'Adaletsiz seçim uygulamalarının yasaya geçirilmesinin, genel oyun gasbedilmesinin, demokrasinin AKP aklına ve sandığına sıkıştırılmasının, Anayasanın uygulanmamasının adı kargaşa olmaz.'

Kargaşa mı?

Devlet ve hukuk sınıfsal analizle okunmadıkça, kapitalizm ve emperyalizmle devlet ve hukukun ilişkisi görülmedikçe bir kargaşa ortamına girildiği, devletin yönetilemediği/yönetemediği gibi değerlendirmelere sığınılıyor. Bu durumun kestirmeden seçeneği de, Anayasadaki deyişle “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti”ne dönüş olarak sunuluyor. 
Düzen içi siyasetin içinde bulunduğu durum bu: iktidar sözde reformlar sıralayarak yoluna devam ediyor; muhalefet hukukun üstünlüğünden, yargının bağımsızlığından, etik değerlerden söz ederek, burjuva demokrasisinin güçlü parlamenter rejimine geçişle oyalanıyor. 

Laiklik, artık siyasal İslamın özgürlüğü üzerine yapılan çarpık tanımıyla, aslında tanımsızlığıyla, muhalefetin de hiç olmazsa mahcubiyet içinde dahi sözünü etmediği bir ilkesizlik oldu. Laikliğin olmadığı yerde zaten devlet de hukuk da kargaşa içinde olacak. Tersi olanaksız. Buraya eklenecek önemli bir not, burjuvazinin teslim aldığı laiklikle de gerçek laiklikten söz edilemez.  

Girişe dönersek, sermaye dinsel gericiliğin, devletin ve hukukun desteğiyle sömürüsünü sürdürürken, iktidar bu sürdürülme işinin aksaksız devamını sağlamakla, muhalefet de kargaşasız sömürü düzeni hayali kurmakla meşgul. 
Emekçiler, işsizlerden ve göç insanlarından oluşan yedek işgücüyle birlikte, işini kaybetmeme ya da iş bulma peşinde, yoksulluk çukurunda yaşamaya mahkum bırakılıyor.

Kurtuluş savaşını, Cumhuriyet'in ilerlemeci ve aydınlanmacı hareketlerini, sermayenin girmediği alanlarda devlet girişimciliğini, 1960’ların hak ve özgürlük hareketlerini, emekçilerin mücadelelerini ve sosyalizm sütununa eklenecekleri not düşerek, emekçilerin sömürüsünün ve antikomünizmin kesintisiz sürdürüldüğü dönemden devralınan 1980 sonrasını kısa bir kuşbakışıyla özetlersek:               

24 Ocak kararları, 12 Eylül darbesi ve MGK yönetimi, siyasi partiler dışı Bülent Ulusu hükümeti, anayasa, seçim ve ANAP iktidarıyla 1980’ler 90’lara devrederken, 90’lar koalisyon hükümetleriyle geçilerek, yine koalisyon hükümetleriyle 2000’lere devretti. Sekiz siyasi parti (DYP, SHP, CHP, RP,  DSP, ANAP, MHP, DTP) iktidar ortağı olarak değişik dönem ve sürelerde ortaklık yaparak hükümetlerde yer aldı.  

Dinsel kökenli siyasi partilerden önce Refah Partisi, sonra Fazilet Partisi Anayasa Mahkemesi'nce kapatıldı. Gücünü artıran RP, FP serisinin devam partisi beklenirken ortaya AKP adı altında bir proje partisi çıktı.

ABD’nin deyişiyle “gayet siyasi R.T. Erdoğan ile gayet ekonomik F. Gülen”in, milli görüşçüleri, merkez sağı, sağı, tarikat ve cemaatleri, kimi Kürt siyasetçileri, ağaları toplamasıyla 14 Ağustos 2001’de proje partisi olarak kurulan AKP, 3 Kasım 2002 genel seçimi sonunda 18 Kasım 2002’de iktidara oturdu ve (2008 kapatma davasında Anayasa Mahkemesi'nce demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerini ihlal suçu sabit görüldüğü dönem, 2015 Ağustos - Kasım arasındaki 88 günlük ortaklı seçim hükümeti dönemi ve 9 Temmuz 2018’de oturulan başkanlı rejim dönemi dahil) iktidar koltuğunu bırakmadı.

