Canlandırılacak köy anlayışıyla devrimci eğitim imecesinin yaratıcısı, çağdaşlaşmaya dönük gayretleri tabana oturtan adam farklı bir ifade ile halkın pek yerinde değerlendirmesiyle: Tonguç Baba.

İsmail Hakkı Tonguç ve Canlandırılacak Köy (Köy Enstitülerinin Kuruluşunun 82. Yıl Dönümü Kutlu Olsun)

İri gövdeli, tok sesli, buram buram toprak kokan bir halk adamı. Canlandırılacak köy anlayışıyla devrimci eğitim imecesinin yaratıcısı, çağdaşlaşmaya dönük gayretleri tabana oturtan adam farklı bir ifade ile halkın pek yerinde değerlendirmesiyle: Tonguç Baba.

İsmail Hakkı Tonguç

İsmail Hakkı Tonguç’un Canlandırılacak Köy kitabı ilk olarak İstanbul’da 1939’da Remzi Kitabevince basılmış, daha sonra 1947’de ikinci ve genişletilmiş baskısı yine aynı kitabevince yayınlanmıştır.

Benim okuduğum ve not aldığım kitap, İş Bankası’nca Ocak 2020’de yayınlanan 723 sayfalık biçimidir. Kitabın girişinde Ekrem Işın imzalı, Köyü Canlandıran Adam: İsmail Hakkı Tonguç başlıklı bir sunuş yazısı bulunmaktadır.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele Komutanlarıyla, Gebze – Kocaeli. 18 Ocak 1923Kaynak: Milli Mücadele Albümü. Genel Kurmay Başkanlığı. Atase Daire Başkanlığı. 2016.Ankara.

Milli Mücadelenin ‘Yoksulların Zaferi’ ile taçlanmasını takiben 29 Ekim 1923 Cumhuriyet’i, kendi tarlasından öteyi vatan bilmeyen yoksul köylüler ülkesinde, farklı bir ifade ile de sanki zaman dışı bir coğrafyada kurulmuştur. Kuruluş ve takip eden süreçteki esas mesele, bu yoksul köylüleri, üretici çiftçi yapmaktır.  Yüzyıllarca cenge gitmiş köylü, henüz çiftçi değildir. Üretici olmayı yani çiftçi olmayı öğrenememiştir. Demek ki yeni devleti kurabilmek ileri gidebilmek ve tazelenebilmek için bu insanları, çiftçi yani üretici yapabilmek lazımdır ki, Cumhuriyetin yurttaşı olmaya doğru adım atması sağlanmış olabilsin.

Gazi Mustafa Kemal Paşa

Gazi Mustafa Kemal, TBMM’nin üçüncü yasama yılını açarken 1 Mart 1922’de kürsüden hitap ederek bu noktaya, büyük bir isabetle değinmektedir1.

 “(...) Efendiler,
    Türkiye'nin sahibi ve efendisi kimdir? (Köylüler sesleri) Bunun cevabını derhal birlikte verelim: Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üreticisi olan köylüdür (Şiddetli ve sürekli alkışlar). O halde herkesten çok bolluk, mutluluk ve varlığa hak kazanan ve buna layık olan köylüdür (Sürekli alkışlar). Bundan dolayı, Büyük Millet Meclisi Hükümetinin iktisat politikası bu önemli amacın sağlanmasına yöneliktir.
    Efendiler, 
    Diyebilirim ki, bu günkü felâket ve yoksulluğun tek nedeni bu gerçeği ihmal etmiş olmamızdır. Doğrusu yedi yüzyıldan beri dünyanın çeşitli yörelerine gönderilerek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi yüzyıldan beri emeklerini ellerinden alıp gereksiz yere harcadığımız ve buna karşılık daima onurunu kırdığımız ve hor gördüğümüz ve bunca özveri ve iyiliklerine karşılık nankörlük, küstahlık ve zorbalıkla uşak durumuna indirmek istediğimiz bu ülkenin gerçek sahibi huzurunda bu gün büyük utanç ve saygı ile gerçek durumumuzu alalım” (Şiddetli alkışlar)
.”
 
İşte İsmail Hakkı Tonguç’un Canlandırılacak Köy kitabı bu mücadelenin taşıyıcı kolonu olan eğitim konusunda yapılmış ve yapılacak olanları olanca çıplaklığıyla anlatmaktadır.

