Batı için artık kendi müttefiklerinin savaş suçları mevzu dahi edilemez. Şimdi, tüm müttefiklerin birer demokrasi kahramanına dönüşmesi gerekiyor, Erdoğan bu nimetten faydalanabilir.

Kıtlık ve açlığın gölgesinde Türkiye: Erdoğan, krizden demokrasi kahramanı olarak çıkabilir

NATO ve Rusya’nın Karadeniz’de karşı karşıya geldiğini ve bu karşılaşmanın yeni bir paylaşım savaşının habercisi olduğunu hem buradaki köşemde hem de İrlanda’daki gazetede bir sene öncesinden yazmıştım. Tekrar etmekte fayda var, Türkiye’nin çöküşte olan düşünsel iklimi, bunu bir yenme-yenişme ilişkisine ve tribun kültürüne indirgemektedir. Kişisel açıdan yazdığım şeylerin tam aksi yönünde gelişmeler olmasını isterdim. Yani, NATO bölgeye asker yığmaktan vazgeçebilir ve Ukrayna’nın kışkırtılmasına bir son verilerek sorun çözülebilir ve bugün bambaşka bir dünyayı konuşuyor olabilirdik. Böyle bir senaryo, Türkiye’deki yorumcuların çarpık bakış açısının aksine çok düşüktü. Tam bu noktada bir iç eleştiriye ihtiyacımız olduğu açık. Türkiye ikliminin sadece kendisine söz tanıyan kısırlığı büyük bir yanılgıya yol açıyor. Örneğin: İngiltere ile alakalı Türkiye’de yaşayan ‘çok bilgili, çok uzman’ birinin yorum yapamayacağını söylemiyorum. Buradaki temel problem, gerçekten nitelikli kaynaklarımız olmasına rağmen Britanya adasında yaşayan birinin ya da Rusya’da Rusça bilen ve olayları takip eden insanlarımıza zerre fırsat tanınmamasından bahsediyorum. Maalesef sözde sol/alternatif medyanın yeni açılımlara ve yeni yüzlere kapalı olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız. Kendimden örnek vermem gerekirse eğer soL gazetesi cesaretle bana bu imkânı sunmamış olsaydı, gazeteciliğe devam etmem ve Türkçe okura doğru bilgileri aktarmam çok daha zor olurdu. Merkez medyadaki hastalıkların tamamı sosyalist medyaya sirayet etmeye çalışıyor olabilir (dikkat!). 80 milyonun üstünde bir ülkenin merkez medyanın çapsız figürlerinin konuk listesine sıkışması tam boy bir deli gömleğidir. Bu andan itibaren keskin bir yol ayrımındayız; ‘bu deli gömleğini giyecek miyiz?’.

Rusya’nın müdahalesi sonrası sosyal medyada ortaya çıkan tablo korkunçtu. Bence korkunç, siz abartıyor demekte elbette özgürsünüz. ‘SOL’un kendini popüler medya figürlerine anlatma ihtiyacıyla enerjisini tüketmesi kabul edilemez. Bir karar vermek zorundayız ve bu kararı verirken twitter takipçi sayılarına sıkışamayız. İletişim alanında bilimsel çalışmalar yapan ve ter akıtan biri olarak söylemeliyim ki sosyal medya takipçi sayıları oldukça görecelidir. Milyonlarca takipçili birinin sizi destekliyor olması, onu takip edenlerin sizin tezlerinize yaklaşacağı anlamına gelmez. Çünkü, bu milyonlar hali hazırda temel kitle iletişim kaynaklarından beslenmektedir. Bu uzun giriş yazısının ardından esas meseleye dönelim.

