Bu kent bitmek bilmeyen bir kavganın, emeğin ve mücadelenin kenti. Bu yüzden buradan umutsuzluk çıkmaz, çıkmamalıdır...

İstanbul’a ve emekçilere dair

Bir dostumun tavsiyesiyle Orhan Kemal’in İstanbul İstanbul kitabı elime geçti. Kitap yazarın İstanbul’dan Çizgiler kitabına girmeyen öykülerin yer aldığı 34 kısa öyküden oluşuyor. Öykülerin yanı sıra çizimlerle İstanbul resimlerine de yer veren bu kitaptaki öyküler keyifli bir anlatı sunuyor okura. Çok sayıda öykünün bileşiminden oluştuğu için bazı öyküler bir çırpıda bitiveriyor. Henüz daha öykünün içine yeni girmişken biten hikayenin daha derinine inme, hikayedeki karakteri, mekanı, mücadeleyi daha fazla okuma isteği kaplıyor içinizi.

Orhan Kemal’in eserlerinin tamamında emekçilerin yaşamlarını, mücadelelerini, ekmek kavgalarını en sade şekliyle buluruz. Bu öykü kitabında da öyle. İstanbul’a, İstanbul’un yoksullarına, emekçilerine Orhan Kemal’in gözünden bakıyoruz. O sadelik bizi gerçek yaşamla buluşturuyor. Bir yandan İstanbul’un çok sayıdaki semtini ziyaret ederken bir yandan da o semtlerde yaşayan, o semtin sokaklarında, caddelerinde dolaşan, fabrikalarında çalışan insanları, karakterleri tanıyoruz. Öyküler İstanbul’un yoksulları ve emekçilerinin ekmek kavgasının, hayata tutunma mücadelesini konu alıyor. 1950’li yılların Türkiyesi. Beyoğlu, Tepebaşı, Haliç, Cibali öykülerde en çok konusu geçen mekanlar. O yıllarda bu mekanlarda yaşayan ve çalışan işçi sayısı çok fazla. Orhan Kemal iyi bir gözlemci, ustası Nâzım’dan öğreniyor bakmayı, anlamayı, yazmayı ve anlatmayı. Üstelik bir avantajı da var kendisi de uzun yıllar sözü geçen yerlerde yaşıyor. Emekçilerle iç içe, kapı komşusu olarak. Yazdığı kişiler bazen komşusu, bazen kahvede karşılaştığı kişi, bazen de sokağında caddesinde, bindiği dolmuşta gördüğü kişi. Hapisteyken ustasının çalıştığı “İnsan Manzaralarına” bakmayı öğreniyor aslında Orhan Kemal. Öykülerde de bu manzarayı anlatıyor bize. İstanbullu emekçileri. 



Orhan Kemal şöyle söylüyor İstanbul ile ilgili: “İstanbul birtakım suluboya resimlerden ibaret değildir. İstanbul, İstanbul’un sadece adaları, denizi, göğü, Beyoğlu’su, içkisi, motoru, sandalı olamaz. İstanbul’u derinlemesine, fakir semtleri, çalışan irili ufaklı insanlarıyla, onların geçim şartları, ıstıraplarıyla bilmek, tanımak demektir…”



Evet, İstanbul kent yapısıyla, doğasıyla, tarihiyle bu kadar saldırıya maruz kalmasına rağmen hâlâ çok güzel ve büyüleyici bir kent. Ama İstanbul elbette yalnızca bu değil. Geçmişten bugüne İstanbul deyince koskoca bir tarih çıkıyor karşımıza, dünyanın en eski kentlerinden biri, imparatorluklara başkentlik yapmış bir şehir. Fetihler, işgaller… Bir yanda kente sahip olduğunu hissettiren bir zenginlik, diğer yanda bu kentin iliklerine kadar işlemiş yoksulluk. Sömürünün en derininin, kent yağması ve talanının en akıl almaz örneğinin yaşandığı kent İstanbul. 



Orhan Kemal’in İstanbul İstanbul kitabı, üzerinden yıllar geçtikten sonra aynı kentin semtlerine, emekçilerine tekrar bakmamızı sağlıyor. Öykülerde yer alan mekanlar ve karakterlere bugünden bakabiliyoruz. Geçmişi, değişimi, hiç bitmeyen hatta artan sömürüyü izleyebiliyoruz. 