Şimdi hadi gelin bu başyapıttan yazım biçimine sadık kalarak seçtiğim kimi alıntılara birlikte göz atalım. Alıntıların altında parantez içindeki sayılar kitap sayfa numaralarını göstermektedir.

“1935’te yapılan nüfus sayımı Cumhuriyetin geleceği için son derece ciddi sonuçları kapsıyordu. Ülke nüfusundaki erkeklerin % 76,7’si, kadınların ise % 91,8’i okuma – yazma bilmiyordu. (…) Ülkede mevcut 40 bin köyün 31 bininde okul yoktu. Durumun ciddiyeti ortadaydı. Osmanlı’dan devralınan miras bir insan enkazıydı” [XVI]

“Canlandırılacak Köy, Cumhuriyet kanonunun temel metinlerden birisidir. Siyasi kültür açısından Nutuk ne anlama geliyorsa, toplumsal kültür açısından Canlandırılacak Köy de aynı anlama gelir. Birincisi cephede kazanılmış, ikincisi cephe gerisinde kazanılacak iki önemli savaşın ortak stratejisini kapsamaktadır. Bu stratejinin özü ise siyasi güç ile desteklenmiş eğitim seferberliğinin inşa edilmekte olan Cumhuriyet sürecini çağdan dünya standartlarına ulaştırma çabasıdır” [XIX]

İş İçinde Eğitim, kafa ve el becerisinin koordineli kullanımıyla gerçekleştirilir. Tek başına kafa ve el becerisi, üretim ekonomisinin çarklarını döndüremez. Anadolu insanı yüzyıllar boyunca hep el emeğiyle hayatını sürdürmeye çalışmış, zihinsel beceriyi yaptığı işe aktaramadığı için gündelik gerçekliklere sürekli yenik düşmüştür. Köylünün çiftçiye dönüşememesinin temel nedeni budur” [XXI]

“Tonguç ise, köyde tutunacak, toprak insanlarına yol yordam öğretecek öncü kişinin ancak kendi doğal ortamından alınarak eğitilebileceğini, doğa ve toplum koşullarına uyum gösteren bu insanların köyü canlandırabileceğini öne sürer. Köy enstitüleri de bu eğitimi köy çocuklarına kazandıracak merkezler şeklinde planlanır. Enstitüler idare-i maslahatçı bir kalkınmacılığı değil, toplumun ölü hücrelerini canlandırmayı amaçlamışlardır” [XXI – XXII]

“Cumhuriyetçiler, Tonguç’un eğitim sisteminden geçen köy çocuklarının yüzyıllardır yaşadıkları karanlıktan kurtulacaklarına, köylerine dönüp baba yadigârı topraklarını, evlerini şenlendireceklerine inanmışlardır. 

Ancak, aydınlanmış yurttaşların sağlıklı bir demokrasi kurabileceklerini öngörmüşler, kırsal kesime dönük bu eğitim uygulamasını geniş kapsamlı bir toprak reformuyla desteklemek istemişlerdir. Ancak II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan siyasi koşullar bu özlemi gerçekleştirmeye olanak tanımadı.  İsmet İnönü’nün deyimiyle Büyük devrimler dönemi kapanmıştı” [XXII]

“Anadolu köylüleri asırlardan beri kan döke döke hudutlarını bekledikleri imparatorluğun çöküşünü seyretmeye, yabancıların kucaklarına şuursuzca atılmak isteyen sözde aydınların son alçaklıklarını görmeye ve anlamaya başlamışlardır. Bu sırada düşmanlar, ana yurdun bütün mühim şehirlerini işgal etmişlerdir” [11] 

“Nüfusunun yüzde sekseni köylerde yaşayan bir millet için bilinmesi ve memleket bu karakterini muhafaza ettiği müddetçe hiç hatırdan çıkarılmaması lazım gelen en büyük ve basit hakikat, köyün her işe temel olması lazım geldiğidir” [22]

“Köye dayanılmazsa, dayanılacak temel bulunamaz. ‘Halkçılık’ ve ‘Milliyetçilik’ demek manivela rolü görecek bu iki ana prensibe, halka ve köylüye dayanarak bu telakkileri tahakkuk ettirmek demektir” [23]

