Liberal-muhafazakâr Turgut Özal bugünkü İstanbul’un mimarları arasındadır. Kentlerimizi, tabii İstanbul’u o yasayla düşürmüş, yağmacılar adına fethetmiştir.

İstanbul nasıl kurtulur?

Gecekondu affını içeren ilk yasayı 12 Eylül cuntası çıkardı. Solcular “konut hakkı” için gecekondu bölgelerinde direnişler örgütlemiş, güya sorunu “istismar” etmişti. Af, istismar olanağını ortadan kaldırılıyordu. Gecekondu artık yasaldı, yapan kazanıyordu. Konut hakkı talebini soysuzlaştırmanın ilk adımıdır.

Buna “imar affı” ya da “imar barışı” demek ise tarihimizin büyük “iş bitiricisi” Turgut Özal’a nasip oldu. 2981 sayılı İmar Islah Yasası, 1984’te, onun zamanında yapıldı. Yasa uyarınca, imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak yapılan yapıların yasallaştırılması, gecekondulara önce tapu tahsis belgesi, daha sonra ıslah imar planları ile tapu verilmesi mümkün olacaktı. Bu düzenlemeyle gecekondular yasalaştırılırken; planlamanın temel kuralları olan, nüfus projeksiyonları, donatı standartları, kentsel işlev kararları göz ardı ediliyordu. Ayrıca kanun belli bir süre için çıkarılmıştı ve süre sonunda yürürlükten kaldırılacağı öngörülmüştü. Ancak iki defa üçer yıllık uzatma ile yürürlükte kalması sağlandı. Bir tür süreklileştirilmiş af yasasıdır.

Dedik ya, Özal iş bilir bir iş bitiriciydi. Tapu tahsis belgesi verdiği tek katlı gecekondulara bir sonraki seçimde yeni katlar çıkma izni verdi. Bizim fakir gecekondular oldu 4-5 katlı apartman. Liberal-muhafazakâr Turgut Özal bugünkü İstanbul’un mimarları arasındadır. Kentlerimizi, tabii İstanbul’u o yasayla düşürmüş, yağmacılar adına fethetmiştir.

***

İstanbul’u yağmaya açmada ilk olma onuru ise “demokrat” Adnan Menderes’indir. Cumhuriyetin bertaraf edemediği büyük toprak ağaları ve tarikat şeyhlerine yaslanarak iktidar olan bu adam, ülkenin emperyalizmin kollarına atılmasının ve NATO’ya dahil olmasının da suç ortağıydı. Her gerici gibi bilime arkasını dönmüştü. Üniversite hocalarına “kara cübbeliler” diye hitap ediyordu. Aydınlar onun nezdinde birer hain, Said’i Nursi ve Necip Fazıl gibi karanlık tipler vatanseverlerdi. Kafa böyle olunca demiryolları da Komünist işi oluyordu haliyle. 1950 de, Marshall Planı uyarınca, karayolları ağını geliştirmeye koyuldu. Otomobil ve petrol tekelleri öyle istiyordu.

1956'da “İstanbul'u yeniden fethediyoruz” sloganıyla alelacele kentsel dönüşüm işine girişti. İmar programı geniş caddeler açma fikri üzerinde şekillenmişti. Tarihi yarımada içinde ve dışında şehrin merkezlerini birbirine bağlayan geniş bulvarlar açacaktı. Bunun için eski şehri yıkıp geçmek gerekiyordu. Vatan ve Millet Caddeleri ile başlayan bu yıkım, Haliç'in etrafının imara açılması ile devam etti. Kentin çeperlerinde gecekondulaşmaya göz yumulması da onun icadıydı. Yol yaptı ve bu amaçla önüne ne çıktıysa yıktı. Camiler, mescitler, kiliseler, hamamlar dahil beş bin tarihi eser onun yol yapma sevdasının kurbanı oldu. Hızını alamayınca Çorlu’da Mimar Sinan eseri bir külliye ve camiyi de yıktırdı. Ona göre trafik sıkışıklığı giderilmeli, mevcut sokak dokusu yeniden düzenlenmeli, yeni ve geniş caddeler yapılmalı ve nihayetinde İstanbul’un cazibesi artırılmalıydı. Avrupa’dan gelen turistler Yeşilköy Havalimanı’nın çıkışında bir otoyolla şehir merkezine ulaşmalı, İstanbul’un geri kalmış “orta çağ kasabalarına benzeyen” bölgelerinden geçmemeliydi. İstanbul kasabıydı, bir tür kifayetsiz Haussmann’dı.

