Dönemin “devrimci” düşünürlerinin havası da devrim kokmamaktadır. Kant münzevi bir hoca, Bruno ve Newton birer part-time büyücüdür bir bakıma. Çağın

Işıklı kitaplar arasında

Aydınlanma nedir? Gerçekten de ilk bakışta gerçekleştiği çağda yaşayanların hayatını değişikliğe uğratmış bir olgu değildir aydınlanma. 17. ve 18. yüzyılda, birkaç düşünürün temsil ettiği bu yeni düşünce akımının, en azından başlangıcında, aslında Avrupa için de ne ifade ettiği kuşkuludur. Şimdi bize büyük altüstlerin çağı gibi görünen çağ, olup bitenden pek habersizdir. Dönemin “devrimci” düşünürlerinin havası da devrim kokmamaktadır. Kant münzevi bir hoca, Bruno ve Newton birer part-time büyücüdür bir bakıma. Çağın sonunda, şimdi dünyayı sallamış gibi görünen Büyük Fransız Devrimi olmasa altüst oluşların kendisi de şüpheli bir hal alacaktır. Kaldı ki o da gerçekleştiği zamanda bir Fransız devriminden çok, bir Paris devrimi gibi görünmektedir.

Bir soru daha; Münzevi bir hocanın, ayaktakımı kalkışmasıyla ne ilişkisi olabilir ki? Kant’ın Fransız devrimine çok soğuk olduğunu biliyoruz. Newton ise hem erken gelmiştir hem de bugünkü aydınlanma tarifimize ters mistik bir kişiliktir.

Biz yine de bir bütün olarak bu iki yüzyılın düşünürlerini ve tilmizlerini aydınlanmışlar olarak tanımlamakta bir sorun görmüyoruz. Newton ve Kant, bu akımın öncülerindendir. Her ikisi de bir yandan içinden çıktıkları dönemin bütün eğilimlerinin temsilcisidir: yüzleri simyaya, metafiziğe, büyücülüğe dönüktür. Öte yandan her ikisi de yeni bir dönemin bütün işaretlerini içlerinde taşırlar; gerçeğe yeni bir yaklaşım, hayata yeni bir bakış, bütün geleneklerden kopma noktasında utangaç ve kararsız bir duruş. Biz bugünden baktığımız için Kant’ta yeni bir felsefe ve Newton’da yeni bir fizik görmeye eğilimliyiz. Kuşkusuz onların zamanında bakanlar, tutkulu, üretken, biraz uçuk ama her halükârda kendilerinden birilerini görüyorlardı. Bir fitili bilmeden tutuşturdular, bir bomba kimin tutuşturduğu bilinmeyen bir fitil tarafından ateşlenmiştir. Böyle bakabiliriz.

***

Sorularla devam edelim… Ne yaptı aydınlanma? İnsan ile doğa arasında tanrının, dolayısıyla dinin oynadığına inanılan düzenleyici ilişkiyi kaldırdı. İnsanla doğayı aracısız karşı karşıya bıraktı. İnsanın doğa karşısında bu yeni konumlanışı, ortaya çıkmış olan yeni sınıfın konumuna uygundu. Ve insanın doğa karşısındaki bu yeni konumlanışı kendine özgü bir felsefi ve siyasal devrim gerektiriyordu. Kant tanrının kellesini uçurunca, Robespierre’e kralın kafasını uçurmak kaldı. Kralın ve tanrının kafası giyotinin sepetine düştüğünde erdemli bir yaşam sürmek için hiçbir dini inanca gereksinim duymayan özerk ahlaksal insan kavramı için kapı aralanmıştı.

Işığı burada yakalayabiliriz. Rahiplikten kâfirliğe hızlı bir geçiş yapan Giordano Bruno zamanının en büyük ve en sıra dışı filozoflarının birisi olarak kabul görüyordu. Hermetizm’in erdemlerini anlatarak ve Hermetizm prensiplerine dayalı bir toplumsal devrimi vazederek Avrupa’yı dolaştı. Sanki gösterişli ve inatçı bir Mesih’ti. Çok yüksek bir egosu ve kendi mükemmelliğine kesin inancı vardı. Nasıl olabilir ki başka? Hermetik vecize “magnum miraculum est homo”u (insan büyük bir mucizedir) düstur edinmişti. İnsanı önemsiz ve değersiz bulanlara kızgındı. Kendisini, mucizevi insanın yaşayan bir kanıtı olarak görüyordu. Aydınlanmanın esasıdır.

