“'İyi insan'dan ve onu aramaya girişmekten söz etmek, uzlaşmaz sınıfların gerçeklik kavrayışlarındaki uyumsuzluklar yüzünden sonuçsuz kalmaya mahkum, boşuna bir çaba olmaz mı?"

İyi insan olmak

“İyi ve kötü kavramları, ulustan ulusa ve çağdan çağa o kadar çeşitlenme göstermiştir ki, çoğu zaman birbirinin doğrudan doğruya karşıtı olmuştur. Ama birisi kalkıp, iyi kötü değildir, kötü de iyi değildir; iyi kötüyle karıştırılırsa bütün ahlak sona erer ve herkes dilediğini yapar, diye karşı çıkabilir...  Ama sorun bu kadar basitçe geçiştirilemez. Böylesine kolay bir iş olsaydı bu, kuşkusuz iyi ve kötü üzerine hiçbir tartışma olmayacaktı; herkes neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilecekti.”

Bu satırlar Anti-Dühring’ten.1 Engels, çeşitli ahlak öğretilerinin, bir yandan, başlıca toplumsal sınıfların damgasını taşıdığını, bir yandan da bazı benzerlikler gösterdiğini anlatırken, bu satırların biraz ilerisinde şunları da yazıyor:

“İktisadi gelişimin benzer ya da hemen hemen benzer aşamalarında, ahlak kuramları zorunlu olarak az ya da çok birbiriyle uyum içindedir. Taşınabilir nesneler üzerindeki özel mülkiyetin geliştiği andan başlayarak, bu özel mülkiyetin var olduğu bütün toplumlarda şu ahlak yasasının ortak olması gerekir: Çalmamalısın! Böylelikle bu yasa ölümsüz bir ahlak yasası mı olur? Kesinlikle hayır. Çalma güdüsünün yok edildiği, dolayısıyla olsa olsa yalnızca delilerin hırsızlık edebileceği bir toplumda, “çalmamalısın” diyen ölümsüz doğruyu ciddi ciddi ilan etmeye kalkan bir ahlak öğretmeniyle ne kadar alay edilirdi! (…) Ama henüz sınıf ahlakının ötesine geçmiş değiliz. Sınıfsal uzlaşmazlıkları ve onların düşüncedeki kalıntılarını aşan, gerçekten insani bir ahlak, sadece sınıf çelişmelerinin üstesinden gelmekle kalmayıp, pratik hayatta onları unutan bir toplum aşamasında ancak mümkün duruma gelir.”

Bu göndermeleri yazının başlığındaki konu üzerinde düşünürken içinde kalacağımız çerçeveyi çizmek için yaptım. Engels orada “modern toplumun üç sınıfının, feodal aristokrasi, burjuvazi ve proletaryanın her birinin kendi özel ahlakının olduğu”ndan söz eder. Bizim burada iyi insan olmanın anlamı ile bunun var oluş ya da var edilme koşulları ve sınırları üzerinde durmaya çalışırken bu üç sınıftan üçüncüsü açısından baktığımızı, açık seçik anlamak ve anlatmak zorunluluğunu belirtmemiz gerekir. Yukarıdaki alıntının son cümlesinde vurgulandığı üzere, sınıfların çıkarları ile bakış açılarından bağımsız bir yaklaşım, o sınıflar ile aralarındaki uzlaşmaz çatışmaları var eden koşullar sürüp gittikçe mümkün değildir.

Öyleyse, “iyi insan”dan ve onu aramaya girişmekten söz etmek, uzlaşmaz sınıfların gerçeklik kavrayışlarındaki uyumsuzluklar yüzünden sonuçsuz kalmaya mahkum, dolayısıyla boşuna bir çaba olmaz mı?

Bu soruya koşullu bir evet yanıtı verilebilir. O koşul şudur: Ulaşılmak istenen, bütün sınıfların kabul edeceği bir sonuç ise, evet, bu boşuna bir çabadır. Öte yandan, bir “iyi” insan kavrayışına ulaşmak ve onun gerçeklik kazanması için uğraşmak, ideolojik, siyasal ve örgütsel yanları olan bir çabadır, kısaca söylenirse, sınıf mücadelesinin konusudur.

