'Kendi yurttaşını böceklere yem edecek kadar vahşileşen bir sistem. İşte bu ülkenin başkanı çıkıp tüm dünyaya insan hakları ve demokrasi dersi vermeye kalkabiliyor.'
Soğuk savaş yüzyılını geride bıraktığımız günümüz dünyasında kocaman bir yıkımla karşı karşıyayız. Sömürünün devamı için toplumsal iletişim sistemlerinde yapılan dehşetengiz müdahaleler insanı silikleştirdi. İnsanın silikleşmesi, evcilleştirilmesiyle paralel giden ve doğal olmayan bir felaket. İşte şimdi kendi elimizle yarattığımız felaketin tam ortasındayız. Şiiri, romanı, felsefesi kısacası bizi biz yapan duygular ve akıl artık devre dışı. “Karanlık! Biraz daha karanlık!” diye haykırdığımız bir çağın içinde tıpkı I.Dünya Savaşı’nın kıyma makinesini andıran siperlerinin ardında insan kalma mücadelesi veriyoruz.
Sağ gözümde W.B Yeats, sol gözümde Oscar Wilde, Midland’ın uçsuz bucaksız kırlarına bakarken tüm bu koca şairler bu ülkeden mi çıkmış, diyorum kendi kendime. Sanki elimizde doğanın bu eşsiz güzelliği dışında bir şey kalmamış gibi görünüyor. Adeta ucube Amerikan sinemasının zombi saldırılarından birini yaşıyormuşuz gibi hissediyorum. İş yerinde, sokakta, toplu taşımada, bağlandığımız ağlarda ve sosyal medyada birbirimizi vahşice katletmeye devam ediyoruz. Bencil birey tanrısı, panteonun içinde altın çağının keyfini sürmeye devam ediyor. Tüm bu iç çatışmaların, kişisel bir yabancılaşma mücadelesi olduğunun farkındayım. Çevremde bu savaşı çoktan kaybetmiş insanların umursamazlıklarını not alıyorum, asla kaybetme kaygısı yaşamadığım defterime. Atlantiğin ılık rüzgarı beni nereye sürükler bilmiyorum ama İrlanda’ya yazdığım şiirlerin bebek adımlarıyla ilerlediğini görüyorum. Bir yanında tutkulu bir aşk, diğer yanında sonsuz ve umut dolu kavgalar olan şiirler. Sonra tekrar dönüyorum yeşilin hipnotize eden atmosferine... Büyük İrlanda, bir daha büyük bir şair çıkarabilir mi? Sokakları alev alev saran bir devrim tüm bu pisliği temizlemeden asla! İnsanı tanıyan ve onun tüm adımlarını takip eden milyonlarca sessiz göz bu patlama anını bekliyor. İşte o patlama anında yeni toplumun şairleri ortaya çıkacaklar ve devrimci kültürü yaratmak için ölümüne bir mücadeleye girişecekler...
Basit bir tüketim nesnesine dönüşen kültürün artık insandan çalabileceği hiçbir şey kalmadı. Hep biraz daha manipüle edilen duygularımızın sonsuzmuş gibi görünen sınırlarına geldik. Bu yüzden biraz daha ıssız geliyor dünyamız bize, bunca kalabalığın içinde...
Biden, geliyor ve Biden gidiyor. Kasaplar, kanatsız birer melek oluyor ve avuçlarımız patlarcasına alkışlıyoruz barışın elçilerini. Dev sahne ışıkları, gökyüzünden adaya süzülen yaşlı mesihin hikâyesini fısıldıyor kulaklarımıza. Gazetecilik uzun süredir defnedildiği yerde reklamcılığın leş kokusunu yaymaya devam ediyor. Reklamcılık genişliyor, reklamcılık toplumumuzu bir ur gibi sarıyor! Uğursuz bir hale gibi masum zihinlerimizi kirletmek için yerleşiyor başımızın tam üstüne.
Kitap, şiir, köşe yazısı, televizyon dizisi, hüngür hüngür ağlanan o imkânsız aşk hikâyesi hepsi bize bir şeyler satmaya çalışıyor ve sınır tanımadan istismar ediyor yoksul ruhlarımızı. Beyin iğfal şebekeleri 24 saat esaslı terör saçmaya devam ediyor. Dünyanın gözünün içine baka baka savaşa tank, tüfek ve İrlanda da büyülü bir anlamı olan karadan havaya gönderilen füzelerle kocaman bir demokrasi ve barış yalanı kasırgası koparılıyor. Soru çok açık. Katilimizin bize seçme imkânı tanımadığı yalanlarına inanmaya devam mı edeceğiz? ‘25. yılında Hayırlı Cuma Anlaşması ve Joe Biden’ın İrlanda çıkarması’ başlıklı yazımda pek çok şeyi anlatmaya gayret ettim. Açıkta kalan tek nokta büyük gösteri gecesinde Joe Biden’ının “Mayo for Sam!” diye haykırmasıydı. Bu açık örnek üzerinden bir halkla ilişkiler analizi yapabiliriz. Başlangıçtaki şiirsel karanlığın ardındaki derin krizi görmek zorundayız; yoksa bu şiirsel karanlık insanın mücadele azmini kıran bir gündelik yaşam rutinine dönüşür. Amerika’nın başını çektiği emperyalist koalisyon çok açık bir biçimde histeri krizi geçiriyor. Yarattıkları kültür endüstrisi artık yeni bir şey üretemiyor ve tüm ürünler birbirine benziyor. Ne iyi bir şiir yazılabiliyor ne de iyi bir film yapılabiliyor artık. Geriye kalan tek şey kaba bir propaganda faaliyeti.