Savaşa Dair İşaretler Çok Erken Geldi ve Savaş Çıkmaz Diyenler Toplumu Yanılttılar

"Komplo" sözcüğü ideolojik bir silaha dönüştü. Bu silahı doğrulttuğunuz kişilerin tüm ifade özgürlüğünü kolaylıkla ortadan kaldırabilirsiniz. İngiltere, Brexit sonrası arzu ettiği dönüşüm ivmesini hızla yakaladı. "Üçüncü dünya savaşı" benzetmesi yapabileceğimiz şeye dair ilk işaret fişeği "AUKUS" paktının imzalanmasıyla ateşlendi. 15 Eylül 2021 tarihinde Avustralya, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından ilan edilen üçlü güvenlik paktı, Çin’e karşı etkin bir önlem ve saldırganlık anlamına geliyordu1. O dönemlerde defalarca yazmaya çalıştığım ve ifade etmeye çalıştığım şey, bu çaptan düşmüş imparatorluğun AB’yi birlik olarak dağıtmaya çalıştığıydı. "Başaramaz YA!" Evet, zaten odaklanmamız gereken sosyal medya ruhuyla kimin galip geleceği. İngiltere’nin birliği zayıflatmasındaki temel gaye, kendi emperyalist programını ABD ile birlikte yürürlüğe koyabilmesiydi. "Birlik" yanıltıcı bir ifade, AB’nin bir birlikten ziyade çıkar ortaklığı olduğunu unutmamakta fayda var. Ve bu kadar farklı çıkarları olan ülkelerin bir araya geldiğinde çatışmaması imkânsız. “16 Mart’ta Boris Johnson avam kamarasında kendi doktrinini açıkladı. ‘Rekabetçi bir Çağda Küresel Britanya’. AB’den ayrılan İngiltere kendisini özgür sulara yeniden bırakıyor. Denizaltılar, nükleer başlıklar, 2030 yılında sahaya sürülmesi beklenen 30 bin robot askerle dünyaya demokrasi ve insan hakları ihraç etmeye hazırlanıyorlar. 110 sayfalık bir doktrinden bahsediyoruz. Hükümet, geleceğe ilişkin eylem planını şu şekilde özetliyor: Rekabetçi Bir Çağda Küresel Britanya, Güvenlik, Savunma, Kalkınma ve Dış Politikanın Entegre Gözden Geçirilmesi, hükümetin 2025’e kadar planlanan hedeflerinin bir izdüşümü. Cadı kazanları kaynıyor anlayacağınız2 Burada bahsedilen doktrini tek kelimeyle açıklayalım: "Büyük Britanya İmparatorluğu" tekrar sahneye çıkıyor. Yani bir kırılmanın eşiğindeyiz. II. Dünya Savaşı'nda ABD’nin İngiltere’den aldığı sorumluluk, şimdi yavaş yavaş İngiltere’nin omuzlarına geçiyor. Neden? Çünkü, ABD işlediği savaş suçlarıyla küresel anlamda meşruiyetini kaybetti (tek neden elbette bu değil). Bu suçları işleyebilecek yeni bir aktöre ihtiyaç vardı. Bu ülkeler, tüm bu suçları birlikte işlemediler mi? Güzel bir soru. Ancak dünya halkları "kitlesel iletişim çılgınlığıyla" öyle bir hale getirildi ki NATO başka, ABD başka diyen insanları çevrenizde rahatlıkla görebilirsiniz. Doktrinin ardından İngiltere Genel Kurmay Başkanı Sir Nicholas Patrick Carter, nükleer savaş başlıkları, robot askerler ve Üçüncü Dünya Savaşı'na hazırlandıklarını beyan etti. Türkiye’nin değerli yorumcuları elbette buna da itiraz edecek ve ada’daki gelişmeleri yazan birini komploculukla suçlayabilecektir. Savaşlar, salgınlar ve yıkımlar beni elbette korkutuyor ama beni en çok korkutan dünya genelinde yaratılan ve Türkiye’de de gördüğümüz bilinçli şuursuzluğun insanlığı felakete sürüklemesi. Sir Carter