Koltuğu bırakmadığı gibi; ABD’nin “ılımlı İslam” projesini uyumlu İslama çevirerek, “demokratik ve laik cumhuriyet ilkeleri ihlali”nden suçlu bulunarak ama devamında demokratik ve laik cumhuriyeti yıkarak, dinseli devlete ve hukuka sokarak, istediği gibi oynadığı ve değiştirdiği Anayasanın birçok maddesini çifte standart uygulayarak ya da rafa kaldırarak, parlamentoya hep hakim olduğu halde 2011 KHK’lerini devreye sokarak, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası “gayet ekonomik” diye tanımlanan ortağını devre dışı bırakıp o ortaklar arasındaki siyasal ve ekonomik güçleri kendi saflarına katarak, darbe girişimi sonrası ilan ettiği OHAL’li hem yönetim şekli hem de muhalifleri devre dışı bırakma aracı olarak kullanarak, OHAL KHK’leriyle OHAL konusu dışında kalan alanlara da el atarak, OHAL KHK’lerini aynen yasalaştırarak, OHAL’i şeklen kaldırdığı halde yasal uygulama süresini iki kez uzatıp kalıcı hale getirerek, parlamenter rejime övgüler yağdırıp parlamentoyu önemsizleştirip işlevsizleştirerek, devleti yeniden ve yeniden yapılandırarak, hukuksuzluğu ve kuralsızlığı hukuk yapıp AKP hukukunu (kuralsızlaştırmanın hukukunu) yaratarak, ulusal ve uluslararası sermayenin yıllardır istediği başkanlı rejimi (reis modeli olarak) getirip uygulamaya sokarak ve daha birçok alanda geleneksel devlet anlayışını alt üst ederek, devleti piyasalaştırarak uzun iktidarını sürdürdü, sürdürüyor.

AKP, hem siyasal İslamın ve milliyetçilerin (Türk-İslam karışımının), hem kapitalist/emperyalist düzenin bir ülkedeki siyasal iktidarının, hem de sömürücü düzenin gereğini yerine getirdi. Ekonomik ve siyasal bağımlılık derinleştirildi, sermayenin ekonomi ve emekçiler üzerindeki denetimi artırıldı, tahakkümü sınırsızlaştırıldı.  

Saraylar saltanatı, eğitimin ve sağlığın özelleştirilmesi, göç insanlarına depo görevi, piyasanın serbestleştirilmesi, özelleştirmenin kurarsızlaştırılarak hızlandırılması, yağmalama, pandemi koşulları da bahane edilerek emekçilerin her türlü hak gasbına uğratılması, ucuz ve esnek işgücünün yerleştirilmesi, güvencesiz çalışma koşulları, işçi cinayetleri, kadın cinayetleri, çocuk istismarları, doğa katliamları, rant arayışları, düşman ceza politikası hiç hız kesmedi. 

Sel, deprem ve yangına “afet” deniliyor; ama afet olan sel, deprem, yangın değil, afet olan bunlardan sonra ortaya çıkan durum, can kayıpları, mal kayıpları, canlıların ve doğanın katledilmesine karşı alınmayan önlemler. Ve de fırsatçılıklar… 

Afeti yaratan da kapitalist düzen. Ekonomileri de sorunlu, siyasetleri ve yönetimleri de. Asıl sorun ideolojilerinde, sistemlerinde. Bu sorunlar ve krizler yumağı siyaset, devlet ve hukuk içindeki oynamalarla bitmez.

Ne kargaşası? 

Adaletsiz seçim uygulamalarının yasaya geçirilmesinin, genel oyun gasbedilmesinin, demokrasinin AKP aklına ve sandığına sıkıştırılmasının, Anayasanın uygulanmamasının, kuralsızlığın yansıyacağı yeni anayasa girişimlerinin, işine gelmeyen yargı kararlarının tanınmamasının, sermaye sürekli desteklenirken emeğin sömürücü batağa itilmesinin, ülkenin çoraklaştırılmasının adı kargaşa olmaz.

Kargaşa diye geçiştirdikleri açık seçik sömürü düzenidir, doğası gereği krizlerden ve felaketlerden kurtulamayan kapitalizmdir. İşçi sınıfının öncülüğünde “Sosyalizm Programı”yla, devrimci mücadeleyle, örgütlü güçle tarihe gömülecektir.