Haliyle insan, bütün aydınlanma düşüncesinin anahtarıdır. Bu kavramın ayakları üstüne dikilebilmesi için piyasa toplumunun olgunlaşması gerekiyordu. Piyasa onu bütün eski bağlarından koparıyor, onun siyasal devrimi ise bütün eski ayrıcalıkları baştan başa yıkıyordu. Ama yerine yeni bir ayrıcalık, paranın ayrıcalığını ihdas edilmeseydi, özerk ahlaksal insanı ancak bir düşkün saymamız gerekebilirdi. İnsan, toplumun bütün sınıflarını sonsuz sayıdaki dolaşım odaklarından biri haline getiren piyasa aracılığıyla birbirine eşitleniyordu. Ve artık, varlıklılarla birlikte yoksullar da doğanın zorunluluklarından kurtulmuş olarak değil, bir para sahibi olarak özgür birer insan haline geliyordu. Aydınlanma böylece, Batı kapitalizminin felsefi düşüncesi, tarihsel ideolojisi oldu.

Kimlerdi aydınlanmışlar? Çoğu Masonik cemaatlerin üyeleriydi. Bu onların ilgisini Mısır’a ve dolayısıyla Hermetizm’e yöneltiyordu. Buna karşın Hıristiyan kilisesi kuruluşunda en sert savaşı Mısır bakiyesi Gnostik inançlarla yapmak zorunda kalmıştı. Martin Bernal’in deyişiyle, “Mısır dininin Helenik, putperest devamı olan Neo-Platonculuk ve onun Yahudi-Hıristiyan karşılığı olan Gnostisizm zorlamasından sonra, Hıristiyan düşünürler Mısır dinini bir felsefe haline getirerek evcilleştirdiler.” Aydınlanmışlar ise Mısır’ı dinin ve felsefenin kaynağı olarak gördüklerinden Kilise onları Gnostisizmin yeni saldırısı gibi algılamıştı. Çatışmanın dini içerikli bir savaş olarak tanımlanmasında da bir yanlışlık yoktur. Bruno, Mısır dinine, yani özgün ve doğal olana dönmeyi vaaz ediyordu. Engizisyon yoluna sadece fikirleri nedeniyle değil inançları nedeniyle düşmüştür. Yalnızca o değil, Dupuis, Hıristiyanlığı Mısır mitolojisinin yanlış anlaşılmış parçaları olarak tanımlayarak kiliseyi köşeye sıkıştırıyordu.

Evet, Bruno bir Hermetikti ve inançlarının kaynağı eski Mısır’dı. O bu eski inançlardan bir devrim programı çıkarmıştı. Gerçek ve yozlaşmamış din olan eski Mısır dininin kendi yaşamı içinde geri döneceğine, Vatikan’ın egemenliğine son vereceğine inanıyordu. Bambaşka bir Hıristiyanlık yorumu vardı ayrıca. İsa’nın esas görevinin Museviliği Mısırlı köklerine geri döndürmek olduğunu düşünüyordu. Sonunda gerçekten de insanın bir mucize olduğunu ispat etti. Bruno bir mucizedir.

Bir saldırı varsa bir savunma da ortaya çıkacaktır. Kilisenin ilerleme ve Helenizm kefesine ağırlığını koyması bu savunma ihtiyacındandır. Fransız Devrimi’nin ardından gelen büyük restorasyonun argümanları da bunlardı.

Aydınlanma çağı, büyük alt üst oluşların çağıydı, sessizliği bizi yanıltmamalıdır. Zamanında gelmiştir ve açtığı yolda yürüyecek gönüllüler bulmuştur. Ricat ise Fransız Devriminden sonra her yerde ortaya çıkan bir ruh halidir. Aydınlanmanın ortaya çıkmasını bir sınıfa borçluyuz ama onu tarihin çöplüğüne fırlatan da aynı sınıftır.

***

Lynn Picknett ve Clive Prince’in onu ve takipçilerinin devrimini anlatan “Yasaklanmış Evren” adlı kitabını Omega Yayınları ile birlikte yayına hazırladık. Kitabın tartışması Bruno ile başlayan Aydınlanmacı gelenek üzerinedir. Çalışmanın asıl çarpıcı iddiası Bruno, Campenella ve diğer aydınlıkçıların bir gizli örgütün parçaları olduğudur. “Giordanisti”, kiliseye karşı Hermetik bir cumhuriyet kurma peşindedir. Güneş Ülkesi, Civitas Solis, cumhuriyetçi devrimden sonra kurulacak şehrin bir taslağıdır aslında. Devrim girişimi başarısız olmuştur. Campenalla tövbe ederek ve deli taklidi yaparak kurtulmuş, Bruno yakılmıştır. Işıklı tarihimizin zenginlikleridir.

