Çocukların dünyaya cevap vermeyi bıraktıkları ve bitkisel yaşamı bu dünyanın kahrından daha cazip buldukları bir hayatı bize ideal yaşam olarak anlatıyorlar.

İsveç’in karanlık yüzü: Mülteci çocuklar nasıl yaşayan bir ölüye dönüştü?

İnsani kapitalizmin olabilme ihtimalinin pazarlandığı topraklardayız. Kuzeyin kuzeyinde, pazarlama stratejilerinin dışında bir gerçekliğe odaklanmak istiyorum. Yabancılaşma, inanılmaz bir vicdansızlaşmayı beraberinde getiriyor. Savaş uçaklarının ölüm kustuğu coğrafyalarla karşılaştırdığımızda Avrupa’nın kuzeyi pek bir medeni ‘civilized’. Medeniyet kelimesinin İngilizce’deki karşılığı bir anda kafamda birden fazla şeyin canlanmasına sebep oluyor, bu yüzden okunuşu ve yazılışıyla bu kelimenin İngilizce karşılığını ‘civilisation’ seviyorum.

Türkçe algılayan bir zihinle öncelikle bu kavramı açıklamaya çalışayım. Medeniyet, yurttaşların yasalarla korunması ve yurttaşların kendi haklarını koruması için mücadele edebilmesidir. Bu yasal hakların yurttaşlara öğretilmesinde ve medeni bir toplumun inşasında birinci dereceden sorumlu devlettir. Yani medeniyetin ölçüsü devletsizleşme değildir. Devlet, sermayedarlara daha fazla görünür ve yoksullara tam tersine daha az göründüğünde medeniyetten uzaklaşıyoruzdur. Ülkenize gelen ve cehennemden kaçmış olan insanları toplumdan izole edemez ya da onları alabildiğine öylece topluma karışmaları için serbest bırakamazsınız. Liberal cehennemin dev odunlarla harlandığı, mülteci çocukların kalbinin buz kestiği bir ülke İsveç. Mülteciler, yurttaşlık haklarından yararlanamayan ara bir insan türü. Tabii genellikle bu insanlara bu ülkenin vatandaşları ile aynı haklara sahipsiniz yalanı söylenir. Büyük bir yalan! 

İlk adımı İrlanda’dan atayım. Daha sonra üzerlerine çığ düşen mülteci çocukları kurtarabilmek için çıplak ellerimle bedenlerini tutsak eden kar kütlelerini kaldırmaya çalışacağım. ‘Doğrudan Hüküm’: Kapitalizm işkence makinelerine isim bulmakta pek mahir ve mültecilerin konaklamak zorunda oldukları yerlere bu adı veriyorlar. Ülkeye girebilme şansı bulduysanız toplumdan uzakta bir merkezde izole ediliyorsunuz. Hapishane olarak geçiyor; o ülkede işlediğiniz bir suç yok. Yine de hapistesiniz. Tek suçunuz o ülkeye sığınma cüretini göstermiş olmak. Bazı olaylar vardır okuyucu için bile olsa geri dönmek ve kaynak göstermek istemezsiniz. Çünkü okuduğunuz haber o ilk günkü gibi canınızı yakacaktır. Cork, İrlanda’nın resmi olmayan başkenti. İsyanın ve direnişin haklı gururunu taşıyor bu şehir. Denize kıyısı ve martı çığlıkları ile yorgun ruhlar için bir melankoli tuzağı gibi. Bundan tam 5 yıl önce Cork’taki doğrudan hüküm merkezinde 6 yaşında bir çocuk yatak odasında annesinin cansız bedenini buldu. Altı yaşında ve ölene dek hafızasından çıkmayacak bir resmi nakşetti zihnine adı bilinmeyen küçük çocuk. Medeniyete çok yakın ve medeniyetten çok uzaktı. Bir anne 6 yaşındaki çocuğunu kocaman dünyada bir başına bırakacak kadar çıkışsız kalmıştı. Tüm çıkışlar kapalıydı. Eğitim, entegrasyon programları ve her şeyden yoksun hükmünü bekleyen kimsesiz tutsaklardı onlar. Adını doğru koyalım ve kavramlara doğru tanımlar getirelim. Mültecilik bir dehümanizasyon projesi. Onlar, bugünün biteviye soykırımdan geçirilen Yahudileri. Nitelikli eğitim imkanlarından uzak tutulurlar. Çünkü onlara biçilen tek rol köleliktir. Artık insanlara kof hayal pazarlayan ve bu reklamcılık faaliyetiyle para kazanan insanlara daha çok öfkeliyim. Doğrudan hüküm merkezinde ölen bu annenin hikâyesine gözlerini kapatıyorlar. Bin bir umutla geldikleri bu ülkede aslında hiçbir umudun olmadığını ilk anda görmek derin bir psikolojik kırılma yaratıyor. Yoksullar için her zaman umut vardır, yeter ki bu direnme eşiğinde tutunmayı başaralım.

