tüm bunlar hepitopu birkaç şirketin, sadece bir yıllık kârıyla yapılabilirdi. Yıllar ve yıllar boyu elde edilen kârlarla daha neler neler yapılabilirdi varın siz düşünün. Üstüne bir de bu şirketlerin varlıklarını, sahibi ailelere kazandırdığı serveti, sonra başka aileleri ve onların sahip oldukları şirketleri ekleyin…

Hakları mıdır?

Bizce değil.

Komünistler olan biteni, toplumun kolektif olarak sahip olması gereken zenginliğe, kelimenin tam anlamıyla “bir avuç” aile tarafından el konulması olarak tanımlıyor. Kalan milyonlar, ama az ama biraz daha çok aldığı aylık ücret karşılığında bu şirketlere para kazandırmak için çalışıyor, ya da bir sonrakine kadar işsiz kalıyor. Bu nedenle hakları değil.

TKP’nin eylemleri devam edecek. Mesele birkaç seçilmiş şirket değil. Kimisi AKP döneminde ihya olmuş, kimisi cumhuriyet tarihine yaşıt tüccarlıktan sanayi burjuvazisi olmuş, fark etmiyor. Bir bütün olarak bir sınıfı oluşturuyorlar ve ülkenin kaynaklarını yağmalayıp halkımızın emeğini sömürerek zenginleşiyorlar.

Bu zenginlik, İsviçre Bankası UBS’in geçtiğimiz haftalarda yayınladığı Küresel Servet Raporu’na çarpıcı biçimde yansıdı. Rapora göre Türkiye, kişisel servet artışında Dünya’nın bir numarası. İsviçreli bankanın verileri Türkiye’de kişisel servetin TL cinsinden yüzde 157’den fazla arttığını ortaya koyuyor. Bu orana en fazla yaklaşan iki ülke yüzde 20 ile Katar ve Rusya. Türk zenginleri, servetlerini %63,2 oranında arttırdıkları dolar bazında da listenin başını tutuyor.

Peki kim bunlar?

O şirketlerin başındaki aileler, finans, hizmet ve sanayi tekellerinin sahibi patronlar, onların yönetim kurulları, profesyonelleri…

Söz konusu rapor göre sayıları hepitopu 60 binin biraz üstünde. Türkiye nüfusunun on binde altısı. Rakamla yazarsak %0,06 kadarı. Zenginliğimizin üstüne çökenlerin içimizdeki oranı bu kadar işte.

UBS’in raporu yayınlandığı günlerde ABD merkezli Boston Consulting Group isimli kuruluş aynı içerikte bir başka rapor yayınladı. Orada ise serveti 100 milyon doların üstünde olan “süper zenginler” listesi var. ABD 26 bin, Çin 8 bin 300 süper zenginle ilk iki sırayı paylaşıyor. Üçüncü sıradaki Almanya’nın 3 bin 300 süper zengini ise ülkenin toplam finansal varlıklarının yüzde 23’ünü elinde tutuyor.

Adına piyasa düzeni diyoruz. Önce ülkelerinde, sonra tüm dünyada komünistlerin değişsin diye uğraşıp didindiği düzen bu işte.

Şirketlerin kişilerin elinde bulunmasıyla, onların zenginliğini çoğaltmasıyla derdimiz var. İnsan insanı bu şirketler eliyle sömürüyor çünkü. Oysa onlar insanlığın eşitçe paylaştığı zenginliği üreten merkezler olarak organize edilmeli.

Biz komünistler toplumsal düzeni buradan kavrıyoruz. Örneğin adaletsizliğin kaynağını burada, birilerinin başka birileri tarafından yaratılan zenginliğe sırf “üretim araçlarının sahibi olduğu için” el koyabilmesinde, yani sömürmesinde buluyoruz. İnsanın insanı sömürmesine son vermeden eşitlikten söz edilebilir mi diye soruyoruz.

Evet, o şirketlerle alıp veremediğimiz var.

Rakamlar ortada işte. Sadece bir yıllık kârlarıyla bile bir sürü sorun çözülebilir durumda.

O halde kârlarına ve varlıklarına el koyacağız. Yolu da belli, devletleştireceğiz. Çünkü her biri bu ülkenin zenginliği, halkın malı, emekçilerin alın teri.