namına üçüncü dünya savaşının çıkacağını iddia eden kişi ben değilim. Görevim bir gazeteci olarak bu sözleri "Türkçe konuşan" insanlara duyurmak. Genel Kurmay Başkanı, bol keseden atıyor mu, atmıyor mu, maşallah onun kararını Türkiyeli uzmanlar fazlasıyla verir. Ben, bu aşamada şöyle bir örnek olay not etmek isterim. Usta gazeteci Patrick Cockburn, aylar önce kaleme aldığı yazıda İngiltere’ye ait bir savaş gemisinin Karadeniz’de Rusya’ya ait bir savaş gemisiyle karşı karşıya gelmesini çılgınlık olarak nitelendirdi. Tek başına insanlığa haykırmanın yeterli olmadığı berbat bir karanlık çağdan geçiyoruz. Cockburn, İngiltere’yi yönetenlerin bir üçüncü dünya savaşı histerisine girmesinden yakınıyordu. Tüm dünya ortak bir dertten mustarip. ABD ve İngiltere Roma İmparatorluğu histerisi yaşarken, diğer yönetimler de kendi kültürlerine uygun imparatorlukların düşüyle dünyayı hızla yıkıma sürüklüyor. Türkiye’deki Osmanlı rüyası, ülkeyi topyekün ortadan kaldıracak bir yıkımın eşiğine doğru adım adım getiriyor. Montrö’nün sorgulanması ve Kanal İstanbul’un tartışılması bunun en önemli işaretidir. İnsanların beyinlerini pelteye çevirdiler ve propaganda makinesi sözde alternatifi ve merkeziyle kitlelerin doğru düşünebilmesini istemiyor. 

İngiltere merkez siyaseti, bu cüretkâr adımları atabilmek için ilk operasyonu hızla ve etkili bir biçimde kendi soluna yaptı. İşçi Partisi’nin görece solda duran ve rahatsızlık yaratan lideri Jeremy Corbyn, büyük bir propaganda saldırısının kurbanı oldu. Yapılan saldırının boyutları Anglo-Sakson demokrasisinin yıldızını parlatır cinstendi. Peki, Corbyn bizim algıladığımız biçimde bir solcu muydu? Hayır, değildi. Tam da buradaki topluma has özellikleri olan bir solcuydu; dünya sosyalist hareketinin yükseldiği bir çağda olsaydık kesinlikle işlevsel bir figür de olurdu. Ancak bunun tersi bir durumda olduğumuz için böyle bir figüre tahammül edilemezdi. İşçi partisine onun yerine "Sir" Keir Rodney Starmer getirildi. Boris Johnson hükümeti, İngiltere’nin 10 yıl önce hayal bile edemeyeceği cesur adımlar atarken elbette ki yıpranıyordu ve demokrasinin bir kan değişikliğine ihtiyacı olacaktı. Buradaki ‘demokrasi’ ifadesinin bir ironi içerdiğini okur göz ardı etmemeli. Türkiye’de de benzer bir değişime ihtiyaç var, zaten yazıyı Türkiye ile bitireceğim. Starmer, İsrail ve ABD ile çok uyumlu bir biçimde çalışabilecek bir lider. Ayrıca kendisini her krizde ispat ediyor. Partisine yönelik giriştiği kıyımlardan yönetmen Ken Loach dahil olmak üzere herkes nasibini aldı. Rusya-Ukrayna krizinde partisinin gençlik kollarının yaptığı paylaşımlara da müdahale etti. İşte Johnson sonrası İngiltere’yi yönetmesi muhtemel akıllı adamın profili böyle. Bir şey daha eklemekte yarar var ki Johnson’un medya tarafından birer karikatüre dönüştürülmesi bu adamın "aklı kıt" biri olduğunu göstermez. Aksine Johnson, temsil ettiği sınıfın emperyalist arzularını akıllıca bu noktaya taşıyabilmiştir. Onun karikatürü, kitleleri oyalayan bir