'Türkiye’de emekçiler döviz alarak satarak kendilerini kurtaramayacaklarını bir kez daha ibret verici bir şekilde gördüler. Bir de devrimi denemeye ne dersiniz?'

Kapitalizm bunalımını taşıyamıyor

Bazen ironik gelebilir ama sosyal demokrasi emperyalizmin çocuğudur.

Çünkü emperyalist politika güden bir ülkenin sermayesi sürekli devrim tehdidi altında bir zayıf halka adayı olarak yaşamak istemez. İşçi sınıfını içeri çekecek, törpüleyecek, işçi sınıfının öfkesini tamponlayacak, hatta işbirlikçi hale getirecek politikalara ihtiyaç duyar.

Buna olanağı da vardır, dünya emekçilerinin sömürüsünden gelen zenginliğin bir kısmını bu meseleye ayırır.

Tersinden söylemek gerekirse işçi sınıfını düzene çekmemiş ve büyük ölçüde işbirlikçisi haline getirmemiş bir ülke en azından emperyalist hiyerarşinin üst katmanlarında yer alamaz, küme düşer.

Tarihte özellikle işçi sınıfı ayaklanmalarından sonra sermayenin “sosyal demokrat” güdüsü yükselir.

Örneğin, Avrupa’yı sarsan 1848 Devrimleri sonrası İngiltere’de yükselen sosyal politikalar iyi bir örnektir. Veya 1871 Paris Komünü’nü yakından izleme şansı bulan ve Almanya’nın birliğini sağladıktan sonra emperyalist hırslarla donanan Alman İmparatorluğu’nda sosyal sigortaları devreye sokan Bismarck’ın politikaları da aynı eğilime işaret eder.

Ancak bizim hâlâ hatırlayıp etkilerine maruz kaldığımız olay, 2. Dünya Savaşı sonrası faşizmi yenen ve dünyaya yayılan sosyalizmin yarattığı devrimci özlem ve girişimleri kesmek için başlatılan kapitalist ülkelerdeki sosyal devlet uygulamalarıydı. 

Üretim ilişkilerinden bağımsız sahte bir sınıf olan “orta sınıfı” yaratamayan bir kapitalist devlet zayıf halka adayı olmaya gidiyor demektir.

Şu anda bütün dünyada yaşanmakta olan sürecin önemli bir boyutu tam da böyle: Sömürü altında olduğuna bakmayıp tüketim standartlarına göre kendini burjuvazinin bir parçası sayma eğiliminde olan emekçi kesimler hemen her yerde kan kaybediyor ve aslına dönüyor.

Örneğin, geçen yüzyılın sosyal devlet şampiyonu Almanya’da nüfusun %16’sından fazlasının, yani 13 milyondan fazla kişinin yoksulluk sınırları altında yaşadığına inanmak kolay değil. Almanya’da “orta sınıfın” erime eğiliminde olduğu söyleniyor. 

Aşağıdaki grafik Almanya’da enflasyon oranının 2021’de nasıl yükseldiğini gösteriyor. Nerdeyse son 30 yılın bu yüksek enflasyon oranı temel ihtiyaçlar için hayat pahalılığını Almanya’ya taşıyarak “orta sınıfın” erimesinde rol oynuyor.

Almanya’da 2012’den günümüze enflasyon oranı görülüyor. Yıllardır %2’nin altında olan enflasyonun roket hızıyla 2021’de arttığı görülüyor.

Ancak bu gelişme Almanya’ya özgü değil, örneğin İngiltere’de de bu yıl %5’i aşan bir enflasyon görüldü ve 1 milyon kadar çocuğun yoksulluk içinde yaşadığı belgelendi. Avrupa Birliği ülkelerinde ise nüfusun %22’si yoksul olarak kabul ediliyor.

Muhakkak bu süreç daha çok su kaldırır ve sermayenin işçi sınıfının öfkesini tamponlama yeteneğini tamamen tükettiğini göstermiyor.

