'Gericiliğin seferber olduğu kadar düzen siyaseti, devlet, hukuk ve yargı da piyasa için seferber. Bu ilişkiler neresi yamanmaya kalkışılırsa kalkışılsın kapitalizmin yasalarıyla yürütülüyor.'

Kandırmıyorlar, asılları bu

Hemen her gün, dinin siyasetin, devletin, hukukun ve toplumsal yaşam tarzının içine sızmasıyla ya da sızması için gereken laiklik karşıtı önerilerle karşı karşıya kalınıyor. Kimileri ciddi, kimileri dudak büktürerek gülümseten örneklerle dolu bu duruma karşı siyasal iktidar, laikliği yok etme konusunda kararlılığından vazgeçmeden denge sözcükleri kullanarak durumu idare etmeye çalışıyor. 

Laikliğin Anayasadan çıkarılabileceği, kanunların şeriata aykırı olmamak koşuluyla parlamentolar tarafından kabul edilebileceği, yargıya yerleştirilen arabuluculuğun ulema tarafından da yapılacağı, din insanlarının iyi arabulucu olacağı, medeni hukukla dinsel davranış kurallarının iç içe yaşayacağı, dinselliğin devletin yönetimde -Diyanet İşleri Başkanı gibi- eş yöneticiler tarafından her zaman devrede olacağı, zorunlu din derslerinin ana okulu dahil eğitim ve öğretimin her kademesinde yer alacağı, dinsel öngörülerin bilimin ve sağlığın seçenekleri arasında olacağı gibi daha birçok başlık toplumsal yaşamın ve düzenin vazgeçilmez parçası yapılıyor. 

Gericilik, “tekil olay”, “meczup işi”, “din bu değil” diye geçiştirilerek adım adım yerleştiriliyor. Eşitsizlik, adaletsizlik, hak ve özgürlük ihlalleri, işsizlik, yoksulluk yokmuş gibi, Anayasa ve Cumhuriyet tüm hükümleri ve ilkeleriyle uygulanıyormuş, laik hukuk devletinde yaşanıyormuş gibi, eğitimde, sağlıkta, barınmada, düşünmede, düşünceyi açıklamada, yaşamda sorun yokmuş gibi davranılarak da sorunlar ya yok sayılıyor ya da başkalarına devrediliyor. 19 yıldır sanki iktidarda değillermiş gibi davranılıyor. 

Bunları kapsayan yeni örneklerden biri 24. dönem hakim ve savcı adayları kura töreninde yaşandı. Törenin külliyede yapılması da var tabii ama örnek başka. Cumhurbaşkanı ile siyasi parti başkanlığının özdeşleştiği, cumhurbaşkanlığıyla siyasi parti başkanlığı muhataplığında yargının dahi ayrım yapamadığı ve bu nedenle hemen her eleştirinin “cumhurbaşkanına hakaret”e sokulduğu bir ortamda, Erdoğan, “Temel hak ve özgürlüklerin teminat altına alınmadığı, adaletin sağlanmadığı, adalete güvenin zedelendiği bir toplumda siyasi irade, ekonomik kalkınma ve ilerleme yönünde yapacağı hamlelerde eksik kalmaya mahkumdur. Suriye başta olmak üzere yakın coğrafyamızda yaşanan müessif hadiseler adaleti, temel hak ve özgürlükleri, hukuku ve insani değerleri hiçe sayan ülkelerin ayakta kalamayacaklarını acı bir şekilde göstermiştir” diyor. 

Buradan yorumsuz ilerleyelim. 19 yıldır yargının getirildiği yerin yargı olmadığını da, “yargıyı yargıya bırakacak kültür”den söz ederek Adalet Bakanı doğruluyor. Peş peşe yargı reformu paketleri açıklamaktan vazgeçemediklerinden belli durumları. 2010 Anayasa değişikliğinde de yargıyı yargıya bırakmaktan söz ederek önce bağımlı hale getirdiler yargıyı sonra da parti yargısı yaptılar. Anayasa Mahkemesini değiştirdiler istediklerince, sonra da AYM kararını tanımayan yargıcı Hakimler ve Savcılar Kurulu kararıyla terfi ettiriyorlar.

Durumu açıklayan örneklerden biri de, Ahmet Hakan’ın da katıldığını söylediği, Cüppeli Ahmet’in parlamenter rejim tavsiyesi. Buradan da yorumsuz ilerleyelim. 

Okuyuculara, soL'da yayımlanan Hürriyet'ten Burcu Purtul Uçar'ın haberini haberini okumalarını öneriyorum. Cinci hoca, emekli Danıştay yargıcı ve ailesi arasındaki ilişkileri özetleyen dinsele ve ekonomiye dayalı haber ne tekil olay, ne de meczup işi; içinde bulunulan durumun aynası. 

Sömürücülerin durumu haberdeki sarkıntılık, dolandırıcılık, kullaştırma ve kullaştırarak sömürme durumundan çok mu farklı? Tarikat ve cemaatler yalnızca dinsel örgütlenmeler mi? Sömürü, dini inançların ya da etnik bağımlılığın istismarı suretiyle yapılmadığında daha mı temiz?

Marx “din aleminin sislerle kaplı katları”nı tanımlarken ne kadar özlü anlatmış Kapital’de: “Bu alemde, insan beyninin ürünleri, bağımsız canlı varlıklar gibi görünür ve hem birbirleriyle, hem de insanoğluyla ilişki içine girerler. Din dünyası, gerçek dünyanın yansımasından başka bir şey değildir”.

Siyasetin, devletin, hukukun dinsellik ve milliyetçilikle bulamaç yapılmış beyni, sermaye sınıfının beyniyle özdeş. Gericiliğin seferber olduğu kadar düzen siyaseti, devlet, hukuk ve yargı da piyasa için seferber. Bu ilişkiler neresinden saptırılırsa saptırılsın, neresi yamanmaya kalkışılırsa kalkışılsın kapitalizmin yasalarıyla yürütülüyor.

Pozitif hukuk kurallarının şeriata aykırı olmamak üzere parlamentolarca kabul edilebileceği söylenirken dile getirdikleri ve anayasallık katına çıkardıkları şeriat da aynı ekonomik ve toplumsal ilişkilerin ürünü. İhtiyaçlarına göre laik, ihtiyaçlarına göre dinciler.

Yeni anayasa ve seçim sistemi talepleri, güçlü başkanlı rejim ya da parlamenter rejim talepleri, sermayenin bir örgütünün demokratik, laik hukuk devleti talepleri hep aynı havuzu doldurmaya yönelik. Emekçilerin havuzuna emek gücüne ihtiyaçları kadarını gönderiyorlar ve uzlaşma istiyorlar. 

Dinle uyumlaştırırken de, hukukla düzenlerken de amaç, sermayenin emek ve emekçi üzerindeki denetimi ve sömürü. Ekonomik ve siyasal bağımlılık, ister demokrasi ve hukukla, ister dinsellik ve milliyetçilikle beslensin, hiçbir zaman eşit ve özgür ilişkilerin ürünü olamaz ve sömürülenlerin olmadığı sınıfsız toplumu getiremez.