eğlenceden başka bir şey ifade etmiyor. Gelelim savaşa dair ada toplumlarının durumuna. Bunu tarif edebilmek ve yazmak gerçekten zor. Liberalizmin tıpkı bir dini ideolojiye (dine) benzediği bir toplumda "sosyalistlerin" dahi bundan kaçamadığını görüyoruz. Sıradan bir İrlandalı işçi olarak olaylara baktığımda NATO’nun pozisyonunu görebilmem ve buna dair fikir yürütebilmem çok ama çok zor. İzlediğim TV kanalları ve marketten satın aldığım gazete bana tek bir gerçekliği (inşa edilmiş gerçekliği) gösterirken bu propaganda dalgasından kaçmak ve yaşananları sorgulamak çok zor. Benim bir gazeteci olarak derinlikli araştırma yapmamın ve kişisel düşüncelerimin hiçbir anlamı yok. Savaşı sahada Rusya kazanıyor gibi görünebilir ama atlanan gerçekleri görmezden gelmek aptallık olur. Rusya’nın savaşa çekilmesiyle özellikle ada halkları içerisinde ABD ve NATO ciddi bir biçimde imaj tazeledi. Böylece gelecekteki muhtemel güçlü çarpışmadan önce eski pozisyonlarına yeniden dönmeye başladılar. Neydi bu pozisyon? "Demokrasinin ve İnsan Haklarının" tek ve yegane savunucusu olmak. Afganistan, Irak, Suriye ve Libya çoktan mazide kalmış kötü bir hatıra gibi. Zaten burada ölen masum sivilleri gerçekten umursadılar ve bununla yüzleştiler mi? Bugün, Polonya sınırına giden Ukrayna vatandaşları içeri alınırken. Aylar önce sınırı geçmeye çalışan Kürtler neden donarak ölmeye terk edildi ve Polonya ordusunun insafına bırakıldı3? Merkez siyaseti gücü tamamen eline aldı ve NATO’nun rolünü sorgulayan insanlar toplum tarafından hızla gayri meşru görülmeye başlandı. Bu çok ama çok tehlikeli bir toplumsal iklim. Mantıklı siyasi gözlemler yapabilen bir avuç solcunun da sesi tamemen kısılıyor. Türkiye’yi dışarıda bırakarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim, ada halkları NATO’nun rolünü sorgulayan açıklamaları zerre görmüyor, görse dahi buna büyük bir tepki gösteriyor. Türkiye’de de sosyal medyadaki iklime bakarsak propagandanın gücünü ve etkisini eksik de olsa ölçebiliriz.

Öyleyse Türkiye’nin rolüne artık geçebiliriz. Türkiye, coğrafi açıdan da ve siyasi açıdan da tehlikeli bir noktada duruyor. Erdoğan yönetiminin böyle bir iklimde yalpalaması, Meral Akşener’in bakış açısıyla bakarak dalga geçilecek bir şey değil. Herkes Türkiye’de bir devlet aklının olduğuna bel bağlamış durumda. Gerçekten böyle bir akıl varmı? Bu soruyu ülkesini seven ve onun geleceğini düşünen herkes sorgulamalı. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, hem Türkiye’nin güvencesi hem de dünya barışının sigortası. Yaşını başını almış Amiraller buna dikkat çektikleri için akılla izah edilemeyecek soruşturmalara maruz kaldılar. Devlet aklı gerçekten var olsaydı böyle bir soruşturma açılabilir miydi? Bir gazetecinin görevi soru sormaktır. Bu soruları okurun düşünebilmesi için öylece bırakıyorum. Şimdi, pandoranın kutusunu açalım. Erdoğan yönetimi Karadeniz’deki tutumundan ötürü "Batı Cephesi" için yeniden vazgeçilmez bir figür haline geliyor gibi görünüyor. Ayrıca