Laiklik kapitalizmin içinde kaldıkça ihanete uğruyor. Ilımlı İslam da bu ihanetin parçalarından biri.

İşaya Üşür’ü anarken laikliğe saldırının özü

Bir yıl önce 20 Mayıs günü, beklenmeyen zaman diliminde aramızdan ayrılan Prof. Dr. İşaya Üşür yalnız akademi, Türk Sosyal Bilimler Derneği ve Bağımsız Sosyal Bilimciler (BSB) çalışmalarında değil, BSB Grubunun yaşamı içinde ve kendi yaşamımda da özel bir yere sahipti. Derin tarihçiliğiyle hemen her buluşmamızda kısa ve öz damgasını vururdu tartışmalara.

“İslam tarih anlayışında ‘tarih’ ve ‘zaman’ ne ‘objektif’, ne de ‘tarafsız’ olabilir” derdi. Üşür’e göre bu İslam tarih anlayışının ‘katı çekirdek’iydi. ‘Katı çekirdek’in koruyucu kuşak(lar)ının ‘tefsir’ olduğunu, ‘tefsir’in ‘tevhid’den ayrılmayacağını, böylece ‘tevhid’in, ‘katı çekirdek’ ile ‘tefsir’ arasında yıkılmaz bir köprü (ilke) haline geldiğini söylerdi. 

Bu kadar net. Dünyaya dinle bakmanın özünde, doğa ve insanla ilgili konuların tapınmada toplanması ve dinsel yorumu var. Sermaye düzeniyle dinselliğin, parayla dinin saltanatının buluşması işte bu nedenle sermayenin işine geliyor. Sömürülenler sömürenlere kayıtsız koşulsuz itaat edecek…     

Nasıl dünyaya hukukla bakmıyor, hukuka dünyayla bakıyorsak, dine de dünyayla, üretim ilişkileriyle bakıyoruz. Dünyaya dinle bakanlar, tıpkı kapitalistler gibi “hak, özgürlük, adalet, demokrasi, laiklik” değerlerini de sözcüklerle sınırlandırıyorlar. Üşür, sözcüklere hapsolmaya tepki gösterir “sözcüklerle değil, kavramlarla düşünmemiz gerektiğini” anımsatırdı hep.

Gericilik batağına gömülmeye kalkışılan laiklik, gerçek hak ve özgürlüklerin, gerçek yaşamın, bunların içinde din özgürlüğünün güvencesi. Vazgeçilmez olarak da sömürüye karşı sınıfsal mücadelenin güvencesi. Onun için de hep saldırdılar laikliğe. Düzen içi muhalefetin dönmek istediği parlamenter rejiminde de başkanlı rejimde de hep saldırdılar.

Sınıflı toplumların anayasaları, sözlerinde ve özlerinde yazdıklarını egemen sermaye sınıfının hizmetine, çıkarına sunar. Ama sömürücüler bununla yetinmez, ihtiyaçları için anayasalarda yazılı olanların yorumuyla ve uygulamasıyla süresiz oynarlar. Kendi anayasalarını çifte standart uygulamaktan, rafa kaldırmaktan kaçınmazlar.

Türkiye’de sermaye sınıfı, “Aydınlanmacı Cumhuriyet”e karşı başlatılan, 12 Eylül 1980 darbesiyle hızlanan, AKP dönemiyle tavana vuran süreçte dinselliğe, dinsel siyaset ve örgütlenmeye, gericiliğe hep ihtiyaç duydu. Paranın saltanatı için dinin saltanatına duyulan ihtiyaç bugün laikliği sözcük haline getirdi, adı varken yok etti. Laikliğin din özgürlüğü içinde eritilmesiyle, bunalımlarına karşın düzenin yaşayabilmesinin aşısı dine havale edildi.

Özellikle eğitim başta olmak üzere, devlete, hukuka, siyasete ve toplumsal yaşam tarzına dinsellikle el atmanın sömürücü düzene kazandırdıkları, burjuva devletinin örgütlerinin, milliyetçi örgütlerin, sermaye örgütlerinin arasına dinsel örgütleri de ekledi. Tarikat ve cemaatlerin güçlenmesi hem sermayenin ve iktidarının ilişkilerinin tutkalı yapıldı hem de Gülen cemaatinde olduğu gibi iç çelişkilerle mülkiyet devirlerini sağladı.     

Düzen, istikrarı için emekçiler üzerinde daha sert denetim yürütürken eşzamanlı olarak direnme ve mücadele güçlerinin de kırılmasını amaçlıyor. Bu denetim ve amaç için dinden daha işlevli bir araç bulunamazdı.

Almanya Anayasa Mahkemesinin bir kararından anımsıyorum “gücün denetlenmesi de zorunlu olarak bir güçtür” sözcüklerini. Sermaye, emeğin denetimi için üretim ilişkilerinden, o ilişkilerin ürünü olan anayasa ve hukuktan destek alırken bir yandan da dinsellikten, dinin uyumlaştırıcı ve uyuşturucu gücünden destek alıyor. Ve bu destek hukuka göre, hukuk devletindeki hak arama özgürlüğüne göre daha güçlü; akıl ve bilim yerine, aydınlanmanın çocuğu olan hukuk yerine tapınmanın sabitliği ve kulluğu içinde dinsel ruh haline dayandığı için sömürücü sınıf yönünden daha güçlü.

Kapitalist ilişkiler ağı içinde, “ben/biz aydınlanmacıyız” demek yetmiyor. Anayasa da aynı şekilde konuşuyor, “ben laikliği ilke olarak benimsiyorum” diyor. Gericiliği yönetim ve yaşam tarzı içine yerleştiren siyasal iktidar da içini boşalttığı laikliği “sözcük” olarak kullanmaktan kaçınmıyor. Kimilerinde samimiyet yok, kimileri ikiyüzlü, kimileri siyasal İslam için kararlı.

Laiklik kapitalizmin içinde kaldıkça ihanete uğruyor. Ilımlı İslam da bu ihanetin parçalarından biri. 

Laiklik dillerde tutmakla değil, somut durumla yaşama geçer; sınıflı toplumda egemen sınıfın sıkça değiştirdiği anayasa formalarının üzerine yazdıklarıyla değil, emekçilerin sınıfsal mücadelelerinin ayrılmaz parçası olarak yaşama geçer.