19. yüzyılın ikinci yarısında gelişen piyasa toplumunun ihtiyaçlarına uygun bir şehir planlaması oluşturmak isteyen Hausssmann, “Büyüyen, güzelleşen ve temizlenen Paris” sloganıyla işe koyuldu. Orta çağ bakiyesi kenti yıkıp dönüştürecekti. Bu dönüşümün ilk işareti geniş ve düz caddelerdi. O caddeleri açmak için önüne ne çıkmışsa yıkmıştı. Gizli amaçlarından biri de Paris'te sık görülen halk ayaklanmalarını önlemekti. Dar sokakların tersine geniş caddeler barikat kurulmasına uygun değildi. Paris'in eski merkezinin yıkılarak yeniden düzenlenmesi direnmeyi ve yeni mahallelere dağılan işçi sınıfının örgütlemesini zorlaştırmıştı.

Haussmann’ın Paris’e yaptığını, Menderes İstanbul’a yaptı. Tabii Menderes Haussmann’ın tersine bir şehir plancısı değildi. Planı kafasındaydı. Kararlarını inşaat alanlarındaki çalışmalar ilerledikçe duruma göre alıyordu. Mahkeme tutanaklarına göre işleri yanına aldığı bir iki yardımcısıyla şehrin ikinci fatihi edasıyla yürütmüştü. Bu kuralsızlıkla ilgili gülünç hikayeler anlatılıyordu. Bunlardan birine göre Menderes inşaatları gezerken hıçkırık tutmuş, etrafındakiler “hık” sesini “yık” olarak anlayınca bir sokağı yanlışlıkla yıkmışlardı. Sağın ilk İstanbul fatihidir!

***

Menderes’in ve Özal’ın tezgahından geçerek geldik bugüne. Yollar ilerledikçe kent de büyüyor, sınırsızlaşıyor. “İstanbul, üç yöndeki uzantıları ve 30-35 milyon nüfus hedefleriyle Ekümenopolis (ucu olmayan şehir) sendromuna yönelmiştir…”  Bu sözler, 2004’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın isteğiyle İstanbul Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi’ni (İMP) kuran Prof. Dr. Hüseyin Kaptan’a ait. Kaptan, kendisi de bir mimar olan Kadir Topbaş’ın danışmanıydı. Görev verdiler, aralarında 100 bilim insanının bulunduğu 650 uzmanı bir araya topladı, aylarca çalıştırdı, bir şehir planı yaptı. Plan İBB Meclisi’nde oybirliğiyle onaylandı. Hüseyin Kaptan planı kamuoyuna açıklamaya hazırlanıyordu.

Planla ilgili basın toplantısından birkaç gün önce dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, yanına Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ile Kadir Topbaş’ı da alarak helikopterle şehir turuna çıktı. Yukardan şehre bakarken parmağıyla işaret etti, “üçüncü köprü şuraya yapılsın” dedi. Yüzlerce uzmanla aylarca çalışıp plan yapan Hüseyin Kaptan neye uğradığını şaşırmıştı. Yaptıkları planda 3.Köprü, 3.Havalimanı, Avrasya Tüp Tüneli ve Kanal Projesi yoktu. Plan tünellere de karşıydı. Haydarpaşa’daki gökdelenler, Galataport, Levent’teki Dubai kuleleri de yoktu planda. Planın temel kaygısı İstanbul’un kuzeyindeki su havzalarını ve ormanları korumaktı. Tayyip Erdoğan parmağıyla köprü yeri işaret ettikten sonra şehrin kuzeyi yapılaşmaya açıldı. Üzerinden yol geçince plan yalan olmuştu. Hüseyin Kaptan istifasını verip bir Ege kasabasına domates yetiştirmeye terfi etti mecburen.

Dedi ki uzun yıllar sonra, “Nasıl 2. köprü su havzalarının olduğu noktalardan geçtiyse 3. köprü de su havzalarından geçecek. 20 sene öncesine dönelim, Gebze’den yola çıkın, Ümraniye’yi geçin, Üsküdar sırtına kadar gelin, tüm güzergâh su havzası. Tamamı ormanlık alandı. Şimdi yapılara bakın, masum gecekondular mı? Değil. Birileri organize etmiş. Bir de fabrikalara bakın. İSKİ’nin yönetmeliğine aykırı yapılar değil mi? 3. köprü de aynısını yapacak.”