“(…) ‘İnkilapçılık’ demek, uzviyet bir şekle gelinceye, mukadderi ve tabiatı yenebilecek kudreti buluncaya kadar korkmadan ve mütemadiyen operasyon yapmaktır” [25]

“İhtiyaca kâfi toprağı olmayan veya toprağı verimsiz köylü bedbahttır. Köylülerimizin oldukça mühim bir kısmı topraksızlık veya toprak azlığı sıkıntısı çekmektedir.(…) Nüfusa nispetle miktarı pek çok olan verimli topraklarımızın çoğu bunları işletemeyen veya bu vasıta ile köylüleri istismar edenlerin ellerindedir. CUMHURİYETİN, HALLETMEYE MECBUR OLDUĞU EN BÜYÜK İŞ, TOPRAK MESELESİDİR. Bu iş düzelmedikçe, Türk halkını mesut bir hale getirmenin imkânı yoktur” [45]

“Sahillerin teşekkülatı da insan hayatının muayyen şekilleri almasına müessir olur. Sahillerle beraber yeni bir gıda kaynağına, hayat imkânlarına kavuşulur. Üç tarafı denizle sarılı bahtiyar memleketler için namütenahi (sonsuz) hayat imkânları vardır. Üç tarafı denizle sarılı memleketimizin sahillerinde oturan insanlar için bu denizlerden faydalanmak türlü sebepler yüzünden mümkün olamamaktadır. Toprak davası gibi çözülmesi gereken milli meselelerden biri de balıkçılıktır” [46]

“(…) Köylü, teşkilatlandırılmadıkça bir iş nizamına tabi tutulmadıkça kuraklığın önüne geçemez, çekirge ve sel gibi felaketler karşısında aciz kalmaya mahkûmdur. Bu gibi hadiseler, köyde birçok dramatik sahne doğurur; Köylüyü mukaddere ister istemez boyun eğen bir adam haline getirir” [50 – 51]

“Osmanlı İmparatorluğu’nu idare edenlerin hayat telakkileri ferdiyetçi bir dünya görüşünü aksettirici karakterdeydi. İmparatorlukta her işe bu telakkiye göre şekil verilmeye çalışılırdı. Liberal kapitalist iktisat sistemine dayanarak gelişmiş olan Avrupalı büyük milletlerin pençesinde cansız bir kuş gibi kıvranan Osmanlı toplumu için bulunacak başka çare de yoktu. Çünkü, kapitülasyon denilen imtiyazlarla İmparatorluk bu devletlere satılmıştı.

Türkler, bilhassa köylüler boğaz tokluğuna onlar hesabına çalışan köle sürüsü haline getirilmişti.  Aşağılık duygusu, Türklerin bir şey yapmaya, kendi kendilerini idare etmeye yetmeyecek bir kanaati o zamanki okuryazarların pek çoğunun kafasına iyice yerleşmişti.

Bu telakkide olan bir toplumu, kanaatine tamamen zıt gelen başka bir kanaatin sahibi yapmak pek zor bir işti. Fakat buna bir ihtiyaç vardı” [222 – 223]

“Bütün gayretlere rağmen bu devrin (Meşrutiyet devri. S. Ş) öğretmen okulları köye giderek devamlı şekilde orada kalacak öğretmen yetiştirme problemi üzerinde duramamışlar, köyün ne olduğunu, sosyal ve ekonomik bünyede nasıl bir yer işgal etmekte olduğunu anlamamışlardır. Köylü yine medreseli hocanın elinde, kendi âleminde, alın yazısıyla baş başa, bir köşede unutulmuş değersiz bir eşya gibi elinde sopası, önünde davarı dağdan dağa dolaşmış durmuş; değerlendirilerek medeni vazifelerini bilen bir vatandaş haline getirilmemiştir. Bu bahtiyarlık, birçok didinmeden ve hırpalanmadan sonra ileride bir başka rejime, Cumhuriyete nasip olacaktır” [271 – 272]

“1824’ten (…) 1934 tarihine kadar 110 yıl uğraşılmasına, milyonlarca harcanmasına rağmen, şehirde ve köyde ilköğretim gerçekleştirilememişti. Böyle hazin, korkunç trajediden en çok köylü zarar görmüştür” [498]