onun Montrö ve Lozan dahil olmak üzere ülkenin temellerine dair derin sorgulamalara cüret ediyor olması bulunmaz bir nimet. Kimse bu işaretleri görmezden gelerek kolay kolay Erdoğan’dan vazgeçemez. Geçmişi hatırlayanlar, deliğe süpürme hikayesini anımsayacaklardır. Tabii böyle bir noktada muhalefetin eli armut toplamıyor. Muhalefetin parlayan yıldızı Meral Akşener, yaptığı açıklamalarla Erdoğan’dan daha iyi, tutarlı ve sıkı bir müttefik olacağı mesajını veriyor. Akşener’in kadın olması da batı için bulunmadık bir nimet olabilir. Akşener, Türkiye’nin Margaret Thatcher’ı olabilir. Neden olmasın? Türkiye’nin başına dert edilecek böyle bir demir lady, diğer halklara "demokrasi pazarlamakta" muazzam bir rol oynayabilir. Her halükarda batı için artık kendi müttefiklerinin savaş suçları mevzu dahi edilemez. Şimdi, tüm müttefiklerin birer demokrasi kahramanına dönüşmesi gerekiyor, Erdoğan bu nimetten faydalanabilir. Dün, savaş suçlusu/bugün, demokrasi kahramanı. Oysa tüm bunların dışında konuşulmayan bir konu var, yoksul Anadolu halkı...

Sözde Sol bir partinin twitter tartışma odasından gelen sese kulak veriyorum. Burnunun dibindeki savaşı ve onun etkilerini konuşmak yerine insanlar İngiltere’deki sol muhalefeti ve Jeremy Corbyn’in pozisyonunu tartışıyor (elbette tartışılabilir/buradaki eleştiri dikkatli okunmalı). Hakikaten insanın aklını kaçırması işten bile değil. Bırakın adada yaşayan insanlar olarak biz bu sorunları tartışalım ya da anlatalım. Türkiye’de yaşayan insanların özellikle kendisini "solcu-muhalif" olarak tanımlayanların tartışacakları konu bu değil. Ayrıca sizi bir yükten kurtarmak isterim, ada da öyle bildiğiniz anlamda güçlü olan ve toplumu çok derinden etkileyebilecek sosyalist bir hareket yok. Neyse ki Türkiye’de liberal her türlü kasırgaya karşı direnebilecek bir "SoL" var. Boş yere kendinizi hırpalamayın. Enerjiyi Anadolu halkına ne olacak, sorusuna cevap aramak için harcamakta fayda var. Bu muktedir solcular, Türkiye’nin Karadeniz’de ne kadar askeri gücü var, sorusuna nedense hiç kafa yormuyor. Buradan bakıldığında ülke zembereği kurulmuş bir bombanın üzerinde oturuyor görüntüsü veriyor. Türkiye’nin tarafsız bir ülke olduğu safsatası anlatılıp duruyor. İngiltere’den (İrlanda’dan) bakınca Türkiye tarafsız bir ülke falan değil. Sahadaki rakamlara bakarak bunu rahatlıkla anlayabilirsiniz. Türkiye’nin sağcıları televizyonlarda açık açık utanmadan ne kadar SİHA satıldığını tartışıyor. Türkiye, iktidarı ve muhalefetiyle birlikte buz gibi bir taraftır ve bu durum ülkeyi adım adım felakete taşımaktadır. Unutmamakta fayda var, ABD ya da İngiltere Türkiye’nin komşusu değil. Zahmete girme cesaretinde bulunabilenler haritaya bakarak bunu kolaylıka teyit edebilirler. İhtimalleri en tehlikeliden başlayarak sıralayalım. Nükleer savaş, enerji/petrol, buna bağlı olarak üretim krizi ve en önemlisi kıtlık kapıda. Ekmeğin 10 lira olacağı söylentisi dolaşıyor ve bunun gerçekleştiğini hayal bile etmek istemiyorum. Tüm bunları konuşmak