Teslimiyet Sendromu/Vazgeçme Sendromu (travmatik yoksunluk sendromu veya travmatik reddetme olarak da adlandırılır; İsveççe: uppgivenhetssyndrom), bu hastalık ilk kez 1990 yılında İsveç’te tanımlandı. Hastalık, yorucu ve uzun bir göç sürecinin ortasında ağırlıklı olarak psikolojik olarak travma geçirmiş çocuk ve ergenleri etkiliyor. Netflix’te tam da bu konuyu işleyen bir belgeselle karşılaşıyorum. İsveç ve Amerikan yapımı bu belgesel 2019 yılında çekilmiş. Acımasız bir sistemin tabiri caizse eller havada tamamen hayat karşısında teslim olmuş olan mülteci çocukların hikâyesini anlatıyor. Hayatın Tutsakları (Life Overtakes Me), mültecileri tanımak isteyen herkesin izlemesi gereken bir belgesel. Zenginliğini mültecilerin köle emeğine borçlu İsveç ve Avustralya bu dehşetengiz sendromun merkezindeki ülkeler. Sığınmacılara ilişkin yasalar sıkılaştırıldıkça ve adım adım Nazi uygulamalarına dönüştükçe ortaya çıkan bir vahşet. Sığınma başvurularının sonuçlarını yıllarca bekleyen aileler büyük bir stres ve travma yaşıyor. Bu aileler tıpkı bir ayna gibi yaşadıkları stres ve gerilimi çocuklarına yansıtıyor. Sınır dışı edilme korkusu çocukların zihinlerine bir çığ gibi düşüyor.1

 
Bir dünya yarattılar ve yarattıkları bu yeni liberal dünyada vahşeti görünmez kıldılar. Gazeteciler, edebiyatçılar ve yazarlar toplumun ayakları altında mahsur kalan tüm bu çaresiz çocukları görmezden geldiler. Her yazdığımız cümleye açıklık getirme zorunluluğu sorunu nedeniyle tam bu noktada zorunlu bir açıklama getireyim. İsveç’te yaşayan namuslu insanlar ve sosyalistler elbette ki bu çocukların trajedisini görmezden gelmiyor ve mücadele ediyorlar. 

Çocuklar İsveç’te faşist düzene hızla teslim olmaya devam ediyorlar. 2003'ten 2005'e kadar bildirilen 400'den fazla vaka vardı. Ancak, sadece son iki yılda bilinen 169 vaka var. Özetle, son üç yılda 200’den fazla yeni ‘Teslimiyet Sendromu’ vakası ortaya çıktı. Avustralya’daki sığınmacı gözaltı merkezlerindeki çocuklar arasında da aynı uzaklaşım belirtilerinin görüldüğü bildirildi. Hayatın yükü altında kalan bu çocuklar konuşma, hareket etme, yemek yeme gibi temel yetilerini tamamen kaybediyorlar. Bir tarafta gülücükler saçarak hayal pazarlayanlar diğer tarafta buz gibi karın içerisine çıplak elle saldırarak elleri kanarcasına gerçeğin peşinde koşanlar.

Bir nevi komaya giren bu çocuklar anne ve babaları tarafından acı içerisinde yaşama yeniden geri döndürülmeye çalışılıyor. Annelerin yaşadığı acıyı bu satırlara aktarmam zor. Peki, İsveçliler bu şaşırtıcı hastalıkla ilk karşılaştıklarında ne düşünmüşler biliyor musunuz? Evet, mültecilerin yalan söylediğini ve çocukların rol yaptıklarını düşünmüşler.2 Dipnotlara bıraktığım kaynaklar okur için yönlendirici olabilir.3 Belgeselde ağır trajediler yaşayan Ezîdî bir ailenin İsveç’te bu trajedilere nasıl yenilerini eklediğini göreceksiniz. Teslimiyet sendromundan mustarip küçük kızlarının trajedisine daha sonra büyük kardeş de aynı hastalığın pençesine düşerek tepki veriyor. İsveç ise asla sınır dışı edilmemesi gereken bir aile hakkında sınır dışı etme kararı vererek medeni dünyaya medeniyet dersi vermeye devam ediyor. 

Çocukların dünyaya cevap vermeyi bıraktıkları ve bitkisel yaşamı bu dünyanın kahrından daha cazip buldukları bir hayatı bize ideal yaşam olarak anlatıyorlar. Hiçbir şey çığın altında kalan bu çocukları yaşama yeniden döndürememek kadar acı olamaz.

Yeşil, büyük kapıyı hızla kapatıyorum. Zihnimin yoğun sokaklarının arasında kendimce yine bir şeylere yetişiyorum. Doğrudan hükümde konaklayan Afrikalı küçük kızın kocaman bir gülümseme ile bana doğru yaklaştığını görüyorum. Saçları adeta bir sanat eseri gibi özenle örülmüş. Küçük kız gazeteci olduğumu biliyor. Yaklaşıyor iyice, söylemek istediği şeyler var. Dizlerimi kırıyor ve onunla aynı göz hizasına geliyorum. Başlıyor ardı ardına sorularını sıralamaya…

Doğrudan hükümde kalanların yalnızlığını,
Evsiz İrlandalıların trajedisini,
Okuldaki arkadaşlarımı bir evimiz olmadığı için evime çağıramadığımı,
Babamın ve annemin durumumuz belli olmadığı için biteviye her gün yaşadıkları acıyı yazıyor musun?

Sanırım bu küçük bir çift göze o anda teslim oluyorum. Yazıyorum evet; ne bu ülkenin ne de senin dilinde. İnsanlar senin kırılan umutlarını görmek istemese de bunu onların gözüne sokmak için yazıyorum. Zihnimden bu cevabı versem de ona gerçekte şu yanıtı veriyorum. Sen, bu söylediklerini unutmamam için eve gittiğinde not defterine söylediklerini yaz ve sonra bana ver, söz hepsini yazacağım. Yazacağımı bildiği için beni sonsuz bir enerjiyle sıkıştırıyor, gazeteye verdiğim röportaj sonrasında ırkçılar tarafından taşlanan bu beyaz adamın iyi insanlar sınıfından olduğunu çok iyi biliyor. Çocuklar bu adaletsiz korkunç düzen karşısında teslim olarak ebeveynlerine güçlü bir mesaj veriyor. O mesajı almak ve harekete geçmek zorundayız.