Yakınlarda yayımlanmış, bana kısa tutulmuş göründüğünü yazarına da söylediğim etkileyici  bir roman aklıma düşürdü aslında bu iyi insan olma konusunu. O romanın devrimci kahramanı, sevgilisinin küçük kız kardeşine şöyle anlatıyordu:

“Önemli olan insanlar gerçekten iyi mi? İyi yürekli mi? Başkalarının sırtından yaşıyor mu, başkalarına eziyet ediyor mu? Başkalarına yardımcı oluyor mu? İyi insanı aramamız lazım. İyi insanı anlamamız lazım. İyi insan ol (…) Başkalarına yardım et, insanın başka insanların emeğini sömürerek yaşamasına karşı çık, özgür ol, eşit ol. Başkasını sömürme. (…) Yani başka insanların sırtından yaşama ve yaşatma. Onları çalıştırıp onların ürettiklerini yeme. (…) Annene babana kızma. Zor bu hayat. Bak kaç kardeşsiniz, hepinizi bu yaşa getirmişler kendi emekleriyle. Emekçilerin hayatı çok zor.”2

Bu roman kahramanının söylediklerindeki iki boyutu gözden kaçırmamak gerekiyor. Birincisi, sömürücü olmamak. Şöyle de söylenebilir: Çok seyrek olarak ayrıksı durumlar, istisnalar görülebilmekle birlikte, bir kural olarak, sömürücülerden iyi insan çıkmaz.  Geçmişte yazıp söylediğim bir söz geliyor şimdi aklıma: Karşı çıkılmayacak tek sömürü, ana babaların henüz yetişkin olmamış çocukları tarafından sömürülmesidir.

Ancak buraya kadarı, olumsuz olanın, dolayısıyla yapılmaması gerekenin ortaya konmasıdır. Bir de yapılması gerekenler var. Birdenbire çoğul konuşmaya başlamış olmayalım. Aslında, yapılmaması gerekenin de çoğul olarak anlatılması yerindedir. Ama her iki açıdan da uzayıp gidebilecek bir liste yapmaktansa, bunun algılanıp formüle edilmeye elverişli biçimde pratikte ortaya çıkacağını bilerek,  ikisini birleştiren tek bir vazgeçilmez boyutu vurgulamak daha doğru görünüyor.

İkinci boyut hem ilkiyle, yapılmaması gerekenle bağlantılıdır, hem de oradaki edilgenliği giderme işlevini görür. Sömürücü olmamak, kimseyi sömürmemek gerekir, ama bu kadarı yeterli değildir. İnsanın insanı sömürmesine karşı çıkmak, bunu sağlamak için mücadele etmek de gerekir. Bunun bireysel bir mücadele değil, ortaklaşa ve etkililiği apaçık kanıtlandığı için de örgütlü bir mücadele oluşu ise artık uzun uzun sözü edilmesi gereksiz temel doğrular arasındadır.

Bu noktada, düşmanına benzeme olarak anlatılabilecek bir tehlikeyi de atlamamak gerekiyor. Sömürücülerle onların oluşturdukları sınıfların, çıkarlarını ve egemenliklerini korumak için yapmayacakları, herhangi bir erdemli ilkeye aykırı bularak yapmaktan uzak duracakları kötülük yoktur. Bu durumun onlarla mücadele etmek zorunda olanlarda birtakım yansımaları olabilir; kavganın acımasızlığı, yıkılıp gitmeye mahkûm olanların bazı özelliklerinin karşıtlarına bulaşmasına yol açabilir. Sonuç olarak, baştan beri sözü edilen “iyi” sıfatının kavga kıyamet içinde yıpranıp tanınmaz oluşuna karşı önlemli davranmaktan başka çare yoktur. Önlemlerin neler olabileceği ise ayrı bir konudur; mücadele sürdükçe gündemde kalacaktır.

Konu üzerinde düşündükçe, bir yandan bazı açıklıklar sağlanıyor, ama bir yandan da genellikle bilinenlerin biraz faklı biçimde yinelenişinden öteye gidilmiş olmuyor. Daha az kesin konuşursak, öyle bir izlenim yaratılıyor.

Ama bu izlenimin çok da doğru olduğunu sanmıyorum.

Bir kez, bilinenlerin, özellikle biliniyor sanılıp pek de öyle olmayanların, git gide belirginleşen bir açıklıkla yinelenmesinde sakınca yoktur. Tersine, bunun bilgiye erişme sürecinde yararlı olduğu sık sık ve haklı olarak söylenmiştir.

İkincisi, iyi insanın olmazsa olmazları üzerinde kafa yorarak, düşünmekle kalmayıp onun sonunda elde edilenleri hayata geçirmenin yollarını bularak yaratılabilecek iyi insanlardan oluşan mücadeleciler ile onların örgütlerinin varlığıyla sağlanabilecek bir propaganda etkisi vardır. Propaganda etkisinden daha önemlisi, o tür örgütlerin kazanacağı güç baş edilmez bir düzeye ulaşabilir.

Üçüncüsü ve en az önemlisine gelince, böylelikle, ortalık insanından partisine kadar iyilerden geçilmezken, hepsinin sahteliği ortaya çıkarılmış olacaktır.

  • 1. Marx, Engels, Lenin, Marksist Felsefe Kılavuzu, Yazılama Yayınevi, 2004, s. 307-08.
  • 2. Osman Çutsay, Dar Sokak 80, Ters Kule Yayınları, 2022, s. 74-5.