yerine İngiltere muhalefetini merkeze alarak konuşmak kişisel kanaatimce ya bir akılsızlaşma ya da bir çıldırma hali. Dünya tehlikeli bir noktaya adım adım değil, hızla ilerlerken maalesef elimizdeki kıt medya kaynaklarıyla bu gelişmelerin gerisinde kalmak ve topluma bunları önceden haber verememek gibi bir lüksümüz yok. Rusya gerilimini Avrupa’nın güçlü ekonomileri bir süre idare edebilir. Peki, hali hazırda doğrudan savaşın bir tarafı olmamasına rağmen tıpkı bir savaş geçirmişçesine ekonomik çökütünün içerisinde olan Türkiye bunu kaldırabilecek mi? Tarımsal üretimini tamamen tarumar etmiş bir ülkenin yöneticileri ve onun kukla muhalefeti en iyi NATO’cu benim pozisyonuna düşmüşken, kıtlığın eşiğindeki halkı kim düşünecek? Sosyal medyanın zehirli etkisinden ve insanları efsunlayan atmosferine enerji harcamayı bırakıp derhal buna ilişkin söylemleri geliştirmek ve yine bu çirkin mücadele alanında esas odaklanılması gereken yerlere inatla işeret etmeyi sürdürmek zorundayız. Zira, hızlı ve etkili bir biçimde dünya, barış ihtimalini konuşmaya başlamazsa 2022/23 kışı insanımıza tüm zamanları aratacak bir ağırlıkta geçebilir. 

  • 1. AUKUS (üç üye ülkenin isimlerinin kısaltması), 15 Eylül 2021 tarihinde Avustralya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından ilan edilen üçlü bir güvenlik paktıdır.[1] Paktla birlikte, ABD ve Birleşik Krallık, Avustralya'yı destekleyerek nükleer enerjili denizaltılar geliştirmesine ve konuşlandırmasına yardım etmeyi ve Pasifik bölgesinde Batı'nın askeri varlığına katkıda bulunmayı hedefliyor.[2] Avustralya başbakanı Scott Morrison, İngiltere başbakanı Boris Johnson ve ABD başkanı Joe Biden'ın ortak açıklamasında başka bir ülkeden isim geçmemesine rağmen, kimliği belirsiz Beyaz Saray kaynakları, bunun Çin'in Hint-Pasifik bölgesindeki etkisine karşı koymak için oluşturulduğunu iddia etti.[3] Ancak İngiltere başbakanı Boris Johnson parlamentoya, paktın Çin'e karşı bir tepki amacıyla oluşturulmadığını söyledi.[4] 17 Eylül 2021'de, Avustralya'nın Fransa ile olan denizaltı anlaşmasını iptal etmesi nedeniyle Fransa, Avustralya ve ABD'deki büyükelçilerini geri çağırarak paktın kurulmasını "arkadan bıçaklama" olarak nitelendirdi.[5][6] Anlaşma, yapay zeka, siber savaş, sualtı yetenekleri ve uzun menzilli saldırı yetenekleri gibi kilit alanları kapsıyor. Ayrıca, nükleer savunma altyapısında (muhtemelen Birleşik Devletler ve Birleşik Krallık ile sınırlı olan) bir nükleer bileşen de içermektedir.[1] Anlaşma, askeri yeteneklere odaklanacak ve onu Yeni Zelanda ve Kanada'yı da içeren Five Eyes istihbarat paylaşım ittifakından ayıracak. https://tr.wikipedia.org/wiki/AUKUS
  • 2. ‘Britanya İmparatorluğu bilge başbakan Johnson liderliğinde yeniden mi doğuyor?’ https://haber.sol.org.tr/yazar/britanya-imparatorlugu-bilge-basbakan-jo…
  • 3. Bu yazı kalame alındığı sıralarda Polonya sınırına Ukraynalı sivillerle birlikte ulaşan Afrikalıların geçişine Polonya askerleri tarafıından izin verilmedi (Y.N).