Bazı müfessirlerin dövmenin şekli ve miktarı üzerinde özellikle durmuş olduklarını okuyoruz.

Kadınlar neden ve nasıl...

İhtiyaridir. Yani isteğe bağlıdır… Kişisel fikrim olur olmaz dövülmemesi yönündedir. Tavsiyem sizin de dövmemenizdir. Dövmeyin…

Ancak inancımızda ve geleneksel kültürümüzde gerektiği hallerde kadın dövmenin bir sakıncasının olmadığının bilgisini de yedeğimizde tutmanın ne zararı olabilir. Bu, karınız, nişanlınız, sevgiliniz hatta dolmuşta, otobüste, sokakta gülüşünü, kıyafetini beğenmediğiniz, hal ve tavırlarının asabınızı bozduğu herhangi bir kadın olabilir. Şiddeti yalnızca göz morartıp dudak patlatmak ya da kemik kırmacasına “darp” etmek olarak tariflemek eksikli olur. Bakışınızla, lafzınızla, sırıtışınızla da kadıncağızı dövmekten beter edebilecek potansiyele sahip olduğunuzu aklınızdan çıkarmayınız.

Bilindiği gibi geleneksel kültür yüzlerce yıllık deneyimin kuşaktan kuşağa aktarılması sonucunda oluşmuş ortak yaşam biçimi ve ortak bellektir. Mesela giyim-kuşam, düğün, şenlik, mutfak gibi kuşaktan kuşağa aktarılan deneyimler alışkanlıklar bu fasla girer. Atalarımızın uzun deneyimler ve gözlemler sonucu edindikleri yargıların özeti olan ve günümüze kadar gelen kısa ve bilgece sözlere Atasözü diyoruz. İslamik geleneksel kültürümüzün kadına bakışını yansıtması bakımından bize kıymetli ipuçları veriyor:

“Kadın yüzünden gülen ömründe bir kere güler.”
“Kadını sırdaş eden tellal aramaz.”
“Kadının saçı uzun, aklı kısadır.”
“Kadının yönettiği evde şeytan uşaklık eder.”
“Dövülmeyen kadının saçının köküne şeytan yuva yapar.”
“Kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.”

Bu atasözlerinden ben anladığımı yazayım, gerisi size kalmış. Kadınlar evdeki bütün huzursuzlukların kaynağı, sır tutmayan, sözüne güvenilmez, düzenbaz yaratıklardır. Bu özellikleriyle de dövülmeyi hak ederler.

Hepsi bir yana ben “Dövülmeyen kadının saçına şeytan yuva yapar” sözüne takılıp kalmış durumdayım. Bunun bir eğretileme bir metafor olduğunu ileri sürecek olanlara katiyen katılmadığımı belirtmek durumundayım. Bu atasözünün inşasında kullanılan her bir sözcüğün gerçek anlamlarıyla yerliyerinde kullanıldığını düşünüyorum. Şeytan bilindiği gibi en ufak bir fırsatta bilhassa kadınların vücutlarının bir yerlerine girerek yuvalanır. Atalarımızın yüzlerce yıllık deneyimler sonucunda edindikleri bilgilerin özeti, şeytanın kadının saç kökünü yerleşke olarak seçtiği yönündedir. Bir kere yerleşmeye görsün onu oradan atmanın yolu yoktur ancak kadını, bu eş, nişanlı,sevgili, kız kardeş,teyze,hala olabilir, dövmenin faydası çoktur. Tedip, terbiye etmek anlamına gelir ve bu görev ilahi bir güç tarafından erkeğe verilmiştir. Ben bu cümleyi yazarken karım, İran’da araba kullanan bir kadının yüzüne “şeriata uygun değil” diyerek kezzap atıldığını, bir milletvekilinin de “daha ne istiyor yüzünün sadece yarısı yanmış” diyerek kezzapçıya arka çıktığı haberini vermesin mi. Sosyal medyada okumuş olmalı, yazı yazarken bir anlığına olsun silsile-i düşüncemi bozduğu için kalkıp onu dövmek aklımdan geçmedi değil, Hay Allah ne oluyor bana! Her neyse…

Devam ediyorum; kadınların erkeklere oranla hafızaları zayıf olduğu tespiti yeni değil. Biliniyor. Sözgelimi bir gün önce pataklanmışlarsa, pataklandıklarını ve pataklanma nedenini unutmuş olmalarını tabii karşılamak gerekir. Tam da bundan ötürü onlara “kıymet” anlamında şu dünyada ki yerlerini, elbette inancımızın emrettiği sınırları aşmadan hemen her gün hatırlatmak gerekir. Bunlar bir nevi atasözü anlamına gelen ve Hadis olarak adlandırılan değişlerdir. Özel olarak kadınların bu dünyadaki statülerine ilişkin olarak söylenmiş, günümüze kadar inancımıza dayanak olmuş Hadis-i Şerifler vardır ki, ben bunlardan “Karga”lı olanını pek anlamlı bulduğumdan aktarmak gereğini duyuyorum:

“Kadınlar arasında saliha (iyi) kadın, yüz tane karga arasında alaca karga gibidir.”

