Birilerini zengin etmek için değil, kendi refahımız için çalıştığımız, sömürücülerin olmadığı bir düzenin hayalini kuralım ve bunun için örgütlenelim.

İşsizlik üzerine…

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), iki gün önce Mayıs ayı işsizlik oranlarını açıkladı. İstatistiklere göre ülkede milyonlarca emekçi işsiz. 

Birbirinden farklı resmi kurumların açıkladığı işsizlik verilerine karşılık, DİSK'in açıkladığı geniş tanımlı işsizlik rakamları gerçek durumun, bu kurumların açıkladığının iki katından daha fazla olduğunu gösteriyor.

Rakamlardan, verilerden, istatistiklerden uzak bir değerlendirme yaptığımızda, işsizlik olgusuyla emekçiler üzerinde ağır bir yıkıma yol açıldığı bilinmektedir.

Kapitalizm işsizliğin kaynağıdır. İşsizlik, bu düzen için sıfırlanması gereken değil, aksine sürekli planlanarak sürdürülmesi gereken bir olgudur. Sermaye sınıfı işsizliği, işçilik ücretlerinin düşürülmesinde, emekçilerin örgütlülüğünü engellemede, haklarına el koymada kullanır.

AKP iktidarının piyasacı dönüşümleri, özelleştirmeler, işçi sınıfının haklarına saldırıyı da hızlandırdı. AKP öncesinde de büyük bir sorun olan işsizlik, bu politikalar doğrultusunda yıllar içinde daha da arttı. Günlük çalışma saatlerinin artması ve esnek çalışmanın yoğunlaşması bir işçinin birkaç işi birden yapmasına, uzun saatler çalışmasına neden oldu. Patronlar, işsizliği tehdit unsuru olarak kullandı.

Bugün tüm dünyada emekçiler iş bulmak için farklı ülkelere göçmek zorunda kaldı. Göçe neden olan başlıkların en başında emperyalist savaşlar gelirken hemen arkasından işsizlik geliyor. Ülkelerinden kopup başka ülkelerde çalışmak zorunda kalan işçilerin sayısı bu emperyalist krizle birlikte daha da artıyor.

Varlık Özmenek'in 1979 yılında Sovyetler Birliğine yaptığı geziden Sovyetlere dair izlenimlerini kaleme aldığı "İşte Sovyetler Birliği (SSCB Gezi İzlenimleri)" kitabında "işsizlik" ile ilgili Sovyet toplumunun düşünceleri şöyle aktarılıyor:

"Tiflis'ten Gürcistan'ın eski başkenti Mtsheta'ya giderken otomobilimizde CHP Kocaeli Senatörü Abdullah Köseoğlu ile Guram Abhazava arasında şu konuşma geçiyor:

"- İşçi günde kaç saat çalışıyor?" 

"- 7 saat." 

"- Haftada?"

"- Beş gün." 

"- Yıllık izni ne kadar?" 

"- 30 la 60 gün arasında değişir." 

"- Çalışmak zorunlu mu?" 

"- Hayır, hak!" 

"- Anlatamadım, insan isterse, işi bırakamaz mı?" 

"- İşsizlik onun hakkı değil." 

"- Hayır öyle değil, yani bir insan dedi ki, ben işi bırakıyorum, bundan sonra çalışmıyorum, devlet ona sormaz mı?..." 

Guram anlamakta bir hayli müşkülat çektiği bu soruyu yarı hayret, yarı şaşkınlıkla şöyle yanıtlıyor sonra: 

"- Devletten önce, ona ailesi sorar. Adam, sen niçin çalışmıyorsun demez mi? ... Bana kalırsa öyle der... " 

İşsizlik gibi kavramı Sovyet insanına anlatmakta bir hayli güçlük çekersiniz. Hani öcülü-böcülü masallar vardır ya, hani anlatırken "bir dudağı yerde, bir dudağı gökteymiş" diye bir dev çizersiniz ya, işte öyle bir şey."

Bugün dünyada göçe, işsizliğe, savaşlara, açlığa maruz kalan işçi sınıfı için yukarıdaki alıntı büyük bir trajedidir.

Kırk yıl önce emekçilerin refah içinde yaşadığı bir toplumdan, emekçilerin sermaye sınıfı için azgınca sömürüldüğü bir döneme geçilmesi büyük bir yıkımdır.

Bugün dünya hem teknoloji hem kaynaklar olarak o günlere göre daha gelişkin. Ancak tüm bu teknolojik gelişmeler ve kaynaklar bugün patronların çıkarlarına hizmet ediyor. Onların kasalarını dolduruyor. 

Avrupa’da, ABD'de, kapitalizmin egemen olduğu bütün dünyada emekçiler çalışma hakkından uzak kalıyor. Geçinemiyor, açlıkla karşı karşıya kalıyor. Bugün bu ülkelere “gelişmişlik” atfedenlere karşı, yıllar önce sosyalizmin işçilere sağladığı olanaklar dünya işçi sınıfını için tutamaktır.

Sovyetler Birliği'nin çözülüşüne kadar Sovyet toplumunun işsizlik diye bir sorunu yoktu. Sovyetlerin kalkınması ve gelişmesi işçi sınıfının gelişmesiydi ve bir bütün olarak bu kalkınma Sovyet emekçilerinin eseri oldu.

Çelik fabrikaları, petrol tesisleri, traktör fabrikaları, suni gübre tesisleri, hastaneler, konutlar, enerji santralleri, okullar, üniversiteler, araştırma merkezleri kuruluyor, ülkedeki tüm işçilerin ihtiyaçları için bunlar yapılıyor ve bu varlıkları Sovyet işçi sınıfı el birliği ile yaratıyordu. Ülkenin kalkınması ve refahı bütün işçilerin çalışmasıyla gerçekleşiyordu.

Sovyetler Birliği'nde yaşayan bir emekçi sadece çalışmak için değil, yaşamdan keyif almak için de çalışıyordu. Zenginlikleri korumak, geleceğini güvence altına almak için kendine görev biçiyordu. 

Tüm dünyada enflasyon hızla değişim gösterirken, çok uzun yıllar enflasyonun, kiraların değişmediği, giderlere zam yapılmadığı, güvenceli bir yaşam vardı Sovyetler Birliği'nde.  

Yaşamsal tüm faaliyetler; konut, sağlık, eğitim, elektrik, su, ısınma giderleri bir işçinin maaşının yüzde beşini geçmiyordu.

Bugünün dünyasında bu sayılanlar çok mu hayal gibi oldu?

Bugün fabrikalar, enerji santralleri, okullar, hastaneler, bütün sektörler devletleştirilirse, bu hayal olmaktan çıkar. İşsizlik ortadan kalkar, emekçilerin tatil hakkı olur, işçi sınıfı günde 16 saat değil çok daha az çalışır.

Yüz yıl önce Rusya’da sömürücülerin iktidarına son veren işçi sınıfı, o eşit, özgür, refah ülkeyi kurdu.

Bugün yaşadığımız kâbusun nedeni patronların güzel rüyalarda yaşamasıysa, varsın biz de hayaller kuralım. Birilerini zengin etmek için değil, kendi refahımız için çalıştığımız, sömürücülerin olmadığı bir düzenin hayalini kuralım ve bunun için örgütlenelim. İşçi sınıfına bu kâbusları yaşatan düzeni yıkmak için safları sıklaştıralım.