Küba’lı sporcular, kalpleriyle, inatlarıyla yarışıyorlar. Bize de, bizim sporcularımıza da, uğruna kalplerimizle mücadele edeceğimiz bir ülke kurmak, o ülke adına koşmak için ilham olsunlar...

Kalbiyle koşanlar

İzlemeye doyulmaz bir sahne: “Juantorena kalbiyle koşar ve halkı heyecandan titrer” sözleriyle çalan salsa parçasında ancak omuz hizasına kadar gelebilen neşeli kalabalıkla birlikte sokakta kıvrak hareketlerle dans eden bir büyük adam. Alberto Juantorena.

Kelimenin gerçek anlamıyla büyük, 1 metre 88 santim boyu, 2 metre 75 santimlik adım aralığıyla, lakabını hak eden boyutta yapılı bir insan Juantorena. Lakabı, “La Caballo” yani at, ya da hadi tamam kibarlığı bir yana bırakalım, “aygır”. Aygır ama en asilinden, yağızından.

Kübalı atlet, Alberto Juantorena, 1976 Montreal Olimpiyat oyunlarında pistte 400 ve 800 metre koşularında aldığı altın madalyalarla tarihe yazılan olimpiyat efsanelerinden biri. 

Olimpiyat tarihinde 400 ve 800 metre koşularının her ikisini de koşan sporcu sayısı oldukça enderdir. Juantorena bu iki mesafeyi aynı olimpiyat oyunlarında bir kaç gün arayla koşan ve her ikisinde de altın madalya alan, üstelik bir de dünya rekoru kıran tarihteki ilk ve tek sporcu, Tokyo 2020 dahil, yani hala öyle.

Juantorena, 400 metre koşusunda favori olan Afrika kökenli Amerikalı Fred Newhouse’ı efsanevi bir çekişme sonucu geçer ve dünya rekorunu kırar, ancak 800 metredeki zaferinde bir gölge vardır. 1976 Montreal Olimpiyatlarına, Güney Afrika’nın ırkçı ayrımcı politikalarını protesto ederek katılmayan ülkeler arasında Kenya da vardır, dolayısıyla 800 metre koşusunun tartışmasız favorisi Kenyalı atlet Mike Boit olimpiyat yarışında yer almaz. Kübalı atlet, efsane oluşunun şanstan olmayışını hemen bir yıl sonra 1977’de Stuttgart’ta düzenlenen Dünya Atletizm Şampiyonasında Boit’i de geçerek kanıtlar.

Ancak La Caballo’yu efsane yapan ve benim bugünkü yazıma konu etmeme neden olan şey onun bu sportif başarısının çok çok ötesine uzanıyor. Juantorena, efsane bir atlet olmasının yanısıra, bugün hala ülkesine tüm varlığıyla hizmet etmeye devam eden, yurtsever bir devrimci. Sporcu olarak uluslararası boyutlarda elde ettiği başarıların, madalyaların kürsülerin değil, Fidel’in onu kucakladığı anların anısıyla övünüyor, halkıyla içiçe, ayrıcalıksız oluşuyla gururlanıyor.

Tokyo 2020 Olimpiyat oyunlarının en çekişmeli ve heyecanlı anlarının yaşandığı bu günlerde İngiliz Marc Craig’in yönetmenliğini yaptığı bir belgesel film dijital platformlardan yayına girdi. “Running for the Revolution” (Devrim için koşmak) filmi, efsane Alberto Juantorena’yı, sporculuğunu, yurtseverliğini, Küba’yı, Küba’da sporun ne anlama geldiğini, Fidel’i ve daha başka birçok şeyi anlatıyor. Yazının girişinde betimlediğim sahne de o belgeselden.

Ben filmi izleme olanağına ulaştım, sizlerin de erişip izleyebileceğiniz zamana kadar dayanamayıp, tam da bugünlerde gereksinim duyduğumuz umuda güce ve inada kaynak olacağını düşündüğüm için sizlerle bir kısmını da olsa paylaşmak istedim.