“Nazariyelerden, teferruatlardan, mugalatalardan, köksüz gerici icraatla övünmekten vaz geçerek acı da olsa 1935’te köylünün kara bahtına olağanüstü tedbirlere başvurarak değiştirmek gerektiğini açıkça söylemek lazımdı. Çünkü köyle ele alınıp oralardaki insanlar da, kültürün ve modern medeniyetin nimetlerine kavuşturulamayınca Cumhuriyet’in yarattığı, dayanmak istediği ülkü ve prensipler sadece tatlı bir rüya tesiri yapıyor, günden güne değerlerini kaybediyordu. Hâlbuki onun kurucuları, daha ilk yıllardan itibaren ilköğretimi yüzde yüz gerçekleştireceklerini Esas Teşkilat Kanunu’na koydukları bir madde ile millete vaat etmişlerdi. Ondan başka Türk toplumunun kısa zamanda diğer ileri milletler seviyesine yükseltileceği, Batı, medeniyetinin nimetlerine kavuşturulacağı, onun yeni bir kültür yaratması gerektiği ve buna muktedir olduğu ülkü olarak halka söylenmişti” [498]

Hasan Ali Yücel, İsmet İnönü ve İsmail Hakkı Tonguç

“İlk Başvekil olduğum vakit, elde bulunan devlet bütçesinin üçte birinden fazlasını köylü veriyordu. Anadolu ortasında teessüs etmiş (kurulmuş) bir köylü hükümeti olduğumuz için evvel emirde (her şeyden önce) onun yükünü hafifletmeğe cesaretle teşebbüs ettik. Aşar vergisinin ilgası (kaldırılması) mali bünyede yapılmış büyük, korkunç bir ameliyattı. Mali nokta-i nazardan (açıdan) tehlikeli bir imtihana maruz olan herhangi bir hükümet ancak idealist bir köylü aşkı olmak hasletiyle (olması sebebiyle) bütçenin asırlardan beri alışılmış üçte biri üzerinden böyle bir tecrübeye girişilebilirdi” İsmet İnönü. [502]

“1933 – 1934 ders yılında 40.000 köyde 4999 okul ve 6786 öğretmen vardır. Sayıları iki milyonu bulan mecburi öğrenim çağındaki köylü çocuklardan 313 bin öğrencinin çoğu üç yıllık ilkokullarda okumaktadır. Bu durum ilköğretim tarihimiz açısından bir trajedidir” [515]

“Köyü canlandırma meselesi, her şeyden önce bu savaşa katılacak elemanı yetiştirme meselesidir. Köyü canlandırma işi alışılagelmiş alelade bir ilköğretim ve ilkokul meselesi değildir. Eğer böyle olsaydı, Hafız Osman’ların, Sarı Hoca’ların, Molla Hasan’ların, Kerim Efendi’lerin köylerde açtıkları mekteplerle bu mesele şimdiye kadar yüz defa halledilebilirdi. Eğitim ve öğretim yolu köyü canlandırmak, modern manalı ilköğretimi köye mal etmekle sağlanabilir.

Her bakımdan geri durumda, başka bir hayat düzeni içinde bunalıp kalmış olan köye okulla beraber sağlık, modern teknik, bunların çeşitli vasıtaları, modern kültür, ekonomik bilgi götürülmeyecek olursa, yalnızca okuma yazmaya önem veren bir bilgi okulu ile köy canlandırılamaz. Köy eğitmenleri ve köy enstitülerinde yetiştirilen öğretmenlerle, sağlık memurları yüksek köy enstitüsünde yetişen uzmanlar, onun için bilinçli ve canlı kişiler olarak yetiştirilmektedir” [539],

Köy Enstitüsü ders kitaplarından örnekler

Eğitmen, içinde çalıştığı köyden kopmak emelinde olan insan değil; tarlası, bahçesi, hayvanı, evi, eşyasıyla oraya bağlı köklü insandır. O, aralarında yaşadığı ve kendileriyle işbirliği yaptığı köy halkının saadet ve felaketiyle ilgili bütün olaylara tıpkı köylüler gibi katılır. Onun için eğitmen, köye dışarıdan getirilmiş, köylülerle mukadderat birliği kuramadığı için, muvakkaten orada bulunan ve yama gibi duran insanlara benzemez. Eğitmen, köy organizmasının yarattığı pek yeni bir halk eğitmeni tipidir” [559]