E-5 ve TEM güzergâhı metropolün ana omurgaları oldu Menderes’in ve Özal’ın marifetiyle. TEM güzergâhının inşasından bu yana, Gebze’den Büyükçekmece’ye kadar olan yasadışı gelişme alanlarında sekiz-on milyon insanın yaşadığı hesaplandı. Kuralsız bir şehir çıktı ortaya. Kaldı geriye şehrin su havzası olan kuzeyi. Ta Menderes zamanından bu yana kuzey ormanlarını bu amaçla tırtıklıyorlar. Yemeden rahat edemeyeceklerdi. Üçüncü köprü, üçüncü havaalanı bu motivasyonun sonucudur. Bursa’yı, İzmit’i, Tekirdağ’ı, Edirne’yi, Kırklareli’ni içine alan İstanbul merkezli ucu olmayan şehri böyle kuruyorlar. Bu, bütün Marmara bölgesini kaplamış hormonlu bir Ekümenopolis demek.

***

Yağmanın da ucu yok haliyle. Şimdi adı İstanbul olan kuzey ormanları üzerindeki 3. Havalimanı Karadeniz doldurularak inşa edildi. Her kar veya yağmur yağışında işlemez hale gelen bu Tayyipland’in büyük bir depremde ne hale geleceğini bilemiyoruz. Depremi beklerken Karadeniz alıp götürmezse tabii. Ama liman AKP himayesindeki müteahhitler için önemli bir geçim kapısı. Denizi doldurdukları hafriyattan bile büyük servetler kazandılar örneğin. Projedeki 90 metrelik pist kotunu 30 metre düşürdüler. Bu kot indirimi sayesinde yüklenici firma 1.3 milyar dolar kazanç sağladı. Diğer müteahhitlere gidenlerle birlikte 6 milyar doların cebe indirilmesi demek bu. Bu hokus fokus, bedel üzerinde herhangi bir değişiklik yapılmaksızın teknik projede değişikliğe gidilmesi sayesinde mümkün olmuştu. Normal şartlarda “ihaleye fesat karıştırmak”tır yapılan işin adı.

Ayrıca pist 30 metre aşağıya indiği için çevredeki inşaatlar da 30 metre daha yüksek yapılabilecekti. Bu araziler kimin, buralara inşaatları kim yapacak bilemiyoruz. Bir de “Kanal İstanbul” dedikleri bir ucube proje attılar ortaya. Plan yok diyoruz ama tıkır tıkır işleyen bir planın işaretleridir bunlar. Şehri, ormanları, su havzalarını, taşı, toprağı, kamu kaynaklarını yağmalama planı hep yürürlüktedir.  

***

Barınma hakkından meşruiyetini alan gecekondunun soysuzlaştırılmasının hikayesidir anlattığımız. Soysuzlaşan gecekondular zamanla şehri ele geçirmiştir. Bunu da yağmacı sağ siyasilerle iş birliği içinde yapmışlardır. Solcularla omuz omuza barınağını koruyan gecekondu sakinleri de yoksuldan yağmacıya evrilmiştir bu yolla. Menderes’in, Özal’ın, Erdoğan’ın temsil ettiği “siyasi gelenek”in iktisadi ve sosyal altyapısıdır bu. Öyle ki sonuncusunun küfesinde yedi ayrı imar barışı vardır.

Ne var ki son depremler ayaklarımızın altındaki zeminin çok kaygan olduğunu gösterdi. İstanbullular dehşet içinde, harıl harıl sağlam zemin, yıkılmayacak bina arıyor çaresiz. Ama işte 70 yıllık yağmanın sonucu ortada. Çürümüş bir düzenin damgasını vurduğu çürümüş bir kent bu. Demek ki kentler sınıfsal ilişkilerden azade değil. Kapitalizmin şekillendirdiği kentin esası da yağma ve rant. İçinde kimin, ne kadar ve nasıl yaşadığı tali bir konu.

Binaları yıkıp, bilimsel bir planlamayla yıkılmayacak şekilde yeniden yapmak işin kolay tarafı. Asıl mesele hikmeti kendinden menkul bu İstanbul fatihlerinden kurtulmak. Demek ki, ölmemek için yıkmaya bu sağcı gelenekten başlamalısınız. Deprem öldürmez düzen öldürür. Zemini değiştiremeyeceğinize göre düzeni değiştirin.