Dövünüz…

Tarifi verilmiş. Tarifi inancımızın kaynağı olan Kitap’tan aktarmak durumundayım:

“Allah’ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarf etmelerinden dolayı,erkekler,kadınlar üzerine hakimdirler. İyi kadınlar, gönülden boyun eğenler ve Allah’ın korunmasını emrettiğini, kocasının bulunmadığı zaman da koruyanlardır. Serkeşlik etmelerinde endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün!”

Misal; izinsiz sokağa pazara çıkıyor ve yanında kendisine “helal” biri olmadığı halde dolaşıyor. Üstüne üstlük bir de yere gürp gürp basarak dikkat celpediyor… Hayır hemen dövmeyeceksin ilkin ikaz edeceksin. Sonra surat asıp yatağını ayıracaksın. Tekrarında inat ederse döveceksin. Tamam da nasıl dövmeli?

Şöyle:

“İncitmeden… “

Hadisler böyle buyuruyor ancak incitmeden dövmek epeyce bir maharet ister gibi geliyor bana. Bu bir sanat olmalı ve yazık ki sırrına henüz vakıf değiliz. Bu bir sorun. Ancak döverken, çıplak el ya da tekme yerine dışarıdan temin edilmiş bir materyal kullanmaya karar vermişsek, örnek olsun sopa kullanacaksak, bunun boyutu ve nasıl vurulacağı hususunda elimizde ayrıntılı bilgiler olduğunu söylemeliyim. Kuşkusuz bu iyi bir şey. Elbette sopa denilince kastedilen inşaatlarda kullanılan beşe-on kalas değil. Hepimizin bildiği oklava ya da ne bileyim çoban kavalı boyutunda falan olmalı kullanılacak olan sopa. Döverken de sopa omuz hizasına kadar kaldırılıp hani hırsla değil de şefkatle indirilmelidir. Artık nasıl oluyorsa! Ve kesinlikle kaba etler hedeflenmelidir. Yani “Köleni döver gibi dövmeyeceksin” buyruğunu aklının bir köşesinde tutacaksın. Ayrıca Yüz, göz, dudak gibi görülür yerlere iz bırakmacasına vurulması şiddetle yasaklanmıştır. Bazı müfessirlerin dövmenin şekli ve miktarı üzerinde özellikle durmuş olduklarını okuyoruz. Hatta dövmenin “misvak”la yapılmasını önerenler var ki, ben bunun inananlar dünyasında kabul göreceğine pek ihtimal vermiyorum.

Bu kadar…

Yazıyı bitirdim. Demlensin diye tezgahta bırakıp televizyonu açtım. 17 yaşında iken dini nikahla evlendirilmiş hamile gencecik bir kadının 16 bıçak darbesiyle öldürüldüğü haberi ile, 32 yaşında başka bir kadının tabanca ile vurularak öldürüldüğü haberi üst üste geldi. Kocaları uyguladıkları şiddet nedeniyle “evden uzaklaştırılma cezası” almışlar. Belli ki uzaklaşmamışlar. Karılarının celladı olmuşlar.

Şimdi hiç yoktan aklıma gelen son bir notu düşmek isterim:

Akif Efendi’nin Yeni Akit’te “Oh Olsun” başlıklı yazısı pek güzel özetliyor geldiğimiz yeri. Ben de aynı fikirdeyim. İstanbul Sözleşmesi sahiden de kadim ve milli değerlerimize aykırıdır. Akif Efendi’nin; “Kadına Karşı Her türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi (Cedaw)” ile “Çocukların Cinsel Suistimal ve Cinsel İstismara Karı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden (Lanzarote)derhal çıkılmalı önerisinin de “Reis” tarafından dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. İmzalar çekilmelidir. Bu sözleşmelerin kadim, milli ve dini değerlerimize aykırı olduğu besbellidir. Benim bu yazıda anlatmağa çalıştığım da budur. Hem sonra bunlar “Nas” falan da değildir. Gireriz. Çıkarız.