Kirasını, faturasını, borcunu ödeyemeyenlerin başka bir çaresi kalmamışken büyük laflar etmeyin, o meşhur hayaleti çağırmayın, bakarsınız geliverir.

Kılıçdaroğlu ne dilediğine dikkat etmeli

Ne demişti: 

“NATO Türkiye için gereklidir ancak iktidar olarak ne kadar samimiler görmek isterim. Türkiye’deki ABD askeri tesislerini kapamayı getirsinler Meclis’e, Kuvayi Milliye ruhuyla destekleyeceğiz.”

“Askeri lojman” demediğine şükredelim, “Kuvayi Milliye” kısmına hiç girmeyelim ve asıl gözden kaçan kısmına gelelim:

“Biz neoliberalizme karşı olduğumuz kadar toprağımızda yabancı askere de karşıyız.”

Kusursuz bir açıklama bu. Kusursuz çünkü açıklamanın iki yüzlülüğü bu son cümle olmadan eksik kalırdı.

Kılıçdaroğlu (ve aslında parçası olduğu muhalefetin bütünü) Türkiye’nin NATO’dan çıkamayacağına o kadar emin ki rahatça konuşuyor. 

İronik, ne güzel: “Bu da sizin samimiyetinizin turnusol kağıdı olsun” diye ekliyor. Kendi açıklamasının aynı turnusol kağıdında nasıl renk verdiğini düşünmeden.

İktidardaki de “muhalefet”teki de emin NATO’daki yerlerinden. Eminler ki pazarlık yapmayı ya da samimiyetsiz dileklerde bulunmayı uygun görüyorlar.

Ama dikkat etmeli Kılıçdaroğlu. Düşünürün de söylediği gibi, “gençliğinde ne dilediğine dikkat et, yaşlanırken başına gelir”.

Kılıçdaroğlu ve dostları o kadar da emin olmasın, Erdoğan’a güvenmenin yeteceğini düşünmesin. NATO’nun bu memlekette sevilmediğini ve istenmediğini, Türkiye’de NATO ile kavga edenlerin devrimciler olduğunu, zamanı gelince NATO’nun kapı dışarı edileceğini unutmasın. Ve halka fazla cesaret vermesin!

Kendi geleneğinin, sosyal demokrasinin dünyanın her yerinde ve bugün özellikle NATO’cu olduğunu da birileri ona hatırlatsın. Aynı sosyal demokrasinin neoliberalizm hakkında konuşmaya yüzü olamayacağını da…

Deşifre edelim:

“Biz NATO’dan çıkılamayacağına o kadar eminiz ki NATO hakkında ileri geri konuşmaktan geri durmuyoruz. NATO’daki dostlarımızın bizi anlayacağına eminiz. Erdoğan’ı anlayan bizi de anlayabilir değil mi? NATO’culukla neoliberalizmin birbirinden ayrılamayacağına inandığımız için onu da bahis konusu yaptık. Neoliberalizme karşı ‘kamulaştırma’ demekten geri durmuyoruz. Nasıl olsa bir yolunu bulur kamulaştırmanın bedelini sermayeye öderiz. Ya da daha da güzeli, iki günlük dünyada kimsenin hatırlayacağı yok, diyelim ‘kamulaştırma’, içinden çıkıverelim bu meselenin de.”

Ama o mesele bitmedi, bitmiyor. Kira, elektrik, doğalgaz… İnşaat şirketlerine el koymadan, ama asıl çimentosunu verip kamyonuna mazotunu dolduranların şirketlerine halk adına el koymadan bu mesele çözülemeyecek. Hollanda modeli, kira yardımları… O aşama geçildi.

Çünkü bugün özel mülkiyetin kutsallığına dokunmadan istediğiniz kadar konuşun hiçbir şey söylememiş olacaksınız. En azından AKP’liler bu konuda dürüst davranıyorlar, “kiralara çözüm arıyoruz ama serbest piyasa ekonomisinin mantığına aykırı düzenlemeler yapamayız” diyorlar.

Haklılar… Özel mülkiyetin, piyasanın kutsallığına bir kere dokunduğunuzda, bunların “dokunulabilir” olduğunu da açık etmiş olursunuz. Ve sermaye aklı, bu sonuncusu tarihten ve topraktan bir daha geri gelmemek üzere silinsin diye elinden geleni yapmışken…

Sermaye aklını hafifsemek bizim işimiz değil. Türkiye’de “iş adamları”na “sosyalizm” dersi verdiren Eczacıbaşı değil miydi? İngilterelerden, oranın sosyal demokratlarının arasından “uzman” getirtip bugün “TÜSİAD” diyeceğimiz topluluğa seminer düzenleten kimdi? Patron olmak, zengin olmak, şirket ve mülk sahibi olmak insan içinde fazla konuşamamak demekti. Birileri epeyce emek verdi de değiştirdi!

Yatıp kalkıp centilmen burjuvalarımıza dua etsinler ama devrin değişmekte olduğunu da unutmasınlar diyelim: Ne dilediğinize dikkat edin gerçekleşiverir.

Kirasını, faturasını, borcunu ödeyemeyenlerin başka bir çaresi kalmamışken büyük laflar etmeyin, o meşhur hayaleti çağırmayın, bakarsınız geliverir.