Halkla ilişkiler disiplini gözlükleriyle bakan bir kişinin, karşısındaki olayları değerlendirdiğinde kriz anında ya da bir kriz atmosferine olduklarını anlaması çok önemlidir. Kriz yönetimini organize edebilmenin tek yolu, krizin farkında olmaktadır. Garip bir biçimde aşırılıklardan köşe bucak kaçmayı tercih eden halkla ilişkiler uzmanları bu sefer Joe Biden’ı aşırılıklar sergilemeye teşvik etmiş gibi görünüyor. Bu hem bir kriz halinde olunduğunu hem de ciddi bir inandırıcılık sorunuyla karşı karşıya kaldıklarını gösteriyor. Biden, pozisyonunda birinin IRA’nın eylemlerinin ve hatta devrimci şarkılarının odağında olan bir nesneyi alıp ona yeni bir ruh verme çabasını başka türlü yorumlamak zor. İhtiyarın çok yaşlı oluşu ve gaf yapmaya meyilli olduğu, aslında SAM derken geleneksel İrlanda sporu olan Gaelic futbolunun en önemli turnuvası olan ‘Sam Maguire Cup’ı kast ettiğine yönelik düzeltmeler İngiliz müttefiklerin yarım ağızla gönlünün alınması çabasından başka hiçbir şey değil. Bu turnuva efsanesi, Biden’dan tatlı bir spor tutkunu ve barış elçisi yaratma vızıltısından başka bir şey değil. Demokrasinin ve barışın liderinin ülkesinde yaşanan insan hakları krizleri ise sarsıcı ve trajik, gelelim meşhur SAM’e. Bahsettiğimiz nesne karadan havaya ateşlenen bir füze. Evet, bir füze. Ancak İrlandalıların ruh verdiği bu Sam, emperyalist askeri gücün helikoptelerini düşüren bir comrade (yoldaş). Zaten alışkın oldukları tarihi tersyüz etme çabalarına, güçlü simge ve sembolleri seferber etme telaşı ekleniyor. Barışın ve demokrasinin yegane teminatı Biden, lafı evirdi çevirdi ve buraya getirdi. Rusya’ya karşı verilmiş bu incelikli mesaj, Ukrayna hava sahasının karadan havaya gönderilen füzelerle güvence altına alındığını açıkça belirtiyor.
Doğru ya da yalan; zaten halkla ilişkiler açısından meselenin bu yanının çokta bir önemi yok. Ortadaki esas halkla ilişkiler başarısı, kuyuya atılan bu taş sayesinde kitlelerin medya aracılığıyla Biden ne dedi tartışmasına itilmesi. İngilizler teröristler övülüyor diye ayağa kalktı, İrlandalılar ulusal bir rahatlamayla gururlandırıldı. Neticede kim daha fazla iletişim aracına sahipse doğru her zaman onun yanında konumlanacaktır. Anlaşılan o ki ABD emperyalizmi ve onun lideri kendisini çok sıkışmış hissediyor. Düşman kapitalist kampın (Çin-Rusya) jargonunu kullanmak yerine çok iyi bildikleri incelikli retoriği inşa etmeyi ve ziyaret edilen ülkenin ulusunun kalbini ele geçirmeyi ustalıkla başarıyorlar. Liz Truss gibi ‘elim düğmede gönderirim nükleer füzeyi’ demiyorlar, diyemezler. Truss, gerçek anlamda bir halka ilişkiler faciasıydı. Uzun lafın kısası Biden, bu incelikli mesajda yeni bir sayfa açılabileceğinin işaretini veriyor. Ukrayna hava sahasına giren Rus savaş uçakları ABD ve koalisyonunun (NATO’nun) füzeleriyle (Samleriyle) düşürülebilir. Gerçekleşir ya da gerçekleşmez bunun bir önemi yok. Konuşmanın ölçülüymüş gibi gözüküp bu derece ölçüsüzce hem de hiçbir İrlandalı ABD başkanının yapmadığı bir biçimde ortaya serilmiş olmasını bir işaret olarak kabul etmeliyiz. Ne oldu? Bir anda Biden’ın kafasına tuğla düştü ve İrlanda’nın ulusal hasretlerini mi hatırlayıverdi? Büyük babasının ya da büyük annesinin hatıralarına neden bu kadar sarılma ihtiyacı hissetti? Başkan sanki sıkışmış ve bunalmış gibiydi. Göçmen insanlar kalbinde hep bir sıkışıkla yaşar. Köklerinden koparılmışlardır, ülkelerinin havasını, suyunu ve rengini ararlar. İlginç bir biçimde bu duygu hali ilk göç eden jenerasyonlardan sonraki jenerasyonlara da aktarılabiliyor. Çocuklar anne ve babalarının özlemlerini miras alabiliyorlar. Göç deneyimi olan insanlar yazdıklarımı daha iyi anlayabilirler. Kendimizi çok sıkışmış hissettiğimizde nefes almak için ata topraklarına gitmeyi isteriz. Tüm şov ve cilalamalara rağmen Jeo Biden böyle bir sıkışmışlık içinde kendisini ülkesinde tazelemeyi tercih etti. Yeniden aday olabilmek için yaşlı bedenini İrlanda’nın temiz havasıyla canlandırdı.