“Köy enstitüleri (17 Nisan 1940 tarih ve 3803 sayılı kanun) hayatının sonuna kadar köyleri eğitim yoluyla canlandıracak ve köyde ilköğretimim yüzde yüz gerçekleştirecek öğretmen ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirme ihtiyacından doğdu” [586]

“M. Necati’nin Maarif vekilliği zamanından beri, eğitim ve öğretim meselesiyle ilgili tetkik seyahatleri yaptırılmış; Fransa, Almanya, İngiltere, Belçika, Danimarka, Rusya, İtalya, Avusturya, Macaristan, Bulgaristan gibi birçok memleketin durumu, bu bakımdan uzmanlarca incelenmişti” [592]

“Yeri gelmişken, bir noktayı açıkça belirtelim ki köy enstitüleri bazılarının iddia ve zannettikleri, sürekli olarak etrafa yaymaya çalıştıkları gibi bir tek şahsın verdiği ilhamla meydana gelivermiş kurumlar değildir. Esasen bu mümkün de değildir. Onlar, Türk eğitmen, öğretmen ve aydınlarının müşterek çalışmalarından, millet enerjisinden doğmuş tam manasıyla milli kurumlardır” [600 – 601]

Köy Enstitüleri Haritası

Kaynak: Gül Şimşek, Cansın Merdanoğlu. (2018): “Bir ‘‘Planlama Örneği” Olarak Köy Enstitüleri Deneyimi”. Planlama Dergisi; 28(3). 261-281.

“İtirazcıların direnmelerine rağmen milletçe yapılan el birliği sayesinde, ıssız dağ başlarına veya boz topraklı susuz ovalara köy enstitüleri kuruldu ve sayıları 20’yi buldu.

Bu kurumların hepsi suya, elektriğe, bağ ve bahçeye kavuştu; buralara binlerce köy çocuğu alındı; binlercesi bitirerek köylere dağılmaya başladı. Onların ayak bastıkları köylerde, tıpkı enstitü kurulan köyler gibi canlanmaya yüz tuttu. Bu işlerin başarılı şeklide yürütülmeleri yukarıda kısaca mahiyeti belirtilen 3803 sayılı kanun sayesinde mümkün olabildi. Köyü canlandırma ülküsü uğruna emek harcayanlar bütün işleri bu kanun hükümlerine uyarak yürüttüler” [601]

“Eğitim yoluyla köyü canlandırma davası kısaca şu ilkelere göre yürütülmesi gereken bir davadır:

a) Köyde açılan her tip eğitim kurumu eğitbilimsel kanunların saptadıkları hükümlere uyularak; açık ve kesin amaçlara hizmet edecek karakterde birer müessese olarak işletilmelidir.

b) Bu kurumların çalışmalarında iş eğitimi ağırlık merkezi teşkil etmelidir. Bu ilkeden hareket edilmek şartıyla çevrenin değerleri yüze çıkarılmalı; alın terine ve çalışmasına dayanarak yaşayan yurttaşın önemi belirtilmelidir.

c) Öğrencileri kendi işlerini kendi gören, kendi kendilerini idare eden, bilgiyi iş içinde vasıtasıyla öğrenen eğitim kurumları içinde milliyetçi, cumhuriyetçi, halkçı, devletçi, inkılapçı ve laik yurttaşlar yetiştirmek şaşılmaz, vazgeçilmez bir ülkü olmalıdır. Enstitü mensupları bu sıfatları kazanmış olduklarını lafla nutuklar vermekle değil, işte ispat etmelidirler. İnsan sadece cumhuriyetçiyim, halkçıyım, devletçiyim, milliyetçiyim, devrimciyim, laikim demekle bu sıfatları kazanmış olmaz; bunu işle hareketle eser yaratmak suretiyle göstermek ispat etmek gerektir” [687]

d) Mehmet Başaran’ın 1974 yılında Varlık Yayınlarından çıkan “Tonguç Yolu: Köy Enstitüleri: Devrimci Eğitim” başlıklı kitabının 137-138 sayfaları Köy Enstitülerine muhalefet konusunda çok ibret verici bilgiler içerdiği için paylaşmanın isabetli olduğunu düşünmekteyim.


 

  • 1. Serdar Şahinkaya (2009). Gazi Mustafa Kemal ve Cumhuriyet Ekonomisinin İnşası. ODTÜ Yayıncılık. Haziran. Ankara