Çocuklar yemek yiyormuş yangın çıktığı sırada. Boğazlarına dizilen lokmalarla, şaşkınlık ve korkuyla diri diri yanarak can verdiler. Talihsiz bir olaydı işte geçti gitti… Sağlık Bakanı, sağlık emekçisi annenin acısını paylaştığını duyurdu sosyal medyadan.

Kapitalizmin 'bakan'ları ötmekten başka bir şey yapmıyor!

Çocuklar yemek yiyormuş yangın çıktığı sırada. Boğazlarına dizilen lokmalarla, şaşkınlık ve korkuyla diri diri yanarak can verdiler. Talihsiz bir olaydı işte geçti gitti… Sağlık Bakanı, sağlık emekçisi annenin acısını paylaştığını duyurdu sosyal medyadan.

Salgın günlerinde zor çalışma şartları nedeniyle sağlık emekçileri tükeniyor, hatta intihar ediyor, virüs kapıp ölüyor. Temas durumlarında dahi çalışmaya mecbur bırakılıyor, çocuklarını göremiyor, bırakacak yer bulamıyor. Sağlık Bakanı ise sabah akşam sadece ötüyor, diğerleri gibi, oturduğu yerden…

Fatma hemşire, tayini yapılmadığı için 4 ve 8 yaşındaki iki çocuğuyla birlikte eşinden ayrı bir ilde yaşıyormuş. Nöbete gittiği günlerde çocuklarını komşusuna emanet ediyormuş. Yangın da böyle bir iş gününde, komşunun evinde çıkmış. Şimdi tek bir istekleri var, bir araya gelmek. “Bari acımızı birlikte yaşayalım” diyorlar. İşte kapitalizmde sıradan bir ailenin hikayesi…

Anne babası çalışan her çocuk gibi Fatma hemşirenin çocuklarının bakımı da devlet tarafından güvence altına alınmalıydı. Bu çocuklar ebeveynlerinin işyerlerindeki kreşte olmalıydılar. Sosyal medyada bunu savunanlara saldıran çığırtkanlar da oldu: “Her şeyden siyaset üretmeye çalışmayın, yangın bu yahu!” Öyle mi gerçekten? Bu çocuklar sadece talihsiz bir kaza yüzünden mi yaşamını yitirdi? 

Bu ülkede binlerce çocuk pandemiden önce de ebeveynlerin kendi imkanları ile sağladıkları koşullarda bakım görüyordu. Aile büyüğü olanlar ya da bakıcı ücreti verebilenler şanslıydı, gerisi ya komşuya bırakıyordu çocuklarını ya da evde daha büyük olana emanet ediyordu. Pandemi sürecinde emekçiler, daha büyük ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalmaları yetmezmiş gibi hiç olmadıkları kadar yalnızlaştılar. Aile büyükleri ile temas zorunlu olarak azaldı, kimse kimsenin evine gidemez oldu, okullar kapandı. El yordamıyla, ite kaka yürüyen destek mekanizmaları da böylece çöküverdi.

İşyerlerinde kreş zorunluluğu güya yasalarla güvence altına alınmış durumda. Türkiye’de 150 kadın işçi çalıştıran işyerlerinde kreş açma zorunluluğu var ama oran sadece %2.1 Patronlar kreş açmaktansa cezayı ödemeyi tercih ediyor yani. Bir iş yerinde 150’nin altında kadın çalışıyorsa ki bu Türkiye’deki işletmelerin çoğunluğu demek, onlar başının çaresine bakmak zorunda. Bu arada kreş açma zorunluluğunun kadın işçi sayısı üzerinden belirlenmesi, düzenin çocuk bakımı işinden kimi sorumlu tuttuğunu da gösteriyor. Babalar çocuk bakımından muaf, erkek çalışıyorsa kadın evde çocuk bakmak durumunda. 

Devletin ise bir ağırlığı var, kreş açma işi özelden farklı olarak kurumun insiyatifine bırakılmış. Uygun gördüğün yerde kreş aç deniyor ve tahmin edileceği üzere devlet kurumlarında kreş sayısı yok denecek kadar az. Böylelikle devlet, çocuk bakımı işini de özel kreşlere devretmiş oluyor. Bugün bir çocuğun güvenle teslim edilebileceği koşulların kısmen de olsa sağlandığı özel kreşlerin aylık ücreti asgari ücretle yarışıyor. Hesap ortada, peki ne yapsın bu insanlar?

Çocuğunu bırakacak yeri olmadığı için intihar etti bir sağlık emekçisi, üzerinden iki ay geçmedi henüz. Kendisi gibi sağlık emekçisi olan eşi Covid pozitif çıkmıştı, karantinadaydı ve görüşemiyorlardı. “Çocuğumu bırakacak yerim yok”, “çok yoruldum”, “dinlenmek istiyorum” diyormuş sık sık, arkasından yazıldı. Derdini dillendirmiş, belli ki yardım istemeye çalışmış… Söz konusu intihar olunca, herkesin bir köşeye çekilmesi daha kolay olur. Zaten psikolojisi bozuktur, her derdi olan intihar etmediğine göre münferit olaylar listesi büyüdükçe büyür. Eşinden ayrı kalmasaydı, çocuğunu bırakabileceği yeri olsaydı, bu kadar yoğun koşullarda çalışmasaydı, yardım alabilseydi, çevresine, ülkesine güvenseydi intihar dışında bir çıkış bulur muydu acaba? Büyük olasılıkla bulurdu…

Hiç bir insanın yaşamı bu kadar ucuz olmamalı. İnsanlar, yaşama tutundukları tüm dallar tek tek kırılana dek, bu denli yalnız bırakılmamalı. Talihsiz ya da münferit olaylar deyip geçiştirdikleri olayların adını da koyalım artık. Göz göre göre ölüyor emekçiler; çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, erkeğiyle, önce emekçiler ölüyor. Siz hiç bir iş kazasında ölen patron gördünüz mü? Münferit olay budur! 

Kapitalizmin “bakan”ları sussun! Sosyal medyadan acımızı da paylaşmasınlar, yetti. Ama emekçiler bu gidişe dur demek için ayağa kalksın artık. Emekçiler omuz versin, daha fazla ölmesin çocuklar…