Çeteyi yer altında ya da derinlerde aramayalım; gözümüzün önünde hepsi.

Kentler kimin için?

Çete savaşları kızıştı, başkalarını “yakmak” uğruna kendi suçlarını ortaya dökmeye başladılar. Belki restleşiyorlar aralarında, belki güçlerinin nelere yeteceğini gösterip birbirlerini korkutmaya çalışıyorlar. Adrenalin dorukta, izliyoruz maceralarını.

Kulağımızı kapatmayalım, kim oldukları, üslendikleri rol ve pratikleri çok öğretici, dehşet veriyor. Ama bizim öncelikli sorularımızdan biri şu olmalı: “Kentler Kimin İçin?”

Sorumuz güncel: “Kavga, sermayenin rant paylaşımı üzerine kurulu” demiyor muyuz? Rantın büyüğü kentlerde. Üstelik, soygun alanları genişlesin diye yasa çıkarıldı; köyler, kentlerin mahallesi sayıldı. 2020 yılı itibariyle 83,6 milyon olan nüfusun 77,7 milyonu, (%92’si) yasalara göre kentlerde yaşıyor. Çiftçinin tarımda, hayvancılıkta kullandığı toprakların çoğu, kentlerde olduğu gibi imar planlarının konusunu oluşturuyor.

Sermayenin kâr güdüsünün kentleri ne duruma düşürdüğünü hep birlikte görüyoruz. AKP’nin çok sevdiği deyişle, “insan odaklı” kentlerde yaşamak istiyorsak, planlanmasında söz ve karar sahibi olacak güce erişmek için çaba göstermeliyiz.

Kentleri sermaye değil, yaşayanlar planlamalı. Bunu gerçekleştirebilirsek eğer, çeteleri besleyen kaynakları da kurutmuş oluruz.

Önce temel ilkelerimizi belirleyelim. İlk akla gelenler şunlar:

Ekolojik yapıya zarar verilmeyecek; planlar sık sık değiştirilmeyecek; yaşayanlara çekici, güvenli, kullanışlı bir çevre sunulacak; toplu ulaşım sorun olmaktan çıkarılacak; yeni yerleşim alanları açılırken afet riski, deprem, heyelan gibi özel durumlar dikkate alınacak; yoğun yapılaşmanın doğal kaynaklara zarar vereceği ve kirliliğe yol açacağı gerçeği gözardı edilmeyecek.

Kentsel rantların nasıl dağıtılacağının ilkelerini de belirlemeliyiz. Şunlar söylenebilir:

Mülkiyet hakkı ve kullanılması, kamu yararının önüne geçmemeli; kent topraklarının çoğunluğu kamu mülkiyetinde olmalı; kamu kurumlarının ve belediyelerin taşınmaz satması yasaklanmalı; kentsel dönüşüm, yeni rant alanları açmak amacıyla kullanılmamalı.

Yukarıda sıralanan ilkelerin hiçbiri sermayenin işine gelmez. Umursamaz da… Zaten uyması da gerekmez. Kentlinin çağdaş yaşama hakkını savunmak amacıyla verdiği mücadele ya yasama, yargı, yürütme labirentlerinde boşa çıkarılır ya da kolluk güçlerince cezalandırır.

Devletin plan/program belgelerinde bunlar yazmaz elbette. 11. Beş Yıllık Kalkınma Planından (2019-2023) örnek verelim. Şehirleşme başlığı altında bugüne değin hiç uymadıkları ve bundan sonra da uymayı asla düşünmeyeceklerini bildiğiniz şu sözleri okursunuz; “(Paragraf 673.) İnsan odaklı, doğal hayata ve tarihi mirasa saygılı, temel kentsel hizmetlerin adil ve erişilebilir bir şekilde sağlandığı, yaşam kalitesi yüksek ve değer üreten şehirler ve yerleşimler oluşturmak temel amaçtır.” 

674-684 sayılı paragraflarda bu amacın gerçekleştirilebilmesi için araçlar sıralanmıştır; “mahalle düzeyinde etkili katılım mekanizmaları işletilecek… şehirleşmede yatay mimari esas alınacak… mahalle kültürü ve kent bilinci geliştirilecek…topoğrafyayla ahenk sağlanacak…afet riski, iklim değişikliği coğrafi özellikler ve tarihi değerler gözetilecek…”

Bunların hiçbirine uymadılar, dahası uyulabilmesinin yasal ve yönetsel ortamını da bırakmadılar. İmar planlarını kimin ya da kimlerin yaptığı bile belirsiz. Özelleştirme İdaresi, özelleştirmek üzere devredilen taşınmazları, daha çok para getirecek bir anlayışla “planlıyor” ilgili belediyesine tebliğ ediyor.

Daha düne kadar Karayolları, DSİ, Tekel, TCDD, Şeker Fabrikaları ve daha nice özelleştirilmiş -kapatılmış kamu kurum ve kuruluşlarının mülkiyetinde olan topraklar satıldı. O güzel bahçelerinin üzerinde bugün dev gibi bloklar yükseliyor. Belediyelerin ise kentleri planlamaya ne güçleri ne niyetleri var. Çoğu takatsiz. Kent hizmetlerini görebilmek adına her yıl onlarca milyar lira tutarında taşınmaz satıyorlar.

Böyle olunca da planlama ilkeleri, kamu yararı gibi kavramlar değerini bir anda yitiriyor ve oluşan boşluğu sermayenin çıkar güdüsünün gerekleri dolduruyor.

Çeteyi yer altında ya da derinlerde aramayalım; gözümüzün önünde hepsi.