Filmde Juantorena’nın ağzından hem kendi hikayesini hem de Küba Devriminin sporda yarattığı müthiş başarının kaynaklarını dinliyoruz. Devrimden hemen sonra ülkenin en büyük spor kompleksinin açılışını yaparken Fidel’i duyuyoruz bir de: “Burası işçilerimizin çocuklarına armağanımız olsun” diyor, “Halkımızın mücadelesini, kolektif çalışma bilincini, savaşma yeteneğini burada geliştirsinler, biraz da eğlensinler tabi!” diye ekliyor.

Belgeselin odağında Küba- ABD ilişkileri de yer alıyor. Yönetmenin niyetini bir yana bırakıp izleyince, ABD ablukasının ülkede her alanda olduğu gibi sporda da ne denli ağır bir yoksunluk ve olanaksızlık yarattığının da belgelendiğini görüyoruz.

Alberto Juantorena müsabık sporculuğu bıraktığı 1980’li yıllardan itibaren Küba’da spor alanında idarecilik yapmış, hala da yapıyor. Küba atletizm federasyonunun başında olmasının yanısıra ülkenin uluslararası spor elçiliğini de yürütüyor. Doğrudan Fidel ile birlikte çalışarak başladığı ve yıllardır sürdürdüğü bu görevleri sayesinde de ablukanın sportif etkinlikleri ve gelişimi nasıl zorladığını doğrudan örnekleyerek aktarabiliyor.

Tüm bunlara rağmen Juantorena, Küba’da sporun devrimden sonra geçirdiği büyük değişim ve ilerlemeyi gururla aktarıyor. Gururlanmakta hiç de haksız değil.

Küba, Güney Amerika kıtasında Tokyo 2020 olimpiyatlarına kadar en fazla madalyaya sahip ülkeydi. Bu yıl da hızını kesmedi, 5 Ağustos itibariyle, 5 altın, 3 gümüş, 4 bronz madalya ile toplamda 17. ülke durumunda. Önümüzdeki günlerde final ve veya yarı final oynayacak, yarışacak sporcuları da düşünürsek bu sayının daha da artacağından emin olabiliriz.

Ne umut verici ki, Fidel’in emanetini hala gururla taşıyor, La Caballo’nun efsanesini sürdürüyorlar.

İzlemişsinizdir, boksör Julio César La Cruz, ülkesini terk ederek İspanya’ya iltica eden Emmanuel Reyes’i yendiği maçından sonra zaferini ¡Patria y vida No! ¡Patria o muerte, venceremos! Vatan ve yaşam değil (karşı devrimcilerin sloganı), Vatan yahut ölüm, kazanacağız! sözleriyle kutladı.

La Cruz, bugün saat 09:05’te final maçına çıkacak, ve şimdiden yazayım buraya, sonuç ne olursa olsun, KAZANACAK!

Diğer taraftan, bu yıl Küba bir Olimpiyat efsanesi daha kazandı. Mijaín López Nuñez, üstüste dört kez aynı branşta Olimpiyat şampiyonu olarak tarihe adını yazdırdı. Mijaín, güreş sporu tarihinin bu efsanevi ünvanını “yenilmez kumandan” Fidel Castro’ya armağan ettiğini duyurdu tüm dünyaya. Dev sporcu kendi başarısını ve gövdesinin heybetini ülkesinin adına kattı gururla.

Küba’lı sporcular Tokyo 2020’de sadece sportif bir mücadelenin içerisinde değiller unutmayalım. Her bir branş için, kullanılan malzemede gramın önemi varken sınırlı olanaklarla elde ettikleri ekipmanlarıyla oyunlara katılmışken, hazırlık için rakipleri yüksek teknolojik donanımlı sahalarda idman yaparken onlar hala Fidel’in neredeyse 60 yıllık emaneti stadyumun mütevazi pistlerinde ter dökmüşken, dünyanın her köşesinden her tür cahilliğin ülkeleri üzerine ahkam kesmesini dinlemek zorunda iken: Kalpleriyle, inançlarıyla, inatlarıyla, koşuyorlar, yarışıyorlar, dövüşüyorlar..

Bize de, bizim sporcularımıza da, uğruna kalplerimizle mücadele edeceğimiz bir ülke kurmak, o ülke adına koşmak için ilham olsunlar...