Bir örnekle başlayalım; kitapta sıklıkla yer verdiği Cibali. Bu mahallenin tarihi ve kültürü o mahalleye karakterini veren emekçilerin dışarıya itilmesiyle, sermayenin, iktidar ve yerel yönetimlerin uyguladıkları rant ve yağma planlarıyla yerle bir oluyor. Cibali’de birçok greve, mücadele ve direnişe ev sahipliği yapan Cibali Tütün Fabrikası özelleştirme nedeniyle kapatıldıktan sonra o fabrikada çalışan ve orada yaşayan çok sayıda işçi 90’lı yılların sonuna doğru o bölgeden uzaklaştırılıyor. Bugün sermayenin bir rant alanı olarak gözünü diktiği bölge tarikatların, uyuşturucu çeteleri ve mafyaların hakimiyetinde. Yoksulluk yine hat safhada ama yoksullar dinci gericilik ve uyuşturucu ile çepeçevre sarılmış durumda. 



Bir diğer örnek Beyoğlu. İstanbul İstanbul, 8 yaşında küçük bir kızın Haliç vapurunda çalıştığı bir hikayeyle başlıyor. Okula gitmesi gerekirken çalışmak zorunda kalan çocuklar 1950’li yılların Türkiye'sinde kalmadı. Hâlâ gerçek. En yakıcı örneğini verdiğimiz mücadeleden biliyoruz. Tarlabaşı’nda yakın zamanda açılan TKP Semt Evi sabahtan akşama birçok mahalleli çocuğun geldiği, vakit geçirdiği, atölyelere katıldığı bir merkez haline geldi. Gelen çocuklarla daha yakından tanışıp, sohbet ettikçe öğrendik ki semt evine gelen, atölyelere katılan, enstrüman dersleri alan çocukların büyük kısmı çocuk işçi. Okula gitmesi gereken çocukların kimisi sokakta, kimisi tekstil atölyesinde çalışıyor…  İşte bu İstanbul’un manzarasıdır. Kalabalık sokakları, pahalı restaurant ve otellerle dolu İstanbul’un merkezinin gerçeği budur. 



Bir diğer gerçeğimiz ise, yıllarca alınteri dökerek bu ülkeye emek vermiş emeklilerimizin bu kentte yaşayamaz hale gelmesi. Geçtiğimiz günlerde İstanbul Planlama Ajansı “İstanbul’da Emekli Olmak 2024” başlıklı bir rapor yayımladı. Rapora göre İstanbul'da bulunan her 6 haneden biri emekli aylığı ile hayatını sürdürüyor ve İstanbul'da neredeyse her 3 emekliden biri resmi olarak çalışmaya devam ediyor. Emekli aylığı açlık sınırının altında olduğuna göre emekli olup çalışan sayısının da resmi olan sayıdan çok daha fazla olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Emeklilere ya çalışın ya ölün diyen bir düzen var.



Daha sıralayacağımız onlarca örnek var. Çünkü sermaye düzeni bu kenti, bu kentin insanlarını, sömürü ile, yoksulluk ve çaresizlikle, tarikatlarla ve uyuşturucu ile çevrelemiş durumda. Öykülerde adı geçmesi gerekmiyor, İstanbul’un birçok mahallesinde yoksulluk, çaresizlik, çıkışsızlık halkımıza nefes aldırmıyor. Bu tablo umutsuz görünüyor olabilir ama ne İstanbul ne de bu ülke bundan ibaret. 



Bu kentin tarihinde direnenler var. Direnmeye devam ediyorlar. Haziran’da milyonlar bu kentin meydanını doldurdular. Fabrikalarda, atölyelerde, işyerlerinde, mahallerde örgütlenmeye çalışan komünistler var. 
Bu kent bitmek bilmeyen bir kavganın, emeğin ve mücadelenin kenti. Bu yüzden buradan umutsuzluk çıkmaz, çıkmamalıdır.

Bu ülkenin aydınları, sanatçıları büyük bir emek ve iddia ile ülkenin emekçilerini anlattılar, o emekçilerin mücadelelerine şahit ettiler bizi. En umutsuz ve çaresiz oldukları zamanda bile. Şimdi sıra bizde. 



2 Haziran Orhan Kemal’in, 3 Haziran Nâzım Hikmet’in ölüm yıldönümü.

Bu kentin emekçilerine umut olmuş ustalara saygıyla…