Bütün bu çatışma Rönesans’a itici gücünü veren tek bir metne, Hermetica’ya dayanmaktadır. Bu metnin Mısır bilgesi olan Hermes Trismegistos tarafından yazıldığına kuşku duyulmamakta ve her satırında bir hikmet aranmaktadır. “Thrice-Great” (üç kez büyük) Hermes Trismegistus Mısırlı bir bilge ve öğretmendir. Tanrı Hermes’in ya da Roma eşdeğeri Merkür’ün soyundan geldiğini inanılmaktadır. Ortaçağ’da onun olduğuna inanılan yazıların garip parçalarından ve eski metinlerde ona ve çalışmalarına yapılan referanslarla tanınan, yarı tanrı yarı insan, tam anlamıyla bulanık ve efsanevi bir figürden söz ediyoruz. Hermetik metinler bir taraftan felsefi ve kozmolojik ilmin diğer taraftan da astroloji, simya ve büyünün bir karışımıdır. Kendisi de metinleri de felsefenin ve kozmolojinin büyülü bir dünya görüşünden ayrılamayacağının düşünüldüğü bir zaman aralığının bakiyeleridir.

“Giordanisti” geleneği devralmış ve eyleme de dökmüştür. Kavgada kırılmanın hikayesi ise Frances Yates’in “Giordano Bruno ve Hermetik Gelenek” adlı kitabında anlatılıyor. Birlikte çalıştığım zamanlarda Say Yayınları’na önermiştim, buldular ve şahane bir çeviriyle Türkçeye kazandırdılar.

Şöyle diyor Yates; “Düşünce tarihi için büyük önem taşıyan bazı keşifler sanki pek fazla fark edilmeden geçip gidiyormuş gibi görünüyor. Kimse ‘Casaubon-öncesi dönem’ veya ‘Casaubon-sonrası dönem’ diye bir şeyden bahsetmez. Oysa Isaac Casaubon’un 1614’te Hermetik külliyatın kadim bir Mısırlı rahip tarafından değil de Hristiyanlık-sonrası dönemde yazılmış bir yapıt olduğunu ortaya çıkarması, modern dünyayı Rönesans dünyasından keskin bir sınırla ayırmıştır.”

Casaubon nasıl yapıyor bunu? Çünkü Rönesans Hermes Trismegistos’a ait olduğuna inanılan bir metne dayalı ilahiyat üzerinde yükselmişti. Rönesans felsefesi, Yeni-Platonculuk, tamamen bu ilahiyattan ibaretti. Şimdi, Casaubon temelin bütünüyle çürük olduğunu tartışmasız bir biçimde gösteriyordu. Hermetica ayak altından çekilince, Hermes’le birlikte Mısır ve Hermetik-Kabalacı Rönesans Büyücülüğü de düşüşe geçecekti. Yates, bu gelişmeyle birlikte Bruno gibi bir aşırı Hermesçi’nin konumunun da parçalandığını söylüyor. Böylece Bruno’nun Mısır felsefesi ve dinine dayanarak kiliseyi dönüştürme iddiası da boşa çıkmıştı.

***

Isaac Casaubon’a gelince, tabii ki ilahiyatçıydı. On dokuz yaşına kadar babası tarafından eğitildi. 1581'de Yunanca profesörü olduğu Cenevre Akademisi'ne gönderildi. 1596'dan 1599'a kadar Montpellier Üniversitesi'nde ders verdi. 1600 yılında Paris'e çağrıldı ve burada Roma Katolik ve Protestan ilahiyatçılar arasında hayatının geri kalanına musallat olacak dini bir tartışmaya dahil oldu. Arada Corpus Hermeticum üzerine araştırmalar yaptı. Hermetica’nın varsayıldığı kadar eski olamayacağını iddia ediyordu. Metinlerde Phidas’tan, Piton oyunlarından söz edilmesi ve pek çok geç dönem Yunan yazarından alıntılar verilmesi gibi ayrıntılı kanıtlar göstermişti. Ayrıca metinler erken dönem Yunan üslubunda değil, geç dönem üslupta, geç dönemin söz dağarcığı kullanılarak yazılmıştı. Yani bu metinlerin Hermes tarafından yazıldığı yargısı doğru değildi. Bugün adı çok az duyulmuş bu adam, engin bilgisiyle Rönesans ve ilk dönem aydınlanmanın üzerinde durduğu toprağı çekip almıştı. İki kitapla ortaya çıkan yeni bir tarih önerisidir.

***

Aydınlığın peşindeyiz. Belki birgün de Zafer Toprak’ın ışıklı kitaplarını, özellikle “Atatürk-Kurucu Felsefenin Evrimi”ni yazarız. Unutmayın, iyi kitaplar okuyanı onurlandırır. Ayrıca her biri yolu kaybetmemek için de elzemdir.