Şimdi, diyelim ki bazılarının iddia ettiği gibi başkanın konuşmasına gerçekten de olmadık anlamlar yüklüyor olalım. Bu arada halkın karşısında yapılan bu konuşmanın metin bütünlüğüne ve Rusya’ya karşı incelikle verilmeye çalışan mesajlara da odaklanmayalım. Alık bir liberal gibi her şeyi parçalarına ayırıp yaşlı ve barışsever başkanımızın gerçek bir Gaelic futbolu tutkunu olduğunu düşünelim. Tüm bunlar ABD halkının şu an yaşadığı zorbalıkların üstünü örter mi? 2019 yılı Adalet Bakanlığı istatistik ofisi verilerine göre ABD cezaevilerinde toplam 4,234 kişi yaşamını yitirmiş. Her yıl kaydedilen bu ölüm oranları başka ülkelerle karşılaştığında büyük demokrasinin nasıl bir şey olduğu açıkça ortaya çıkıyor.1 The Washington Post gazetesinde Daniel Wuyer imzalı habere göre ise Afro-Amerikalı bir mahkum kapatıldığı hücrede böceklerin insafına bırakılarak ölüme terk edilmişti. Irkçılık, insan hakları ve demokrasinin mabedi olan bu ülkede pek çok suçsuz siyahı ortada hiçbir yasal gerekçe yokken zindanlara kapatmaya devam ediyor. Çünkü, ABD’de hapishaneler ciddi kâr getiren işletmeler ve sermaye bu açlığını insan bedeniyle gidermek zorunda.2 Burada yok olmaya yüz tutmuş bir düzenin çirkinliklerine tanık oluyoruz. Kendi yurttaşını böceklere yem edecek kadar vahşileşen bir sistem. İşte bu ülkenin başkanı çıkıp tüm dünyaya insan hakları ve demokrasi dersi vermeye kalkabiliyor. Kitleler bu sarsıcı trajedilere kafa yormak yerine iyi niyetli, barışın tek teminatı yaşlı ve bilge adamın aslında ne dediğini biteviye tartışıp duruyor. Kelli felli adamlar, uzman akademisyenler ve kurt halkla ilişkiler profesyonelleri başkanın takım elbisesinden attığı her adıma kadar saatlerce insan beyni yıkamaya devam ediyor. Boşuna demedik beyin iğfal şebekeleri 24 saat esaslı terör estirmeye devam ediyor diye...
İşte emperyalizm bu yaşlı koca adama benziyor artık. Anlatacak hiçbir şeyleri kalmadı. Düşman gördükleri mevzilerden bir şeyler aşırarak toplumları heyecanlandırmaya çalışıyorlar. Bin defa barış dediklerinde ve onu tanrıyla kutsadıklarında halkların kendilerini barış elçisi olarak kabul edebileceklerini sanıyorlar. Bu kısa ama öz hikâyenin aslı öyle değil. Dev sahne şovlarında, profesyonel reklam filmlerinde halkla ilişkilerin büyüsüyle orgazm olan başkanlar ölüyor. Ölüm kesin ama Anglosakson hegemonyası çöktüğünde yerini ne alacak? İşte halkla ilişkilere ve toplum psikolojisine hâkim olanların sorması gereken esas soru bu! Tüm dünyayı Amerikan kültürüyle kuşatan ve üstün imparatorluk diliyle tüm kültürleri baskılayan yüce İngiliz efendinin sonu yakın gibi görünüyor. Bu sonun gerçekleşmemesi ve halkla ilişkiler tufanının yeni zaferler elde etmesi ise insanlığın sonu olabilir. Bu kritik soruya esas yanıtı, üretenler ve yaşadıkları cehennemi değiştirme cüretini göze alıp örgütlenenler verecek.