AKP’nin attığı hemen her adımın ülkeyi biraz daha şeri düzene yaklaştırdığını görmemiz için iktidarın daha ne yapması gerekiyor?

İstanbul Sözleşmesi: Acayiplikler demeti!

‘Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ bilinen adıyla ‘İstanbul Sözleşmesi’ni 11 Mayıs 2011 günü İstanbul’da imzalayan hükümetin başında AKP’nin Genel Başkanı vardı. 

AKP’nin büyük çoğunlukta olduğu meclis, bu sözleşmeyi 14 Mart 2012 tarihinde onaylarken de iktidar AKP Genel Başkanının elindeydi, bu sözleşme 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdiğinde de. 

Üstelik Türkiye, Sözleşme’yi hiçbir maddeye şerh koymadan hemen imzalamış ve diğer devletleri de imzalamaya davet etmişti; bu sözleşme meclisteki tüm partilerin katılımıyla onaylanmıştı. 

Beş gün önce Türkiye’nin bu sözleşmeden çekildiği kararını alan da aynı kişi, AKP’nin Genel Başkanı. 

Bu karar aynı zamanda ilginç bir dönemde, AKP Genel Başkanı’nın insan hakları eylem planını, adalet reformu yapılacağını ve de AB üyeliği sürecini canlandırmak istediklerini açıkladığı günlerde, alınıyor!

Bu sözleşmeden çıkılmasının ne demek olduğunu anlamak için, sözleşmede yer alan ifadelere göz atmak yetiyor. Çünkü Sözleşme, imzacı hükümetlerin uyacaklarına imza koydukları ifadeleri içeriyor ve imzanın geri çekilmesi de bu ifadelere uyulmayacağı anlamına geliyor. Uyulacak olsa imza neden geri çekilsin ki!

Sözleşme’nin önsözünde, “hedefin kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetten arınmış bir Avrupa yaratmak olduğu” belirtiliyor. Dolayısıyla sözleşmeden çıkılması, kadına yönelik şiddetten ve ev içi şiddetten arınmış bir Avrupa/Türkiye yaratmaktan vazgeçildiği anlamına geliyor. 

Sözleşmede, “kadınlarla erkekler arasında hukuki ve fiili eşitliğin gerçekleştirilmesinin kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacağı” belirtiliyor. Dolayısıyla sözleşmeden çıkılması, hem kadına yönelik şiddete önem verilmeyeceğini hem de kadınla erkek arasında hukuki ve fiili eşitliğin istenmediğini gösteriyor. 

Sözleşmede “ev içi şiddetin tüm mağdurlarıyla kadına yönelik şiddet mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı çerçeve, politika ve önlemler geliştirmek”ten söz ediliyor. Dolayısıyla sözleşmeden çıkılması, şiddet mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı çerçeve, politika ve önlemler geliştirilmeyeceği anlamına geliyor. 

Sözleşmede, “kadına yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğinin yaygınlaştırılmasından” söz ediliyor. Dolayısıyla sözleşmeden çıkılması, böylesi bir işbirliğine girilmeyeceği anlamına geliyor. 

Sözleşme, “kadınlara yönelik ayrımcılığı da yasaklamaktadır.” Dolayısıyla sözleşmeden çıkılması, ayrımcılığın yasaklanmayacağı anlamına geliyor. 

Sözleşmede, “Taraf devletler, gerek kamusal gerekse özel alanda tüm bireylerin özellikle de kadınların şiddete maruz kalmaksızın yaşama hakkını sağlamak ve korumak için gerekli olan hukuki ve diğer önlemleri alacaklardır” deniyor. Dolayısıyla sözleşmeden çıkılması,  bu konuda hukuki ve diğer önlemlerin alınmayacağını gösteriyor. 

Sözleşme, “yalnızca barış dönemlerindeki değil, silahlı çatışma dönemlerindeki ve silahlı 
çatışma sonrasında devam eden şiddeti de yasaklamaktadır.
” Dolayısıyla sözleşmeden çıkılması, bu maddeye de aldırmayacağımızı gösteriyor. 

AKP tarikatlardan beslense de, farklı cinsel eğilimleri olanlara duyduğu düşmanlığı tırmandırıp hukuk dışı ve insanlık dışı boyutlara taşımış olsa da, bu sözleşmeden neden çıkıldığını, “tarikatların oyunu almak için; eşcinsel düşmanlığından” gibi konuyu saptırıcı gerekçelere bağlamamak gerekiyor.  

Bu sözleşmeden çıkılmasının şekli ile sözleşmeden çıkıldığı haberi üzerine sevinç gösterenler, sözleşmeden çıkılmasının arka planına ışık tutuyor.  

Sözleşme, tüm partilerin katılımıyla mecliste kabul edilmişken, bir kişinin kararı doğrultusunda iptal edilmeye kalkışılması, anayasaya da uymuyor, demokratik geleneklere de. ‘Ben yaptım oldu’ anlayışı, giderek her alana yayılıyor ve bu anlayış tarikat oylarını almanın ötesinde tehlikeli gelişmelerin habercisi oluyor. 

Bu sözleşmeden çıkılmasından memnun olanlar hem bu sözleşmeden neden çıkıldığını hem de bu yeni sürecin ne anlama geldiğini biliyor. 

Mazlumder, bu sözleşmeden çıkılmasını memnuniyetle karşılıyor. Bu derneğin ve olaydan memnuniyet duyanların, ayrımcılığa, şiddete ya da cinsel istismara uğrayan kadınları mazlum/ mağdur saymadığı anlaşılıyor. Bu anlayış da eşcinselliğin ötesinde bir düşmanlığın varlığına işaret ediyor.
 
Bu karardan memnun olanlar, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen “Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi” ile Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması” sözleşmelerinden çıkılmasını da istiyorlar. Bu istek de, kadına karşı her türlü ayrımcılık devam etsin ve çocuklar cinsel sömürü ya da istismara karşın korunmasın anlamına geliyor. 

Sözleşmeden çıkılması üzerine Cumhuriyete düşman olanların, tarikatların,  şeriat ve hilafet isteyenlerin, kısaca dininin ve kininin davacısı olanların sevinçten havaya uçtukları görülüyor. Dininin davacısı olanlar şeri hükümlerin geçerli olunmasını isterken, kininin davacısı olanlar da Cumhuriyetin rövanşının alınmasını istiyor. 

Sözleşmeden çıkılmasından memnun olan Türk Diyanet Vakıf-Sen Genel başkanı, “Açın Kur’an-ı Kerim'i okuyun. Başka bir şeye gerek yok. Hukuk da orada yazılı, kadın hakları da orada yazılı” diyerek yol gösteriyor. 

Mardin Artuklu Üniversitesi rektörüyken, “Ben genel başkanımızın (R. T. Erdoğan’ın) Mardin temsilcisiyim” ve “En iyi tedavi ruhi tedavi ve namazdır” demiş olan bir profesör, sözleşmeden çıkılması üzerine “Meclis isterse hilafeti ihya edebilir' diyebiliyor. 

Sözleşmeden çıkılmasından hemen sonra, irticai faaliyetlere katılmış olanların harp okullarına girmesi yasağı kaldırılıyor; “Meclis isterse hilafeti ihya edebilir” diyecek subay yetiştirilmesinin önü açılıyor.

AKP’nin attığı hemen her adımın ülkeyi biraz daha şeri düzene yaklaştırdığını görmemiz için iktidarın daha ne yapması gerekiyor?

[email protected]