Emperyalizm içi rekabet, ara ürün temininde güçlük, enerji fiyatlarında yükselme gibi birçok başlık sayılıyor yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı için.

Ama aslında bu yüzeysel sorunların altında daha derin olan ve patlamak üzere olan bir şey var:

Kapitalizm bunalımını taşıyamıyor. 

Kapitalizmin yapısal bunalımı birikerek bugüne geldi, pandemi süreci hızlandırmış ve ağırlaştırmış olabilir, ama her durumda patlamak üzere olan bir çöküşe doğru hızla gidiliyor.

Aşağıdaki tahvil piyasalarının nasıl balonlaştığını gösteren grafik bize çok şey anlatıyor.

Grafik bize fiktif sermayenin yükselişi hakkında fikir veriyor. Üretime dönüşmeyen ve sürekli değer kazanarak balonlaşan bu sermaye tipinin kapitalizmin yapısal bunalıma girdiği kabul edilen 1970’li yıllardan itibaren nasıl arttığı görülüyor. 2008 krizindeki çöküş yine grafikten izleniyor. Ancak en son verinin 2016’ya ait olduğu grafikte 2008 balonunun çok üzerinde bir yığılma olduğu anlaşılıyor.

ABD’de üretime dönüşmeyen sermaye düşük, hatta negatif faizli tahvillere yığılarak bir balonlaşmaya neden oldu. 2008’de aynı şekilde balonlaşan fiktif sermayenin 13 trilyon civarındayken, şimdi 50 trilyon Dolar civarına yükseldiği söyleniyor. Bu %400 kadar artışa işaret ederken, ABD gayri safi milli hasılasını katlamış durumda.

Bu balonlaşmayla ilişkili olarak bir yandan büyüme hızının düşmesi, bir yandan giderek artan işsizlik oranları ve yoksullaşma…

ABD Merkez Bankası’nın bu tabloyu değiştirmek üzere 2022’de kaçınılmaz olarak faiz artışına gideceği tahmin ediliyor ama öte yandan faiz artışının getirdiği panikle tahvil piyasasının çökme ihtimalinden de bahsediliyor.

Şişmiş mali sermayenin bir diğer özelliği ise Dünya’nın gırtlağına kadar borç içinde olması. Tüm borcun 280 trilyon Doları aştığı söyleniyor ve ABD merkez bankası ve diğer emperyalist devletlerin merkez bankalarının faiz artışına gitmesinin bir ödenemeyen borçlar silsilesine neden olma riskinden de söz ediliyor.

Tekellerin üretimden kaçması ve mali sermaye içinde balonlaşmalara yol açmaları aynı zamanda küçük tasarruf sahiplerinin de tekeller tarafından hileli şekilde soyulmasıyla gidiyor. Tahvil değerleri bir şekilde düşürülüyor, panikle elden çıkarılanlar tekeller tarafından yeniden satın alınıp yüksek değerlere taşınıyor. Buna mı kaldılar demeyin, çünkü kâr oranlarını yüksek tutmaya çalışmanın bu kadar pespayeleştiği bir dönemi yaşıyoruz.

Uzağa gitmeye gerek yok, Türkiye’de dövizin pahalanması ve en tepeye çıktığı noktada müdahaleyi haber alan sermayenin elindeki dövizi bozdurması tam da buna benzer bir hileydi.

Sonuçta faizi artırsalar bir türlü artırmasalar başka türlü, çöküş kaçınılmazlaşıyor. Ve düzeni yönetemeyen siyasilere savaş kışkırtıcılığı çok daha kolay gelmeye başlıyor.

Neresinden baksanız dünya derin bir bunalıma ve devrimlere açık hale geliyor.

Türkiye’de emekçiler döviz alarak satarak kendilerini kurtaramayacaklarını bir kez daha ibret verici bir şekilde gördüler.

Bir de devrimi denemeye ne dersiniz?